KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Siz

Bilenler bilir; sözümde, yazımda en kapsayıcısından ‘biz’ vardır da, kolay kolay ‘siz’ demem. Dediğimde, okkalı sebepleri vardır ve herkesinkinden daha keskindir. Çünkü kalbimden gelir.

Bir teldir geriyorsunuz. Aklımızın ve sinirimizin teli o. Tahammülümüzün. Diyarbekir Büyükşehir Belediyesi’ne kayyım atadınız ben bu yazıyı yazarken. Bak, nefret ettiğim bir kalıptır “ben bu yazıyı yazarken”, kendine çok anlam ve önem biçiyormuş gibi tınlar ve fakat neyleyim, kötülük hızınıza yetişmek mümkün değil. Öyle demek gerekiyor. Sayenizde nefret edilecek kelimeler listesi uzadıkça uzuyor. Birinciliği şu ara kayyıma veriyorlar.

Kayyım protestolar eşliğinde belediye binasına geliyor, binayı yüzlerce polis abluka altına almış, bunun adı da ‘millî iradeye saygı’ oluyor. Kürt halkının onuruyla oynamaya kalkışmanın kaçıncı perdesindesiniz. Oysa işte şu an Kandıra F Tipi Cezaevi’nde tecritte tuttuğunuz Gültan Kışanak ve Fırat Anlı halen ve her daim Diyarbekir Büyükşehir Belediyesi Eş Başkanlarıdır. KJA sözcüsü Ayla Akat Ata’nın da halkının sesi oluşu gibi.

Ha, ben de bilirim siyasi analiz yapmayı. O ekrana çıkardığınız insan müsveddelerinden çok daha fazla. Akıl var değerlendiriyor, göz var görüyor. MİT’e ait TIR’ların durdurulmasına ilişkin ‘gizli kalması gereken bilgi ve fotoğrafları’, nakledilen silahları gösterdiğinden beri Cumhuriyet gazetesine yönelen nefretinizi, gazetenin ulusalcı kanadıyla birlikte giriştiğiniz el koyma operasyonunu görüyorum. Ulusalcıları, milliyetçileri aynı faşizm potasında eriten hamlelerinizi, bir zamanlar ‘Hocaefendi Hazretleri’, ‘hizmet hareketi’, ‘Gülen cemaati’ dediğiniz, ellerinizle teşkilatlanmış yapıyı araya harç edip ezişinizi. Bu arada cezaevlerinden gelen taciz, tecavüz çığlıklarını. Hiçbir yerden duyulmasına ve söylenmesine izin vermediklerinizi biliyorum.

Sizinki, üzerinde yüzyıllarca çalışılmış, sistematik, incelikli devlet kötülüğü. Devletin bekası, istikrar ve sürekliliği diye devralınan. Ama hakkınızı yememek lazım. Buna kendi özgün stilinizi de kattınız. Zira hem muktedir hem mağdur olmayı, herkesi ezerken kandırılmış sayılmayı sizde gördük.

Onun dışında, oyun aynı. Barışa inandırıp ‘koşullar olgunlaştığında’ katletmeler, yüz yıllık bir pratik mesela.. Halen hiçbir ayrıntısı, esas fail ve işbirlikçileri layıkıyla ortaya çıkarılamamış darbe teşebbüsü sonrası muhalifleri en karşı oldukları şeylerle kuşatıp kişilik katline, lince yeltenmeler mesela. Nasıl sıkıcı ve acıtıcı bir tekerrür.

Anadolu Ajansı’nın iştahla paylaştığı, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Basın Suçları Bürosu’nca, Cumhuriyet gazetesi yöneticileri ve yazarları hakkında “FETÖ ve PKK terör örgütlerine üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” fantastik başlıklı soruşturma kapsamındaki suçlama iddialarına bakıyorum. Hepsi birbirinden niyet okumalı silsilede, Aydın Engin hakkında “9 Ağustos'taki ‘Hrant’ı da cemaat öldürmüş öyle mi?’ başlıklı yazısında FETÖ'den ‘cemaat’ diye bahsetmek ve Dink cinayetine ilişkin gerçekleri sulandırmaya çalışmak” yazıyor.

Aynı cümlede, Aydın Engin ve Hrant Dink’in adları, ‘cinayet’ ve ‘sulandırmak’ kelimeleriyle bir arada geçiyor. Bizim Aydın Abi’mizi anlatıyorsunuz. 19 Ocak sonrası lime lime olmuş canlarını toparlamak için ne edeceğini şaşıran, emeğini, kalbini şu davanın çözümüne adamış insandan. Niye şaşırıyorum ki, tabii buradan vuracaktınız. Şaşırmak değil, ama alışamıyor insan olan çok şükür, yapabileceklerinize. Hayatını hukuka adamış, her haksızlıkta mücadelesini hedef alınanla kenetlemiş Akın Abi’mize, avukat Akın Atalay’a da ‘illegal girişimleri meşrulaştırma’yı münasip buluyorsunuz.

Tutmuşunuz sağlı sollu Aydın Abi’nin kollarını çekiştiriyorsunuz utanmadan. Biz o kollara girdik de güç aldık. Acıdan ve öfkeden kuntlaşmıştık. Hayvanlar gibi sokulmuştuk birbirimize. Hayat boyu verdiği siyasi mücadele bir yana, 2007’den beri azıcık silkelemek, kendine getirmek için emek verdiği şunca insan bile dert olsun size. O kadar çok insanla ‘biz’ oldu ki Aydın Abi, siz nereden bilecektiniz.

Tam da sırası, linç etmeye yeltendiğiniz, sürgünlere gönderdiğiniz Ahmet Kaya’yı anmanın. “Üstüm başım toz içinde / Önüm arkam pus içinde / Sakallarım pas içinde / Siz benim nasıl yandığımı / Nereden bileceksiniz / Bir fidandım derildim / Fırtınaydım duruldum / Yoruldum çok yoruldum / Siz benim neler çektiğimi / Nereden bileceksiniz”.

Aman, sakın sevmeyin Ahmet Kaya’yı. Dünyada hem yok etmeye yemin edip, hem de öldükten sonra sahip çıkmaya çalışmanız kadar tiksindirici bir şey yok. Hem diyor ya Ahmet Kaya “Siz benim neden sustuğumu / Nereden bileceksiniz / Siz benim kime küstüğümü / Nereden bileceksiniz”.

Soru değil bu, yanlış anlaşılmasın. “Bilemezsiniz” diyor. Bilemezsiniz. Bilseniz zaten başka türlü olurdu. Allah sizi bildiği gibi etsin. Sizden zerre beklentim yok da, umarım ‘biz’, Özgür Gündem, DİHA, JİNHA, Tiroj ve Evrensel Kültür’le Cumhuriyet’i eşdeğer sahiplenmeyi, Gültan Kışanak’ın 12 Eylül zindanlarından çekip aldığı gülüşünün hepimizin gözyaşına bedel olduğunu öğreniriz. Yoksa yazıklar olsun bize de.