Kalfayan Yetimhanesi’nin ilk yüz yılı:Bir adanmışlık hikâyesi

150 yıl önce kurulan ve halen bir yetimhane ve eğitim kurumu olarak hizmet vermeye devam eden Kalfayan Yetimhanesi’nin ilk yüz yılından kesitler aktarıyor Besse Kabak, tarihi fotoğraflarla bezenmiş yazısında. Ve bu güzide kuruma emeği geçenlerin aziz anılarının önünde saygıyla eğiliyor.

150 yıl önce kurulan ve halen bir yetimhane ve eğitim kurumu olarak hizmet vermeye devam eden Kalfayan Yetimhanesi’nin ziyaretçi defterine, Arusyag Zarfcıyan imzasıyla 20 Mart 1920’de yazılmış bir notta şu ifadeler yer alıyor: “Hayatta olabilecek en büyük şanssızlığın, anne-baba şefkatinden mahrum kalmak olduğunu düşünüyorum. Fakat yetim olup Kalfayan Yetimhanesi’nin çatısı altında yaşamak, başrahibe ve rahibelerin gerçek şefkatlerine nail olmak asla şanssızlık değil.” 

Üç buçuk yaşından itibaren, son iki yılı Kalfayan’da olmak üzere yedi yıl yatılı okumuş biri olarak, bana “Bir çocuk için, ailesinin bakımından mahrum, yetim kalmaktan daha kötü ne olabilir?” diye soracak olursanız “Sahipsiz kalması” derim. Bu yüzden, başta Rahibe Sırpuhi Kalfayan olmak üzere, bu kurumun ayakta kalması için emek veren rahibeler, eğitimciler ve hayırseverlerin kutsal bir misyonu yerine getirdiklerini düşünüyorum. Onlar bu çocuklara sahip çıkarak, minik bedenlerin bakımını üstlenirken, onları iyi birer birey, iyi birer insan olarak yetiştirmeyi de başardılar.

Kalfayan Yetimhane – Okulu’nun ilk yüz yılından kesitler aktaracağım bu yazıyla, bu güzide kuruma emeği geçenlerin aziz anılarının önünde saygıyla eğiliyorum.

Oturan, Başrahibe Ağavni Köseyan; arkada soldan sağa, rahibeler Nevrig Pasmanyan, Zarmuhi Mihrabyan, Maryam Köseyan ve Arusyag Mıhitaryan

Oya ustası Rahibe Sırpuhi

1822 yılında Kartal’da, Palulu Nişan ve Takuhi’nin ilk evlatları olarak dünyaya gelen Sırpuhi Kalfayan 12 yaşındayken babasını kaybeder. 14 yaşına geldiğinde mayrabed (rahibe) olup hayatını Tanrı’ya adamaya karar verse de, annesi Takuhi Hanım’ı ikna edemez. annesi onun için uygun damat adayı ararken, Sırpuhi İstanbul’da başgösteren kolera salgınında hastalanır ve annesine “Bu hastalıktan ölmezsem rahibe olmama izin vereceksin” der; Takuhi Hanım kabul etmek zorunda kalır. Sırpuhi 18 yaşına geldiğinde kendini Tanrı’ya adadığına dair söz vererek başına örttüğü ‘koğ’la (rahibelerin taktığı başörtüsü) hayatına rahibe olarak devam edeceğini ilan eder. Ancak, babasının ölümünden sonra Hasköy’deki akrabalarının yanına taşınmalarından bu yana olduğu gibi, annesiyle birlikte işleme yapmaya devam eder. Üçü kız, ikisi erkek, beş kardeşi vardır; onların geçimini sağlamak için çalışmak zorundadır. Oya işinde öyle ustalaşır ki, bu mesleği fakir kız çocuklara öğreterek onların da kendi evlerini geçindirmelerine yardımcı olmaya başlar.

1850’ye gelindiğinde, Rahibe Sırpuhi’nin evi, işleme öğrenen 17 kız çocukla birlikte tam bir atölyeye dönüşmüştür. Ürettikleri işlemeler Kapalıçarşı esnafından yoğun rağbet görür; ileri gelen Ermeniler sayesinde, işlemelerinin ünü başka kıtalara kadar uzanır. Sırpuhi, 1858’de Mısır’da tanışmış olduğu Yusuf Kevork Bey’in eşiyle birlikte Roma, Floransa ve Milan’a gider. Hıdiv İbrahim ve Hıdiv İsmail paşaların dönemlerinde sultanların çeyizlerini hazırlaması için birçok kez Mısır’a davet edilir, oradayken Kudüs’ü de ziyaret eder. 

Rahip Şahnazaryan’ın tavsiyesi

1865’te kolera salgını tekrar başlar; İstanbul’un hemen her yerinde sefalet hüküm sürmektedir. O yaz, Hasköy’ün papazı Peder Kevork Ardzruni’nin evinde, Avrupa’daki görevinden dönerken İstanbul’a uğramış olan Rahip Garabed Şahnazaryan’la ve Hasköy’ün vaizi –1874-1884 arasında patrik olarak hizmet verecek olan– Episkopos D. Nerses Varjabedyan’la tanışır. Peder Kevork, Rahibe Sırpuhi’den övgüyle bahseder; onun, semtin fakir kız çocuklarına işleme öğretip onları meslek sahibi yaptığını anlatır. Rahip Şahnazaryan, duydukları üzerine, takdirini ifade etmenin yanı sıra, ona bir tavsiyede de bulunur:

“Kendinizi hayır işlerine adamanız takdir ediyorum ancak, Avrupa’da rahibeler insanlara yardım etmek için kendilerini yetimler ve hastalara bakmaya adıyorlar. Çocukları eğitip, onların gözyaşlarını dindirerek, onlara verilen ‘merhamet rahibeleri’ ismini gerçek anlamda yaşayarak hak ediyorlar. Neden siz de kendinize onları örnek almıyorsunuz? Çevrenize bakın, kolera salgınının yıkıcı etkisi yüzünden sefil olmuş ne kadar çok insan var. Adım başı fedakâr yürekler ve anne şefkatine muhtaç çocuklarla karşılaşıyorsunuz. Tanrı’ya olan imanınızla kuşanıp, yardımsever halkımıza sığınarak işe koyulun.”

Fakirinden zenginine, herkes tarafından sevilip sayılan Rahibe Sırpuhi, bu sözleri duyduğunda 44 yaşındadır. Yaptığı işlemelerdeki ustalığı ve insanlarla diyalog kurmadaki başarısı sayesinde, sultanlar, paşalar da dahil olmak birçok önemli şahsiyetle tanışmıştır ancak hiç eğitim almamış biridir. O yaşına dek, sadece kendi imzasını atabilecek kadar bilgiyle idare edebilmiştir, ancak karşısında durmakta olan rahip şimdi ondan yetimlerin korunmasının yanı sıra eğitim de alabilecekleri bir yuva kurmasını istemektedir. Bir başkası olsa belki düşünmek için uzunca bir zaman isteyebilecekken, Şahnazaryan’ın söyledikleri üzerine o anda kararını verir: “Hayr Surp, eğitimim yok ki çocukları eğitebileyim, zengin değilim ki maddi olarak onlara yardım edebileyim... Ancak, sağlığım elverdiği sürece, Tanrı’nın bana bahşetmiş olduğu her şeyimi, ömrümün sonuna kadar halkımın sahipsiz yetimlerine sevgiyle sunmaya gönüllü olacağıma, siz değerli din adamalarının huzurunda söz veriyorum.”

1889’da yetimhanenin bahçesinde inşa edilmiş olan Surp Asdvadzadzin Şapeli. Boğaz Köprüsü’nün çevre yolları bağlantısı gerekçe gösterilerek, 1969 yılında alınan istimlak kararı sonucunda, yetimhane binası, Surp Asdvadzadzin Şapeli ve Surp Istepanos Kilisesi, 1972 yılında yıkılmıştır.

Çıksalın’da ilk adımlar

Rahibe, 15 gün içinde dördü Çıksalın Mahallesi’ndeki bir ahırda, yedisi Sup Istepanos Kilisesi’nin merdivenlerinde, kalanı ise farklı semtlerde bulmuş olduğu yaşları iki ile on yaşlarında olan 17 çocuğu evine getirip bakımlarını üstlenir. Başlangıçta sadece kendi birikimiyle idare etse de, zamanla maddi sıkıntılar yaşamaya başlar ve semtin din adamları Peder Kevork Ardzruni ve Episkopos Nerses Varjabedyan’dan yardım ister. 25 Ağustos 1866’da dönemin patriği Boğos Taktakyan’a bir ‘vıgayakir’ (tasdikname) gönderen Varjabedyan, Rahibe Sırpuhi’nin yetim çocukları kendi imkânlarıyla himaye ettiğini belirtir; ileride onun örnek alarak yetim kız çocuklarını korumak üzere bir araya gelebilecek rahibelerin oluşturabileceği ‘Rahibeler Birliği’ için hazırladığı, dört ana maddeden oluşan ‘Rahibeler Birliği Tüzüğü’nü aktarır ve şu ifadelerle, bir yetimhane adına bağış toplama izni ister: “Güvenilir, örnek bir insan olan Rahibe Sırpuhi, uzun yıllardır Hasköy’de yaşamaktadır. Örnek kişiliği ve yaşamıyla herkesin saygı duyup hürmet ettiği biri olarak, Rahibe’nin hayırsever milletimizden bu hayırlı iş için ihtiyaç duyulan yardımı talep ettiği zaman, yardımlarını tam bir güven içinde sunabileceğini belirtiriz.”

3 Ekim 1866’da, Patrik Bursalı II. Boğos Taktakyan’ın, yetimhane için yardım toplama iznini onaylamasının ardından, Rahibe Sırpuhi, 21 Kasım’da, Hasköy Sandalcı Sokak’ta bulunan dayısına ait mütevazı evinin duvarına astığı ‘Vorpanots Yerits Amats Indzayman Surp Guysin’ tabelasıyla, Ermeni kız yetimhanesini resmen açmış olur. Bu gelişme Ermeni basınında geniş yer bulur; gazetelerde yayımlanan yazılar, bu yeni kurumu cemaate tanıtır. Isdepan Aslanyan Paşa ve tanınmış yazar Sırpuhi Düsap’ın da içinde olduğu, çoğunluğu kadınların oluşturduğu bir kurul destek olsa da, yetimhanenin yönetim yükü bütünüyle Rahibe Sırpuhi’nin omuzlarındadır.

Rahibe, halktan topladığı bağışlar ve işleme atölyesinden elde edilen gelirle, Hasköy’de kiralık bir eve taşınır. İlk yıllarda işlemelerin geliri ve halkın yardımlarıyla idare edilebilse de, başarılı bir yönetici olan rahibe, yetimlerin yarınlarını kurtarma derdine düşer. Azimle çalışıp, Osmanlı Sarayı da dahil olmak üzere, bu yetimlere yardım edebilecek herkesin kapısını çalmaya başlar; çok geçmeden, yardım eden hayırseverler listesine padişah ve sultanların isimlerini de yazdırmayı başarır.

1870 yılında, Sultan Abdülaziz’e dilekçeyle başvurmasından sonra, bir yaz günü Kâğıthane’de yetimleriyle birlikte onun huzuruna çıkar. Sultan, Rahibe Sırpuhi’ye 50 altın ve elbiselik kumaş bağışlar. Ayrıca yetimhaneye günlük 7,5 okka (yaklaşık 10 kilo) et ve 15 okka (yaklaşık 30 kilo) ekmek tahsis edilmesini emreder. II. Meşrutiyet dönemindeki üç yıllık bir kesinti dışında, bu yardım 1923’e kadar devam eder. (1934 yılında, Maarif Vekâleti yetimhaneye her yıl 150 altın yardımda bulunmaktadır.)

Yetimhanedeki işleme atölyesi

Altın yıllar

Yetimhanenin kendini idame eder hale gelmesiyle, Rahibe Sırpuhi, 1871’de, öğretmen Reteos Tateosyan’dan çocuklara okuma yazma öğretmesini ister. O tarihten sonra, yetimhane, kız çocukların yalnızca barındığı ve meslek öğrendiği değil, aynı zamanda eğitim aldığı bir kuruma dönüşür.

Bu arada yetimlerin sayısı artmış olduğundan, kiralanan ev artık yetersiz kalmaya başlamıştır. Rahibe Sırpuhi yeni bir yer arayışı içindedir. O günlerde Amira Dakes’in Hasköy’deki köşkünün açık artırmayla satılacağını öğrenir, açık artırmaya katılır ve köşke 950 altın teklif eder. Daha fazlasını teklif eden olmayınca köşk Rahibe Sırpuhi tarafından satın alınmış olur. Müzayedeye katılan Harutyun Ağa Kapamacıyan, şaşkınlık içinde yanına gidip bu kadar büyük miktarda parası olup olmadığını sorar. Rahibe “Aslında cebimde sadece 110 para var. Fakat ben, inandığım tanrım ve hayırsever milletime güveniyorum” der. Bu güven boşa çıkmaz; Rahibe Sırpuhi, bir hafta içinde 650 Osmanlı altını toplayıp ev sahiplerine teslim eder. Kalan 300 altın için de, iki ay sonra 350 altın ödemek kaydıyla senet hazırlanır. İki ay sonra kalan borcun ödenmesiyle, köşkte tadilat çalışmaları başlar. 1 Mart 1871’de, Rahibe Sırpuhi, 23 kızıyla birlikte, toplamda 1200 altına mal olan, ‘Kalfayan Yetimhanesi’ olarak adlandırılacak olan yeni binaya yerleşir.

1872’de, Mısırlı Prenses Zeynep Hanım’ın yaptığı bağışla, yetimhanenin Kartal’da bir yazlığı olur. 1883 yılında Rahibe’nin yetimleriyle birlikte dokuduğu bir halı hediye ettiği II. Sultan Abdülhamid, yetimhaneye 300 altın bağışta bulunur. İki sene sonra maddi destek için bir kez daha başvuru yapılır; II. Abdülhamid bu kez 50 altın yardımda bulunur.

Oya ve diğer el işlerinin modası geçip gözden düşmeye başlamasıyla işleri zorlaşan Sırpuhi Mayrabed, ilerlemiş yaşına aldırmadan, bu kurumu ayakta tutabilmek için kapı kapı dolaşmaya devam eder. O günlerde bu amaçla gittiği iş yeri sahibi, yardım etmek yerine onun yüzüne bir tokat indirir. Kirkor Markaryan, Sırpuhi Kalfayan biyografisinde, Rahibe’nin, yüzüne inen tokada rağmen yerinden kıpırdamadığı ve dükkân sahibine, “Teşekkür ederim Efendi! Bu tokat benim payıma düşen yardımdı. Peki, çocuklarıma götürmem için bana ne vereceksiniz?” dediğini yazar.

Sırpuhi Kalfayan’ın ardından

1889’da şekere bağlı rahatsızlıklar nedeniyle sağlığı bozulan Rahibe Sırpuhi Kalfayan, ölmeden önce, Patrik Khoren Aşıkyan’a, yetimhanenin bahçesinde yapılacak bir şapele defnedilmeyi ve yetimhanenin rahibeler tarafından yönetilmesini arzu ettiğini bildirir. 4 Temmuz 1889’da Surp Istepanos Kilisesi’nde yapılan törenden sonra, yetimhanenin bahçesinde beş gün içinde yapılmış olan Surp Asdvadzadzin Şapeli’nde toprağa verilir. Patrik, Sırpuhi Kalfayan’ın vasiyetini yerine getirerek, yetimhanenin yönetimi için Rahibe Yeranuhi Hovhannesyan’ı görevlendirir.

Rahibe Yeranuhi, göreve geldiği ilk yıllarda Rahibe Sırpuhi’nin anıları tazeliğini koruduğundan başarılı işler yapar ancak yıllar içinde, yanlış kararlarla, yetimhaneyi yönetmekte zorlanmaya başlar. “Gerekirse kızlarım için dilenir, yine onlara bakarım” dese de, her geçen yıl yetimhanedeki çocukların bakım ve eğitim düzeyi düşmeye başlar. Kendisi de yetimhanede yetişmiş olan Rahibe Yeranuhi bağış bulmakta zorlandığından yetimhane borç altına girer. 1898’de yetimhaneye ziyarette bulunan Patrik Mağakya Ormanyan, Istepan Aslan Paşa’dan yetimhanenin yönetimine yardımcı olmasını ister.

Yetimhaneyi denetleyen Isdepan Paşa eksiklerin tespit edip giderilmesi için gerekli talimatları verse de, durumda bir düzelme olmaz. Rahibe Yeranuhi’nin görevden alınıp yetimhanenin idaresi için farklı çözümler bulunması yönünde görüşmelere başlanır ancak Rahibe Yeranuhi’nin felç geçirmesi nedeniyle, alınan kararlar uygulanmaz.

Rahibe Sırpuhi Kalfayan’ın Rahibe Mariyam Köseyan tarafından yapılmış olan yağlıboya tablosu

13 Ekim 1902’de, Patrik Ormanyan’ın teklifiyle, on yıldır Kazlıçeşme Surp Pırgiç Ermeni Hastanesi’nde ‘kıtutyan kuyr’ (merhamet rahibesi) olarak hizmet veren Rahibe Krisdine Papazyan, yetimhanenin başına getirilir. 1848’de Edirne’de doğan Papazyan memleketinde uzun yıllar eğitmen olarak çalışmıştır; hastanede göreve yaparken, rahibe olmayı düşünen Ağavni ve Mariyam Köseyan kız kardeşlerle tanışması, onun için büyük bir şans olur. Arapgirli kalabalık bir aileye mensup olan Ağavni ve Maryam da, ailelerinin karşı çıkmasına rağmen, kutsal toprakları ziyaret edip rahibe olmayı düşünmektedir. Rahibe Krisdine, yetimhanedeki çocuklara yardımcı olmaları için onları çağırınca bu ziyareti erteleyip, ömürlerini adayacakları Kalfayan Yetimhanesi’ne işe başlarlar.

Yetimhane küllerinden doğuyor

Rahibe Krisdine’ye, Köseyan kardeşlerin yanı sıra, Patrik Ormanyan’ın cemaat içinde tanınıp sevilen kadınlardan oluşturduğu Kadınlar Kurulu da yardımcı olmaktadır. Ancak, yetimhaneyi 1000 altın borçla teslim alan bu seçilmiş insanların işi hiç de kolay değildir. Öyle ki, Rahibe Sırpuhi’nin kendisine ait olan ve yetimhaneyi yönetecek rahibelerin takmasını vasiyet ettiği yüzük dahi, beş altın karşılığında rehinciye verilmiştir.

22 Kasım 1902’de, Rahibe Yeranuhi Hovhannesyan’ın ölümünden sonra yaşanan sıra dışı bir olay, yetimhanenin borçlarının bir kısmının ödenmesini sağlar. Rahibe Yeranuhi’nin yaptırmış olduğu hayat sigortasından, yetimhaneye 500 İngiliz altın ödeme yapılmıştır. Bu parayla borçların bir kısmı ödenir, kalan miktarla da yetimhanenin gıda ihtiyacı karşılanır.

Kadınlar Kurulu’nun ilk işi, yıllardır bakımı yapılmamış olan yetimhane binasına el atmak olur. Tadilat için başlatılan bağış kampanyasında 1200 altın toplanır. Mimar Isdepan Hamamcıyan binayı neredeyse yeniden inşa eder. 24 Kasım 1904’te yapılan 38. yıl kutlamalarında, tadilatı tamamlanan yetimhane binasına eklenen yeni katın açılışı yapılır. Aynı gün, Ağavni ve Maryam Köseyan, Patrik Ormanyan’ın elinden aldıkları ‘koğ’u başlarına örtüp, “hayatlarını Tanrı’ya ve bu milletin çocuklarına adayacaklarına” söz vererek rahibe olurlar. Kurum içinde artık üç rahibe hizmet vermektedir; Sırpuhi Kalfayan’ın hayalini kurduğu ‘Rahibeler Birliği’ gerçek olmuştur. Aynı yılın sonlarına doğru yetimlerin sayısı 55’i bulur. Rahibeler ileride daha çok çocuğu himaye edebilmek için bütçelerinden bir miktar para artırıp biriktirmeye başlarlar. Ancak savaşın başladığı 1914 yılında yetimhanede bulunan 60 çocuğun bakımını bile yapamayacaklarını görünce, çocukların sayısını azaltmaya karar verirler. 10 çocuk, durumu uygun görülen ailelerin yanına teslim edilir, iki çocuk da evlatlık verilir. Sonraki yıllarda mezun olanlardan sekizi de, ana sınıfı öğretmeni olarak ve farklı görevlerde çalışmak üzere yetimhaneden ayrılır.

Sayılarla Kalfayan

1866-1877 arasında 102 çocuk kabul edilmiştir. 

1902-1935 arasında yetimhaneye 675 çocuk kabul edilir. Bu çocuklardan üçü rahibe olmuş; 34’ü çevre illerde ve ilçelerde öğretmen olarak ya da farklı görevlerle işe yerleştirilmiş; 66’sı ise yetimhanede evlendirilmiştir. (Rahibeler, damat adayları hakkında ayrıntılı araştırma yapmakta, uygun bulurlarsa evliliğe izin vermektedir; nişanlanan kızların çeyizleri yetimhanede hazırlanmaktadır.)

1908-1966 arasında yetimhane 341 mezun verir. (Yetimhanenin ilk 35 yılında burada verilen eğitim tüm alanları içermediğinden, öğrencilere herhangi bir belge verilmemesi nedeniyle o yıllarda eğitim gören öğrenci sayısı bilinmemektedir.)

1915 yetimlerinin sığınağı

Savaşın allak bulak ettiği yaşam koşulları nedeniyle halkın maddi durumu kötüleşir; böylece, en büyük geliri halktan gelen bağışlar olan yetimhanenin koşulları da geriler. Kumaş ve iplik dahi bulunamadığından, rahibeler çocuklarına meslek öğretebildikleri, yetimhaneye gelir kaynağı olan atölyelerini kapamak zorunda kalırlar.

Rahibeler geleceği öngörerek yetim çocukların sayısını azaltsalar da, 1916 yılında, tüm maddi imkânsızlıklara rağmen, kuruluş ilkelerine sadık kalmak ve görevlerini layıkıyla yerine getirebilmek için, taşradan gelmekte olan yetim kervanına kurumun kapılarını açarlar. 1915’teki rahibelerin tabiriyle “şehit düşen Ermeni milletinden” geri kalan, kırımdan sağ kurtulup İstanbul’a gelen ve yanına verildikleri Türk ailelerin evinden kaçıp yetimhaneye sığınan kız çocukları kabul ederler.

Rahibeler savaş yıllarında yetimhanede hastalık sonucunda iki evlatlarının ölüm acısını yaşamıştır; 1915’teki sürgünde kaybettikleri evlatlarının sayısı çok daha fazla olur. İş için Yalova’ya, Bandırma’ya, Engürücük’e giden kızlarından da, başka şehirlere ‘gelin gitmiş’ kızlarından da bir daha haber alamazlar.

Savaş yıllarında, büyük zorluklara karşın, yetimhanedeki çocukların eğitiminin aksatılmamasına çalışılır. Haftaiçi her gün öğlene kadar öğretmen Hımayag Şişmanyan ders verir; anasınıfı çocuklarının eğitimini ise yetimhanenin okulundan mezun olan kız öğrenciler üstlenir. 1915-1919 arasında, yetimhanenin okulundan 12 kız çocuk mezun olur.

1919’un sonunda yetimhanede kalan çocukların sayısı 90’ı bulmuştur. Aslında yetimhanenin imkânları bu kadar çok çocuğun barınmasına uygun değildir. Rahipler çareyi yataklarda ikişer çocuk yatırmakta bulur. Yetimhanenin bahçesinde yetiştirdikleri sebzeler, sahip oldukları iki inekten aldıkları süt de çok kıymetlidir onlar için; bazı ihtiyaçlarını de, karneyle aldıkları gıdalardan artırarak takas usulüyle karşılarlar.

1917’de, American Board Misyonerler Birliği’nin bir projesi, yetimhanenin ayakta kalmasına yardımcı olur. Board yetkilileri, İstanbul’un bazı semtlerinde fakir halka ücretsiz yemek dağıtma kararı almışlardır. Rahibeler bu çalışma kapsamında iki sene boyunca yetimhanenin mutfağında yemek pişirip Hasköy’de halka dağıtır; haftada iki-üç kez, bu yemeklerden yetimler de faydalanır. 

Rahibe Ağavni’nin ardından

Jamanak gazetesinin genel yayın yönetmeni Mardiros Koçunyan, Rahibe Ağavni Köseyan’ın ölümü üzerine, 4 Ağustos 1955’te yayımlanan yazısında şunları yazar: 

“Onu ilk kez gördüğümde henüz çocuk yaşlardaydım. I. Dünya Savaşı’nın korkunç yıllarıydı. Halkın ve cemaatin yaşam damarları kesilmiş, belaya bulaşmak istemeyen insanlar görünmez olmayı seçip kabuklarına çekilmişlerdi. Rahibe Ağavni Köseyan, Başrahibe Krisdine’nin hastalığı nedeniyle yetimhanenin yönetimini ve sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalmıştı. Ona yardım edecek bir kurul veya sorumlu bir makam da kalmamıştı ortalıkta. O günlerin zor şartlarına rağmen, Ağavni Köseyan, üzerine aldığı sorumlulukların bilinciyle, cesurca, kendisine emanet edilen yetimleri yaşatmak adına, halkın korku dolu kalbinde körelmiş yardımlaşma ruhunu yeniden oluşturabildi. Hatırlıyorum, pek çok zengin insanın ailesinin gıda ihtiyaçlarını dahi karşılamakta zorlandığı o dönemde, Rahibe Ağavni, perişan bir vaziyette, rahmetli babam Sarkis Koçunyan’ı ziyarete gelerek ona yaşanmakta olan bunalımları ve dertleri anlatmıştı. Güçlüklerin üstesinden gelebilmek için Jamanak gazetesi vasıtasıyla yapılan çağrı cemaatte yankı bulmuş, Ermeni milleti cömert bağışlarıyla, bir kez daha, felakete teslim olmuş ruhların sıkıntılarını hafifletebilmişti…”

Bir ömür ‘millete hizmet’

Kuruma 17 yıl boyunca hizmet veren Rahibe Krisdine Papazyan’ın 12 Haziran 1919’da vefat etmesinin ardından, Rahibe Ağavni Köseyan yönetici olarak görevlendirilir. Cumhuriyet’in kurulmasından sonra, yetimhanenin okulu, Maarif Vekâleti’ne bağlı bir ilköğretim okulu statüsü alır. 2 Ağustos 1955’te hayata gözlerini yuman Ağavni Köseyan’ın ardından görevi devralan Rahibe Maryam Köseyan, 20 Kasım 1961’de, yetimhanenin kuruluşunun 95. yıldönümü kutlamalarında yaptığı konuşmada, Sırpuhi Kalfayan’ın başlattığı bu misyonda görev alan tüm rahibelerin hizmet anlayışını şu ifadelerle özetler:

“Eğer Tanrı’nın kuvvetiyle bu küçük hayatları ahlaki ve fiziki açıdan kurtarmaya layık olabildiysek, bu bizim kalplerimizin ödülüdür. Eğer gerçek sevgimizle milletimize sarılıp, ona hizmet edebiliyorsak, milletimiz bunun karşılığını, bize gösterdiği sevgi, cömertlik ve şefkat dolu koruyuculukla, misliyle ödemiş oldu. Ben de, bu altmış yıl zarfında milletime birazcık olsun hizmette bulunabildiysem, insanlık görevimi yerine getirebildiğimi farz edebilirim.”

KAYNAKLAR

Kalfayan Ağçıgants Vorpanots – Khasküğ: Vetsamyan Hamaradıvutyun 1914-1919 [Kalfayan Kız Yetimhanesi – Hasköy: Altı Aylık Bütçe] (İstanbul: G. Keşişyan Vorti, 1920).
Vatsunamyag (1866-1926) Kalfayan Ağçıgants Vorpanots – Khasküğ [Altmışıncı Yıl (1866-1926) Kalfayan Kız Yetimhanesi - Hasköy] (İstanbul: H. M. Setyan, 1927).
Kalfayan Ağçıgants Vorpanots (1866-1934) [Kalfayan Kız Yetimhanesi (1866-1934)] (İstanbul: H.M. Setyan, 1935).
Haruyramya Hişadagaran Kalfayan Dan: 1866-1966 [Kalfayan Evi’nin Yüz Yılı: 1866-1966], yay. haz. Hagop Çinar ve Berç Erzinyan (İstanbul: Oya Matbaası, 1966).




Yazar Hakkında