OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

ABD seçimleri ve “bizim büyük çaresizliğimiz”

ABD başkanlık seçimlerini de müşahede ettik. Müzmin bir kötümser olarak bu sonucu bekliyordum. Clinton’ın da birçok falsosu olduğunu, ayrıca kim başkan olursa olsun ABD siyasi sistemi açısından çok fark etmeyeceğini, hatta Trump’ın başkanlığının Ortadoğu için daha iyi olacağını ileri sürenler de var. İlki konusunda şüphe yok, Clinton da matah bir nimet değil(di). Bu ikisinden herhangi birinin başkanlığının ABD sistemi açısından köklü bir değişim yaratmayacağı da akıldan uzak bir iddia değil. Ortadoğu için Clinton mı iyi olur, Trump mı meselesine gelince, bu konuda kesin bir fikrim veya öngörüm yok. Söz konusu Ortadoğu olunca ‘uzman’ tahminleri de kimi zaman astrolog tahmininden daha güvenilir olmuyor, kaldı ki ben Ortadoğu uzmanı değilim. Velhasıl, bu üç önermeye de kategorik bir itirazım yok ama daha yapısal başka endişelerim var. Şöyle ki, Trump’ın seçilmesinin demokrasiye güven ve demokrasi kültürü açısından olumsuz bir fark yaratacağını düşünüyorum. 

Biraz daha açayım. Türkiye’deki seçimler, Avrupa seçimlerinde aşırı sağın yükselişi, Birleşik Krallık’ta Brexit oylaması, hepsi aynı zincirin halkaları olarak görülerek, seçimlerin en selametli sonuçları doğuracağına olan inancı derinden sarstı. Trump’ın seçilmesi bu zincirin son halkası oldu. Hiçbir zaman “Halk neylerse güzel eyler” diyenlerden olmadım ama demokrasinin ve onun ayrılmaz unsuru seçimlerin, insanoğlunun icat edebildiği en iyi siyasi sistem olduğunu savundum. Seçim mefhumunun yara aldığı her durum, demokrasinin yara alması demek, çünkü demokrasi her şeyden evvel bir mutabakat işi. Ne kadar fazla kişi, seçimlerin yersiz, gereksiz, hatta yanlış olduğuna inanırsa, bu mutabakat o ölçüde sarsılır ve ardından muhtemelen kaos gelir. Eskinin genç sivili, şimdinin kart yardakçısı kimilerinin yaptığı gibi, “Gördünüz mü, elitistler orada da ‘cahil, göbeğini kaşıyan halk’ muhabbeti yapıyor” diyerek içinden çıkılacak bir durum değil bu. Ne yapacaklardı, Trump gibi birini başkan yapan zihniyeti ve tutumu övecekler miydi? Bu seçim sonucunu bir siyasi analiz nesnesi olarak anlamaya ve açıklamaya çalışmak başka, bu tercihte bir sorun görmemek başka. ‘Demokratik’ diye nitelenen sistemlerin Trump gibi ırkçı, ayrımcı, cinsiyetçi vs. tipolojisinde liderler üretmesi sistemik bir sorundur. Dolayısıyla, kendini ‘demokrat’ olarak tanımlayan herkesi endişelendirmesi gerekir. Bu adam, II. Dünya Savaşı sonrasında siyaset düşünce ve kültüründen temizlenmesi için mücadele verilen anti-demokratik ne kadar musibet varsa neredeyse hepsini bünyesinde toplamış. Bu anlamda da bir geriye gidişe işaret ediyor. Bu konuda elbette tek değil, daha yakınımızda başka örnekler de var (tabii ki Putin’i kastediyorum, siz ne sandınız?). Küresel olarak bu tip liderlerin yükseldiği bir dönemdeyiz. Fakat, ABD gibi ‘en ciddi’ demokrasinin de bu sağcı popülist akıma teslim olması bir eşiği –daha– aştığımızı gösteriyor olabilir.

Buradan işin kültürel boyutuna geçiyoruz zaten. Trump’ın seçilmesiyle birlikte, ötekine karşı söylemsel ve eylemsel hoyratlık, farklı olana müdahale artacak, hatta meşruiyet kazanacak gibi duruyor. Clinton da bizi bu anlamda demokrasinin doruklarında uçurmayacaktı belki ama şekilsel veya söylemsel de olsa demokratik kültürün, yaşam biçiminin, ötekiyle ilişkinin standartlarını koruma ihtimalinin Trump’tan daha fazla olduğu görünüyor(du). Bütün bunların içi boş bir siyasi doğruculuk, bir illüzyon olduğunu, aslında Amerika’nın gerçeğinin ırkçılık olduğunu söylemek bir tespit olarak doğru olabilir ama sizin illüzyon dediğiniz, aynı zamanda bir usul ve üslup. Beğenin beğenmeyin, demokratik yaşam biçiminin önemli bir zemini. Tek başına yeterli değil ama baştan o üsluptan vazgeçerseniz barışçıl sosyal ilişkiler tesis etmeniz zora girer. Kaldı ki, ırkçılık, ayrımcılık söz konusu olduğunda ihtiyacımız olan şey samimiyet değil, bunların dizginlenmesidir. Irkçı Beyaz, Latino komşusunun kafasını kırdığında “Helal olsun, içi dışı bir adammış” diyecek halimiz yok. O adamı, zihniyetini eyleme dökmekten alıkoyan, illüzyon veya üslup denen şey. Komşusundan nefret bile etse, bunu dışa vurmasının yakışıksız, ayıp olacağını ve bunun yaptırımı olacağını düşünmesi onu alıkoyar. Trump’la birlikte artık daha az tereddüt edebilir, kendini daha rahat hissedebilir.

Üstüne üstlük, bu ırkçı, ayrımcı siyasi kültür bir ülkeyle sınırlı kalmaz. Trump’ın başkan seçilmesi, ötekine karşı hoyratlığı her yerde artıracaktır. Örneğin, Obama’ya da haklı birçok eleştiri getirilebilir ama Amerikan başkanlık kürsüsünden seslenenin Obama mı yoksa Trump mı olduğu, hem demokratik norm ve değerler konusunda dünyaya verdiği mesajlar, hem de uygulama açısından fark yaratır. Bakın, sonuçlar belli olur olmaz, Ak-trollerin sevinçten dingildemeleri boşuna değil. Trump’ın seçilmesinin, uyulması gereken demokratik normları ve insan hakları standartlarını küresel ölçekte aşağı çekeceğinin ya farkındalar ya da en azından seziyorlar. Böylece, onların Türkiye’deki işi de kolaylaşacak. Bu konulara dair eleştiri getirildiğinde, “Bakın Amerika’da da böyle oluyor” sözünü daha rahat söyleyebilecekler.

“E, bu işin sonu ne olacak?”, derseniz, Ayhan Aktar’ın sosyal medyada Ahmet Hamdi Tanpınar’dan yaptığı bir alıntıyı sizinle paylaşayım: “İnsanlık fena bir ihtimali bir kere kendisine ufuk bilmesin; bir kere uçurumu görmesin. Bir daha ondan geriye dönemez. Onu giyinir ... insan hayatında sakınmak yoktur. Hele kütle halinde, asla. Bir kere uçurum göründü mü, ölüm simsiyah dili ile konuştu mu?” Tek eksiğimiz bir Büyük Buhran, ki kimi ekonomistler onun da yaklaşmakta olduğunu söylüyor. Ondan sonra ver elini 30’lar, 40’lar, tabii 21. yüzyıl versiyonu...