İstanbul’a katlanan, güzel kadınlar

‘Şekersiz’, ‘Fü’ ve ‘Aynur Hanım’ın Bebeği’ oyunlarının yazarı Murat Mahmutyazıcıoğlu, bugünlerde yeni oyunu ‘Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’i sahnelemeye hazırlanıyor. Başak Kıvılcım Ertanoğlu, Ayfer Dönmez, ve Melis Öz’ün performansıyla üç kuşaktan üç kadının hikâyesinin anlatıldığı oyunun ilk gösterimleri 11, 18 ve 25 Kasım’da, Kadıköy Theatron’da. Oyunun yazarı ve yönetmeni Mahmutyazıcıoğlu ile ‘Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’i ve güncel tiyatroyu konuştuk.

‘Sen İstanbul’dan Daha Güzelsin’ yakında izleyiciyle buluşacak. Bizi nasıl bir oyun bekliyor?

Oyunu yazmaya iki sene önce başladım. İkincikat’ta yaptığımız bir atölye sonucunda biraz farklı sularda yüzelim, kendimizi geliştirelim derken, gerçekçiliği bozan, karşı gerçekçiliğin de olduğu bir yapı içinde, yeni bir şey denemek istedim. Üç kuşaktan üç kadın var oyunda: Anneanne, kızı ve torunu. Bu üç karakter, 50 seneye yayılan hikâyelerini seyirciye doğrudan, birer hikâye anlatıcısı gibi aktarıyorlar. Aralarında çok enteresan bir olay gelişmiyor aslında. Hepimizin aşina olduğu, erkeklerin dünyasında var olan kadınların meselesini, birbirlerine söyleyemedikleri lafları, bir iç ses monoloğu gibi seyirciyle paylaşıyorlar. Ben üç ayrı monoloğu iç içe geçirdim ve farklı zaman dilimlerinde birbiriyle kesiştirdim. Karakterlerin şehirde neler yaşadıklarını, şehirle erkek dünyasını birleştirerek anlattım. Arada zaman atlamaları da oluyor. Bir de şimdiki zaman anlatıcıları var. 

İstanbul’la nasıl bir bağı var hikâyenin?

İsmi tamamen uydurdum sanırım. Oyunun içinde küçük bir sürpriz var isimle ilgili. İstanbul’dan zaman zaman hepimiz nefret ediyoruz ama buradan gidemiyoruz, burayı çok seviyoruz. ‘Bu şehre katlanabilen herkes İstanbul’dan daha güzel’ gibi bir mesajı var hikâyenin.

Ekip nasıl oluştur?

Ayfer ve Başak’la daha önce bir oyunda çalışmıştık. İkisi de oyunculuklarına çok güvendiğim insanlar. Melis’le de İkincikat’tan tanışıyoruz; metin şekillenirken o da vardı. Oyunu yapmaya karar verdiğimde, hikâyenin büyük bir kısmı henüz ortaya çıkmamıştı. Oyuncularla okumalar yaptık, oyunu birlikte tamamladık.

Oyunculuk ve yönetmenlikten sonra, sizi yazıya iten şey neydi?

‘Ben de bir şey yazabilirim’ fikri, ‘Limonata’ oyununu yönettikten sonra geldi bana. ‘Fü’ öyle çıktı. Fakat öncesinde de İkincikat’ta sahnelediğimiz ya da Dot’ta izlediğim çağdaş metinlerden etkileniyordum. Benim hayatıma değen, çokça güncel şey vardı onlarda. Yazarken çok fazla film izliyorum, bunun bana ilham verdiğini düşünüyorum. Oyun okuyorum, kitap okuyorum. Yazarlık üzerine akademik bir eğitimim yok ama çok iyi yönetmenlerle çalıştım. Bu, insana bir metin nasıl okunur, nasıl sahnelenir, eksikleri, fazlaları nelerdir, her şeyi görme imkânı veriyor. Ama öğrenmenin sonu yok tabii... Atölyeler, dramaturji ve yazarlık üzerine yüksek lisans programları var. İnsanın kendini bir şekilde, bir okulla ya da atölyeyle geliştirmesi lazım.

Murat Mahmutyazıcıoğlu

Bu sezon için başka projeniz var mı?

Bir müzikli oyun planımız var, Emek Sahnesi’nde olacak. Kasım-Aralık gibi provaları yapıp, Ocak ayında sahneleyeceğiz. Bu bir arabesk müzikali, aslında bir melodram. Hem bildiğimiz şarkıları kullanacağız, hem de prova esnasında özgün şarkılar besteleyeceğiz. 

Sezon başında, Şehir Tiyatroları’nın perdelerini sadece yerli oyunlarla açacağını açıklamasıyla gündeme gelen yerli metin atağını nasıl görüyorsunuz?

Yeni yazarları, onlara istedikleri şeyi yazacak ortam sağlayarak, atölyeler, ‘Yeni Metin Yeni Tiyatro’ gibi festivallerle teşvik edebilirsiniz. Kurum tiyatrolarında bu tür uzun süreli atölyeler düzenlenebilir, yazan insanlar teşvik edilebilir. Yerli yazarlara öncelik vermek, sadece ölmüş yazarların oyunlarını sahnelemek demek olmamalı. Nazım Hikmet, Aziz Nesin, Mehmet Baydur gibi çok değerli yazarlarımız var, oyunları da çokça sahneleniyor zaten Devlet ve Şehir Tiyatroları’nda. Amaç sürekli üretken bir tiyatro ortamı ise, ödenekli tiyatroların genç yazarları arayıp bularak onlara ortam sağlaması gerekiyor.

Yeni yazarların yeterince destek gördüğünü düşünmüyor musunuz?

Ben yerli yazarların bir teşvik beklediğini düşünmüyorum. O kadar iyi yazarlar var ki... Yazmak isteyenler bir şekilde bunu beceriyor, kendi kendilerine bir yol buluyorlar. Tabii ki bir yazarın oyununun Devlet Tiyatrosu’nda sahnelenmesi, o yazarın yazdığı şeyle geçinebilmesi anlamına geliyor ama o iyi yazarlar bunun peşinde değiller. Teşvik beklemiyorlar, oyunlarının izlenmesini istiyorlar.  

Hangi yazarların işlerini iyi buluyorsunuz?

Sami Marçalı, Kemal Hamamcıoğlu, Ebru Nihan Celkan, Görkem Şarkan, Yiğit Sertdemir ve Sami Özbudak.

Alternatif sahnelerin ve çıkardıkları oyunlar arttıkça, bazı eleştirmenler ilk senelerdeki heves ve yeni metinlerdeki nitelik üzerine düşünülmesi gerektiğini yazdılar. Katılıyor musunuz?

İnsanlar yazarak gelişecek. Kötü örneklere bakarak genelleme yapmak bana çok saçma geliyor. Değerli olan şey, üretmeye devam etmek. Biz oyunlarımızı birbirimizle paylaşıyoruz. Metnimi kolaylıkla birine okutup eleştiri alabilirim ben. Yeni yazarların en güzel olayı bu bence. Böyle böyle gelişen bir durum var ve her sene çok iyi oyunlar çıkıyor. İki kötü oyun izledikten sonra, yeni oyunların kötü olduğunu öne sürmek tuhaf.

Kategoriler

Kültür Sanat Tiyatro



Yazar Hakkında