YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Her şeyi Tahir Elçi yokken yaptılar

Bu hafta köşeye bu meşhur fotoğrafı koymayı uygun gördüm. Bilinmeyen bir fotoğraf değil. Geçen yıl Tahir Elçi’nin cenaze töreninde, –yanılmıyorsam– milletvekili Ziya Pir tarafından çekilmişti. O vakitler de kendimizi bu fotoğrafa uzun uzun bakarken bulmuş, yüz ifadelerinden o coğrafyanın bilhassa son 30 yılına damga vuran acıyı, trajediyi, umudu ve direngenliği okumaya çalışmıştık. Okumuştuk da. 

Haftabaşında, o fotoğraftakilerden Mardin Belediyesi Eş Başkanı Ahmet Türk gözaltına alındı. Ahmet Türk, 1980 darbesi sonrasında Diyarbakır Cezaevi’nde işkence görmek de dahil olmak üzere, Kürt meselesinin son 30 yılına tanık olmuş, çilesini çekmiş ve çözüm için çalışmaktan başka bir şey yapmamış biri. Gözaltına aldılar. Hatırlanacaktır, daha önce çok sayıda DBP’li belediye çalışanı ve belediye başkanı gözaltına alınmıştı. Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı da hâlâ tutuklu.

Yine fotoğrafa dönelim, zira yaşadığımız son bir yılın özeti gibi. Ön plandaki Ahmet Türk’ün hemen arkasında duran HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş da, diğer eş başkan Figen Yüksekdağ ve bir grup HDP’li milletvekili ile gözaltına alınıp tutuklanmış durumda. Geçen hafta Meclis Başkanı’na bir mektup gönderip, başkanı olduğu kurumdaki parlamenterlerin hukuksuzca tutuklanması karşısında ne yaptığını sordu. Cevap alamadı tabii.

Tekrar geri çekilip fotoğrafın tamamına baktığımızda ise gördüğümüz şu: Tahir Elçi 28 Kasım’da Diyarbakır’da Dört Ayaklı Minare’nin dibinde öldürüleli beri, –sevgili eşi Türkan Elçi’nin “Sen gittin yıkıldı bu şehir” sözlerinden ilham alarak– diyebiliriz ki, koca bir coğrafya yıkıldı.

Şırnak, Cizre gibi kentlerde, yürütülen savaş neticesinde neredeyse taş üstünde taş kalmadı. Diyarbakır Suriçi harabe vaziyette. Binlerce insan evini kaybetti, yollara düştü, insanlar bodrumlarda yakıldı, neredeyse her gün yere bir can düştü.

Doğrudur, bunların gelişi öncesinden belliydi. Suruç Katliamı, 10 Ekim Ankara Katliamı. Gencecik bir kuşak, bir anlamda, biçildi.

Fakat gidişat bilhassa 2016’da öyle bir hızlandı ki... Kürt meselesinde tercih edilen baskı politikası artık tüm ülkeyi boğar hale geldi. Gazeteler, televizyonlar, kültür-sanat dergileri kapatıldı, mallarına mülklerine el kondu. Binlerce gazeteci işsiz kaldı, onlarca gazeteci hapse girdi. Özgür Gündem gazetesiyle dayanışmak için bir günlük yayın yönetmenliği yapan onlarca kişi hakkında dava açıldı, kimileri tutuklanıp sonra serbest bırakıldı (Şebnem Korur Fincancı, Erol Önderoğlu, Ahmet Nesin), gazetenin danışman kadrosunda yer alan Aslı Erdoğan, Necmiye Alpay gibi edebiyatçılar aylardır tuhaf gerekçelerle tutuklu, Özgür Gündem gazetesinin yazı işleri müdürü ve yöneticileri hâlâ hapisteler. Öte yandan, Cumhuriyet gazetesine yönelik operasyonda gazetenin yazar ve yöneticileri de hukuksuz biçimde tutuklanıp hapse gönderildiler.

15 Temmuz darbe girişiminin ardından Gülen Cemaati’ne yönelik operasyonların elle tutulur bir yanını bulmak ise gitgide zorlaşıyor. Ahmet Altan, Mehmet Altan, Ali Bulaç, Ahmet Turan Alkan, Şahin Alpay gibi gazeteci-yazarlar, bir dönem Cemaat’e yakın gazetelerde yazdıkları gibi hayli zorlama bir gerekçeyle aylardır hapiste tutulmakta.

Söz 15 Temmuz Darbe girişiminden açılmışken, şu noktaya da değinelim: Bu girişimi araştırmak için bir Meclis Araştırma Komisyonu kuruldu ama dinlediği isimler genellikle bir zamanların kuvvet komutanları ya da emniyet müdürleri oldu. Komisyonun başkanlığını, bir dönem Cemaat’in yürüttüğü operasyonları canıgönülden savunmuş bir ismin yürütmesi bir yana, komisyon dişe dokunur herhangi bir AKP’liyi de dinleme ihtiyacı hissetmedi. Yani şurası çok açık ki, eğer Gülen Cemaati’nin devlet ve ordu içinde nasıl yapılandığı anlaşılmak isteniyorsa, AKP’lilerin dinlenmesi de şart – idi. Nasıl ve nerelere yerleştirildiler, HSYK’da etkin olsunlar diye 2010’da referandum düzenlemek nereden akıllarına geldi ve bundan ne umuldu vs.

Tekrar sevgili Tahir Elçi’ye dönelim. Bütün bu kâbus gibi yıl, Elçi’nin yokluğunda geçti işte. Ve hâlâ elde tek bir sanık yok. Herkesin gözü önünde işlenen bir cinayet için elle tutulur tek bir adım atılmadı. Hayatını fail-i meçhul cinayetleri çözmeye adamış bir barış elçisinin öldürülmesi de acaba fail-i meçhul bir cinayet dosyası olarak mı kalacak? Ülke olarak bu utancı da mı yaşayacağız acaba? Bilinmez. O kadar çok utanç yaşadık ki onun yokluğunda. Sanki fırsat bildiler.