OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Türkiye’nin daimi kuruluş krizi ve Ermenilik

Türkiye, hergün hergün yeniden kurulması gereken bir ülke. Bu söylediğimde mecaz veya ironi yok, zira hem muktedirlerin hem de ‘sıradan’ insanların söylem ve eylemlerinde bu yeniden kurulma işini gözlemlemek mümkün. Evet, her devlet ve millet, özellikle de ulus devletler bir ölçüde böyledir. Üzerine oturdukları değerleri, kabulleri, pratikleri yeniden üretmek zorundadır. Merkezi milli eğitim, ordu, medya bunun için vardır. Ernest Renan daha 1882’de milletlerin her gün yapılan plebisitler olduğunu söylemişti. Bundan kastı, kişilerin beraber yaşama rızası ve iradesinin sık aralıklarla tazelenmesi ve yola ‘tek millet’ olarak devam etmeleriydi. Soru şu: Türkiye’de bir millet oluşturma iradesi ne üzerine kuruludur? Bu irade nasıl bir kolektif psikoloji üzerine oturur? Bu soruların cevabı şüphesiz katman katman. Fakat, en belirgin özelliklerden bir tanesi Türkiye’nin daimi bir doğuş, kuruluş krizi içinde varolagelmesidir. Zihinler, bir türlü varlıkla yokluk arasındaki o bıçak sırtı durumu aşamamıştır. Onun için sık sık “Kurtuluş Savaşı”nın hala devam ettiği söylenir. Erdoğan’ın da pek sevdiği ve sık sık tekrarladığı mısra, toprağın uğrunda ölen varsa vatan olduğunu söyler. Halbuki, Türkiye’de “toprak uğruna” ölenlerin, akan kanların haddi hesabı yoktur ama o toprak bir türlü “vatanlaşamamıştır”, dolayısıyla ölüm hali daimileşmiştir, normalleşmiştir. Ölümün norm ve amaç olduğu yerde de huzurlu ve mutlu bir toplumsal hayat kurulamaz, kurulamıyor da. Rahat edilecek o son noktaya bir türlü varılamaz. 

Buradan bakınca Türkiye henüz kurtulamamış, kurulamamıştır. Türkiye, bir ‘Neverland’, bir ‘yok ülke’dir. Her sabah uyandığında aynı günü yaşayan o film karakteri gibidir; ama o karakterden farkı bunun farkında olmamasıdır. Onun için her sabah varoluş kaygıları da tazelenir, bütün günü akşamı görüp göremeyeceği endişesiyle yaşar, ol sebeple de etrafına karşı saldırgandır. İşin diyalektik tarafı da şu ki, bu kaygılı saldırganlık, Türkiye’ye karşı diğer potansiyel şiddetleri harekete geçirir ve sonunda bu da, Türkiye’nin kaygılarını güçlendirerek kısır döngü yaratır. Siz kendiniz hala kurtuluş ve kuruluş döneminden çıkamaz ve dışarıya da bu izlenimi verirseniz, diğerleri de size öyle muamele yapar. Siz Lozan derseniz, birileri de Sevr der, mesela. 

Kuruluş krizinin daimiliğinin, Türkiye’yi diğer ulus devletlerden ayıran bir özellik olduğu ileri sürülebilir. Dediğimiz gibi, her ulus devletin kendi kurucu değerlerine atıfta bulunma ihtiyacı vardır. Bu ihtiyaç özellikle siyasi ve toplumsal kriz anlarında yükselir. (Örneğin, ABD Trump dönemiyle birlikte bu tip krizin emarelerini veriyor, bakalım göreceğiz.) Öte yandan, Türkiye’de kriz daimi olduğu için kuruluş aşamasından, değerlerinden, psikolojisinden çıkılamaz. Bu çerçeve içinde Ermeniliğin ‘müstesna’ bir yeri vardır. Ortada doğru dürüst, ‘göze batan’ somut bir Ermeni varlığı, dolayısıyla ‘tehdidi’ kalmamasına rağmen, bir imge, bir tahayyül olarak Ermeniliğin sık sık, özellikle işler ters gittiğinde gündeme getirilmesi, ağızlara pelesenk olması buradan bakınca anlaşılır hale gelir. Şöyle ki, kurtuluş ve kuruluş aşamasından çıkamayan Türkiye, kendini kuran şiddetin nesnesi olan Ermenileri de bu çerçevede konuşur. Ermeniler ve Ermeni imgesi olmadan kurtuluş ve kuruluş anı tekrar tekrar yaşanamaz. Başka bir deyişle, Ermeniliğin sık sık olumsuz bir imge olarak anılması, kuruluş sürecinden çıkamamanın bir sonucudur.

Benim psikanaliz bilgim yetmez ama keşke ehil birileri, Türkiye Cumhuriyeti’nin, Türk kimliğinin ve bunların Ermeni imgesiyle ilişkisinin psikanalitik bir hikayesini yazsa. Çok ufuk açıcı olacağına eminim. Ben yukarıda açıklamaya çalıştığım psikoz içindeki Türk kimliğinin Ermenilikle ilişkisi üzerine basitçe şunu söyleyebilirim: Hergün kurbanının mezarının başına gelip onu mezarından çıkararak bir daha öldürür, bir daha, bir daha….Kendisinin yaşaması kurbanın ölmesine bağlıdır çünkü; ama gel gör ki kurban bir kere ölebilir ama o yaşamaya devam etmelidir, varoluş enerjisi tazelenmelidir. Kendini sonsuz bir ikilemin içinde bulur: kurbanının hem ölmesini hem yaşamasını ister, yaşamasını ister ki bir daha öldürebilsin. (Bilmiyorum mitolojide buna benzer bir karakter var mı ama tam mitolojik bir durum.) Onun için herşeyde ‘Ermeni’yi arar, bulur, heryerde ‘Ermeni’yi yaratır. Kendisine yönelik her tehdit ‘Ermeni’ olsun ki, gönül rahatlığıyla öldürebilsin, eziyet edebilsin. Onun için Müslüman bir vaiz de Ermeni olur, darbeci askerler de veya PKK da. Dünya üzerinde bir tek Ermeni dahi kalmasa, hiç şüphesiz Türklük onu yaratacaktır.