Kokuların efendisi Kurkdjian

Guerlain, Davidoff, Jean Paul Gaultier gibi ünlü markaların parfümörlüğünü yapan Francis Kurkdjian ile, koku-hafıza ilişkisi, kendi hafızasındaki ‘Şark’ın kokusu, sanat ve parfüm çalışmaları ve varoluşsal düşünceleri üzerine bir söyleşi...

NATALI ORAL
EDA ÖZTÜRK

Fransız tarihçi ve toplumbilimci Pierre Nora, hafızayı, anımsamaya ve unutmaya açık, farklı alanlarda kullanılabilen, belirsizlikler ve ani uyanışlar halinde ortaya çıkan ve sürekli gelişen bir hatırlama biçimi olarak açıklıyor. Hafıza duygulara dayalı ve sihirlidir; buğulu, karışık ve iç içe geçmiş özel ve simgesel anlardan beslenir. Her türlü aktarıma, perdeye, sansüre ve yansıtmaya karşı duyarlıdır. Hatırayı kutsallaştırır. Somuta harekete, imgeye ve nesneye kök salmıştır. Bir bakıma ‘kalıntılar’ halindedir; duygu ve düşüncenin yanı sıra, görüntü, ses, koku, doku ve tatta da kendini belli eder. Hafıza bireysel olduğu kadar toplumsaldır da. Bir yazı, bir müzik veya bir koku bireylere bir şeyler hatırlattığı gibi, toplumların geçmişine ve özellikle bugününe dair bir şeyler de gösterir – tıpkı Ermeni asıllı Fransız parfümör Francis (Nuran) Kurkdjian’ın hikâyesinde olduğu gibi. 1900’lerin başlarında Beyoğlu’nda başlayan hikâye Halep’e, oradan 1920’lerde Paris’e uzanıyor ve bu yolculuk, Kurkdjian’ı dünyanın en ünlü parfümörü haline getiriyor. Zanaatkâr bir ailenin temsilcisi olan Kurkdjian, niş parfümler yaratarak, ailesinin mirasını bugünlere taşıyor. Guerlain, Davidoff, Jean Paul Gaultier gibi ünlü markaların parfümörlüğünü yapan Kurkdjian, 2009’da Fransız Kültür Bakanlığı’ndan, zanaat şövalyeliği nişanı olan ‘Chevalier des Arts et des Lettres’i almaya hak kazandı ve aynı yıl ‘Maison Francis Kurkdjian’ adıyla kendi markasını kurdu. Kurkdjian’ın, dünyanın en hassaslarından biri olarak kabul edilen burnu 4 milyon euro’ya sigortalanmış. Francis Kurkdjian ile, koku-hafıza ilişkisi, kendi hafızasındaki ‘Şark’ın kokusu, sanat ve parfüm çalışmaları ve varoluşsal düşünceleri üzerine geniş bir söyleşi yaptık. 

Asıl hayaliniz balet olmakken, seçmeleri geçemeyince başka bir alana yönelmişsiniz. Parfümlere ve kokulara yönelik ilginiz nasıl oluştu?

Sanat ve kültür, çocukluğumun iki önemli bileşeniydi. Dedem erkek terzisiydi, teyzemse Paris’te Christian Dior’da modelistlik yapıyordu. Ben ve kardeşlerim küçük yaşta enstrüman çalmaya başladık. Bunlar, benim bireysel kültürümün bir parçasını oluşturuyor. Paris Operası’nda dans edebilmek en büyük hayalimdi, fakat Opera’nın dans okulunda yaşadığım başarısızlıklar beni başka alana yönelmeye mecbur bıraktı. 13-14 yaşlarındayken, dans okulu günlerimin hemen ardından başka bir ilgimin farkına vardım: Parfümörlük mesleği ve kokular. Bunu ortaya çıkaran iki önemli karşılaşma ânı oldu. Tesadüfen elime geçen bir parfüm dergisinde yer alan kokuyla ilgili bir yazıdan, bir de Jean-Paul Reppenau’nun ‘Le Sauvage’ (‘Vahşi Dilber’, 1975) etkilendim. Filmde bir parfümörü canlandıran Yves Montand’ın parfüme ve kokulara bağlılığı ve kendini adamışlığı beni çarptı. Bu uğraş, tüm ‘yorumlamaların’ ötesinde, disiplini yaratıcılıkla birleştiriyor. Ailemin benim için düşündüğü avukatlık, doktorluk gibi meslekleri yapabileceğimi hiçbir zaman düşünmedim. Parfümörlük, moda dünyasına ve doğal olarak bana daha yakındı.

Çocukluğunuzun geçtiği evin kokusunu nasıl tanımlarsınız?

Hafızamızda taşıdıklarımız hayatın, ailenin, mutfağın kokularıdır. Hepsi bana mutlu zamanları hatırlatıyor. Bunun tanımlanabilecek bir şey olduğunu düşünmüyorum; bunu yaşamak gerek. Halen, zor zamanlarımda gözlerimi kapatıp o günleri, o eve ait kokuları hatırlıyorum.

Marcel Proust’un ‘Kayıp Zamanın İzinde’ eserini yazma sürecinde de etkisi olan, kokuların anılarımızı yeniden canlandırabilme kapasitesinden ‘Proust fenomeni’’ olarak bahsediliyor. Proust’un eserinde, bu koku ıhlamur çayına batırılmış ‘madeleine kek’in (mekik) kokusuydu. Peki, sizin ‘Madeleine de Proust’unuz nedir?

Hafızamdaki tartışmasız en güçlü koku, anneannem ve dedemin apartman dairesine ait. O iki odalı, küçük evde Şark’ın kokuları birbirine karışmıştı. Evde ‘bızdig senyag’ (Ermenice ‘küçük oda’) dediğimiz bir oda vardı. Benim için her zaman bir gizem olan bu odayı bazen dedem atölye olarak, bazen de büyükannem kiler olarak kullanırdı. Ayrıca, terzi ütüsünün ısınırken yarattığı koku, ütü bezinin kokusu, kumaşları işaretlemek için kullanılan tebeşirin kokusu, dikiş makinasının pedalının yağı, kumaşlar, asma yaprağı konservelerinin, zeytinlerin, farklı baharatların kokuları (tarçın, kimyon, zerdeçal, mahlep, karabiber) ve büyükanneme göre asla herkese yetmeyecek olan yiyeceklerin kokuları da hafızamda yer etmiştir. 

Bir parfümü yaratmaya nasıl başlıyorsunuz? Bir düşünce, bir kelimeyle mi, yoksa bir hammaddeyle mi?

İlham, yaratım sürecinin görünmeyen kısmıdır. İçgüdüsel bir şey olduğu gibi, sürece rehberlik de edebilir ama bana öncülük eden, ilhamıma rehberlik eden şey hiçbir zaman hammadde olmadı – sipariş işler dışında tabii ki... Önce evrensel bir imgeye, bir duyguya yoğunlaşırım, sonra kokuyu hayal ederim, sonra da yaratacağım kokuyu son halini düşünerek zihnimde canlandırırım. Ardından, zihnimdeki imgeye uygun bir parfüm formülü yazarım; işte bu noktadan sonra parfümün bileşenlerini düşünürüm. Bir şeyin önceden ‘ne olduğunu’ bilmeden, o şeyi nasıl yaratırsınız! O zaman ‘onun’ bir duygusu olmaz. Bir ressam ifade edebilmek için renkleri kullanır, bir müzisyen notaları, bir yazar kelimeleri; bense yüzlerce koku bileşenini kullanırım.

‘Pluriel’ parfümünüz, kadınlar ve erkekler için iki ayrı versiyonuyla piyasaya çıktı; İstanbul’da da lansman yapıldı. ‘Pluriel’ ikilisi nasıl ortaya çıktı?

Şu fikirden yola çıktım: Kadın ve erkek aynı ve eşsiz bir zarfın içine yerleştirilmiş çeşit çeşit bireylerdir. Bir gün içinde farklı hayatlar yaşıyoruz, tek bir hayatın içinde pek çok hayatı deneyimliyoruz. Kadın ve erkeğin oluşum sürecini yansıtacak bir parfüm yaratmak, bu düşüncemi bir parfüm yoluyla anlatmak istedim. ‘Pluriel’, modanın dışında kalan yapısı ve yumuşaklığıyla zamanın dışında kalan, sonsuzluğa uzanan bir parfüm.

Sanatsal işbirlikleri de yapıyorsunuz. Sanat ile koku deneyiminin bir araya gelişine dair neler söyleyebilirsiniz?

Yaratıcılık ile duygu, parfümü ve sanatı bir potada eritiyor. Araç bir duygu veya düşünce iletimi olduğu zaman, parfüm artistik bir boyut kazanıyor. Ne var ki, bir parfümün tek başına sanat eseri olabileceğini düşünmüyorum. Sonuçta parfüm, sanatsal yöntemlerle ortaya çıkarılan, endüstriyel bir üründür.

Bugünlerde beni bu alanda en çok mutlu eden şey, artık, parfüm şişesinin parfümörlerin ve alışveriş merkezlerinin dışında da bir şeyler yapılıyor olması. Ben de, 2000’lerin başında olfaktif (kokuya ait) enstalasyonlar üzerinde düşünmeye başladım. Benim için önemli olan, kokuları kullanarak duyuları harekete geçirmek, uyandırmak; bu yüzden olfaktif bir enstalasyonla, bir duygu aracı olan kokuyu kullanarak, halkın bir mekânla diyalog kurmasını istedim. Bunun için 6. Avrupa Ulusal Müzeler Gecesi şerefine, Grand Palais’nin orta bölümündeki büyük koridoru devasa, hayali bir seraya dönüştürdüm. meyve ve çiçek kokularının kullanıldığı binlerce sabun taneciği yarattım. Ortağım Béatrice Ardisson’un hayalini kurduğu, büyülü bir ambiyansa sahip bir evren oluştu. Bu enstalasyon o dönem büyük ses getirdi ve 23 bin kişi tarafından ziyaret edildi. Ardından, Avrupa Ulusal Müzeler Birliği, 18. yüzyıl Fransız ressamı Elisabeth Vigée Le Brun adına bir enstalasyon yaratmamı istedi. Le Brun’e adanan ilk koku retrospektifine ‘Voir et être vu’ (Görmek ve Görülmek) adını verdik. Bu çalışma için sahne tasarımcısı Séverine Baehrel’le işbirliği yaparak, koku ile dekorasyonu bir araya getirdik. Dekor, parfüm, gül ve Elisabeth Vigée Le Brun’a ait bir resim ve sanatçının Versailles’daki yıllarına ait bir ilişki üzerineydi. Grand Palais’nin Clemenceau girişine, 15 metre yüksekliğinde, devasa bir ayna kondu; bu ayna altın varaklı ve özel olarak tasarlanan bir gül kokusuyla parfümlenen 66 adet gülle süslendi. Enstalasyon 11 Ocak’a kadar görülebilir.

‘İmza parfüm yok’

Kişiliğimizi yansıtan, kendimize ‘uygun’ bir parfümü nasıl seçebiliriz?

Çoğu kişinin aksine ben, bir kişiye ait, ‘imza’ bir parfümün olduğunu düşünmüyorum. Kadınlar ve erkekler artık tek bir kimlikle var olmuyorlar, hepimizin pek çok kimliği var. Nasıl ki kadınların veya erkeklerin çeşit çeşit kıyafetlerinin yer aldığı dolapları varsa, çeşitli koku dolapları da olabilir. Her gün aynı renkte kıyafetler giymiyoruz, neden her gün aynı parfümü kullanalım ki? Bir parfümü seçerken şu sorulara cevap vermek gerekir: “Bu koku bana bir duyguyu hissettiriyor mu?”, “Bunu kullanarak ne hissediyorum?”, “Bunu kullanarak kim ve ne oluyorum?” Çevrenizden, kullandığınız kokuyla ilgili yorumlar geliyor mu? Kokunun teknik bir tarafı da var: Yayılma ve bir araya gelme özelliği. Size uygun bir parfümü seçebilmek zamanla da ilgili bir durum, biraz âşık olma süreci gibi. Birine karşı ufak bir kıvılcım hissedersiniz ama bu kişinin hayatınızın aşkı olup olmadığını anlamak zaman ister. Kokunun zamanla olan ilişkisi de böyle.

Kategoriler

Güncel Yaşam