Piyer Loti Tepesi mi, İdris-i Bitlisi Tepesi mi?

Geçtiğimiz hafta AKP Bitlis Milletvekili Vahit Kiler, Eyüp’teki Piyer Loti Tepesi’nin İdris-i Bitlisi Tepesi olarak değiştirilmesini istediğinde sadece biz değil Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş da şaşırdı.

AYŞE HÜR
hurayse@hotmail.com

Vahit Kiler tepkilere rağmen talebinin arkasında durdu ve “ İdris-i Bitlisi'nin ismini değiştirilmesi kanıma dokunuyor dedim, halen öyle diyorum. Burada isim Piyer Loti değil de Eyüp Sultan Tepesi olsaydı bu değişiklik talebinde bulunmazdım. Çünkü Eyüp Sultan hazretleri ile İdris-i Bitlisi'yi karşılaştırmayız. Eyüp Sultan Allah dostu büyük bir evliya. Karşılaştırdığınız zaman İdris'i Bitlisi mi? Eyüp Sultan mı tabii ki Eyüp Sultan. Peki İdris-i Bitlisi mi Piyer Loti mi? Tabii ki İdris-i Bitlisi derim” diye açıkladı tercihlerini. Kiler’e göre, tepenin adı zaten 1934’e kadar İdris-i Bitlisi Tepesi idi. Piyer Loti sonradan zuhur etmiş bir isimdi. Bu iddianın doğru olup olmadığı bir yana, tepeye İdris-i Bitlisi ismi verilmesine Dersimliler şiddetle itiraz etti, çünkü onlara göre İdris-i Bitlisi Yavuz Sultan Selim Dönemi’ndeki (1512-1520) Kızılbaş-Alevi katliamlarının mimarlarından biriydi. Kadir Topbaş konuyu tarihçilere havale edince, iş başa düştü ve bu haftayı bu iki ismin izini sürmeye ayırdım.

Aziyade ile aşk

Piyer (aslı Pierre) Loti’nin asıl adı Louis-Mari Julien Viaud’du. Protestan olan ailesi, 1598’de Protestanlara özgürlük veren Nantes Fermanı’nın kaldırılmasından sonra, Atlantik sahilindeki Oleron Adası’na sığınmış ve kuşaklar boyunca denizle iç içe yaşamıştı. Piyer Loti de bu adada doğmuş, 17 yaşında denizcilik okuluna girmiş, deniz subayı olarak İzlanda’dan Japonya’ya uzanan geniş bir coğrafyada dolaşmıştı. Piyer Loti’nin Doğu aşkı da denizciliğinin ürünüydü. 1870’de İzmir’e, 1876’da Selanik’e, oradan da İstanbul’a geçen Loti, bu ilk ziyaretinde İstanbul’da 18 ay kaldı. Harem mensubu yeşil gözlü Hatice adlı bir kızla (Vahit Kiler’e göre Azade adlı bir erkekle) yaşadığı aşkı anlatan Aziyade isimli romanı ile ilerde ünlü olacağının ilk işaretini verdi.

1887’de ve 1890’da bir kez daha İstanbul’a gelen Piyer Loti’yi Şark’a iten, o dönemde Avrupa’ya hâkim olan Fin de Siècle (Yüzyıl Sonu Nevrozu) diye adlandırılan hüzünlü ve kötümser havaydı. O yıllarda Avrupalı entelektüeller sürekli yaşadıkları yerlerden kaçma, uzak ve güzel diyarlara gitme, kılık değiştirerek o diyarların gizemli hayatına dalma, yasak zevklerini tatma gibi güçlü arzularla doluydular.

Eyüp mü Beyoğlu mu?

Ülkesine döndükten kısa süre sonra, 1891 yılında, radikal son düşüncelere sahip ünlü yazar Anatole France’ın desteğini alarak Fransız Akademisi’ne seçilen Loti’nin rakibi bir başka ünlü yazar Emile Zola’ydı. Bundan da anlaşılacağı üzere, Pierre Loti o günlerde saygın bir şahsiyetti. 1903’te bu sefer Fransız Sefareti’ne bağlı Vautour gemisinin kaptanı olarak İstanbul’a gelen Piyer Loti, Fin de Siècle ruhuna uygun olarak, muhafazakâr bir semt olan Eyüp’e yerleşti. Üzerine garip giysiler girdi, şehrin mezarlıklarına takıntılı ziyaretler yaptı. Sadece bunlarla da yetinmedi elbette. 1890’da yakınlık kurduğu II. Abdülhamit tarafından, rahatsız edilmemesi için tüm polis teşkilatına resmi dağıtıldığı için, büyük bir rahatlıkla şehrin tüm batakhanelerini dolaştı, gemisinde verdiği ziyafetler ve balolarla İstanbul’un en gözde kişisi oldu. Ama ilginçtir, gayrimüslim nüfusun yoğun olduğu Pera ve Beyoğlu’ndan, yüksek bürokratlardan, aydınlardan hem küçümsemeyle bahsetti.

Kadınlara ilgi duymadığı halde kadınların peşini bırakmadığı Loti, Osmanlı Hariciyesi’nin yüksek rütbeli bir memurunun kızlarının, Fransızca öğretmenleri ile birlikte kaleme aldıkları Harem hayatının sıkıntılarına ilişkin uydurma mektuplardan öğrendiklerini Mutsuz Kadınlar adlı eserinin malzemesi yaptı. Fransa’ya dönüşünden hemen sonra (1906) basılan roman 220 bin satarak döneminin en ünlü kitaplarından biri oldu. Daha sonra böyle bir haremin olmadığı, hikayenin tamamen uydurma olduğu ortaya çıktığı halde ününe halel gelmeyecekti. Kitap sadece Avrupalı aydınları değil, Osmanlı aydınlarını da etkiledi ve onları Harem, kadınların durumu gibi sorunlarla ilgilenmeye yöneltti.

Avrupa’ya sert eleştiriler

Abdülhamit’le yakınlığına rağmen, 1908’de Meşrutiyet’in ikinci kez ilanından sonra da gözden düşmeyen Pierre Loti, 1911 Trablusgarp, 1912-1913 Balkan Savaşları sırasında iki kez daha İstanbul’a geldi. Her iki savaşta da ülkesinin politikalarını şiddetle eleştiren ve ateşli bir Osmanlı-Türk dostu olan Pierre Loti 1913’te yazdığı Can Çekişen Türkiye adlı eserinde, Avrupalı devletlerin Osmanlı İmparatorluğu’nu paylaşma politikalarına sert eleştiriler getirdi. Birinci Dünya Savaşı’nın ilk aşamasını oluşturan Çanakkale Savaşı sırasında, Cenevre’de İtilaf Devletleri ile İTC liderleri arasında arabuluculuk yaptı. Bir subayın ülkesinin politikalarına karşı çıkması ve böyle gizemli misyonlara soyunması bazı kesimlerde Loti’nin bir ajan olduğu kanısını uyandırdı, ancak bu güne dek buna dair bir kanıt ortaya çıkmadı.

Türkler mi Ermeniler mi haklı?

1915 Ermeni Kırımı hakkında başlangıçta ağzını açmayan Pierre Loti 1918 yılında yayımlanan Ermenistan Kırımları adlı eserinde Türk sevgisi ile hümanist değerler arasında bocalıyacaktı. Daha önce “Dünyada Türk ırkından özü itibariyle daha iyi, daha mert, daha sadık ve daha uysal bir olduğuna inanmıyorum” diye yazan Loti bu kitabında Ermenilere karşı hiç onaylamadığı korkunç kırımlar yapıldığını, “bahtsız Ermenistan’a hatalarıyla son derece orantısız bir şekilde uygulanan zulümler uygulandığını ve bunların kendisinde derin bir merhalek uyandırdığını” yazıyordu. Kendisini bu duruma bir açıklama getirmekle yükümlü gören Piyer Loti’ye göre Türk halkı dürüstlük, misafirperverlik, sadakat gibi erdemlerine karşılık, hala “kör bir bağnazlık” içinde yaşıyordu. “Tehcir yer yer kırıma dönüşmüşse de bunun nedeni bahtsız Ermenilerin Türklere karşı uğursuz ve ikiyüzlü junalciler gibi davranmasıydı” ve “Ermenilerin uğradığı kırımlar Batı’ya hep abartılarak aktarılmıştı.”  “Bütün bu olanlarda en aşağılık pay da Alman Kayzeri II. Wilhelm’e aitti!”

1918’de Mondros Mütarekesi’nden sonra Fransızların Kilikya (Adana havalisi) işgal etmesi üzerine, Loti’nin Fransızlara yönelttiği ağır eleştiriler,“Türk dostu” imajının tazelenmesine neden oldu, dahası adeta bir Pierre Loti kültü doğdu. 17 Mart 1919’da Veliaht (1922-1924 arası Halife) Abdülmecid Efendi’den; 5 Haziran 1919 tarihinde 81 Osmanlı-Türk aydından minnet ifadeleri dolu mektuplar aldı. Aynı yılın Aralık ayında ise İstanbul’un önde gelen basın mensupları Pierre Loti Cemiyeti’ni kurdular. Loti, İstanbul’un fahri hemşerisi ilan edildi, Divanyolu’nda bir caddeye adı verildi. Dahası 1920’yılında 23 Ocak günü Pierre Loti günü olarak kutlandı.

Pierre Loti, 1920’de Sevgili Fransamızın Doğu’da Ölümü, 1921’de Doğu’da Ulvi Hayaller kitabını yazarak ateşli Türk dostu tavrını sürdürdü. Bu durum, o sıralarda bütün hızıyla süren Milli Mücadele’nin lideri Mustafa Kemal’in de sempatisini uyandırdı ve1922 yılında TBMM’nin gönderdiği bir heyet, Oleron Adası’ndaki Rochefort şehrinde yarı felçli olarak yatağa bağlı yaşayan Piyer Loti’yi ziyaret etti. Heyet yanında Mustafa Kemal’in minnettarlığını belirten bir mektupla, Anadolulu kızların dokuduğu bir halıyı hediye olarak getirmişti. Loti bu halinde bile, Osmanlı İmparatorluğu’nun paylaşımını hedefleyen 10 Ağustos 1920 tarihli Sevr Antlaşması’nı kastederek “Ah şu melun Sevr anlaşması nasıl düzeltilmesi!” diye söyleniyordu.

Kemalistlerle arası bozuluyor

Ancak bu sıcak ilişki umulmadık biçimde sona erdi. Pierre Loti, 1-2 Kasım 1922’de Saltanat’ın kaldırılmasının ardından Mustafa Kemal’in kafasındaki modern Türkiye ile kendisinin hayranlık duyduğu eski düzenin hiç benzemediğini fark etmiş ve yeni Türkiye’ye bazı eleştiriler yöneltmişti. ‘Şark meftunu Frenk’in eleştirileri, 20 senelik Pierre Loti efsanesini sonlandırdı ve yazarın Türkiye’ye girişine yasak konuldu. Zaten Loti’nin de gelecek hali yoktu. Yazar 9 Haziran 1923’te, Osmanlı İmparatorluğu’nun resmen ve geri dönüşsüz olarak sonlandırılması demek olan Cumhuriyet’in ilanını görmeden öldü.

Loti’nin adının 1934 yılında Eyüp sırtlarında bir tepeye verilmesi (itiraf etmeliyim, bu iddiayı araştırma fırsatı bulamadım), bu kızgınlığın çok sürmediğini düşündürüyor. Ancak, Kemalist rejimin ünlü edebiyat ve fikir adamlarından Yakup Kadri Karaosmanoğlu’nun 1946’da yayımlanan Atatürk biyografisindeki Loti, Tevfik Fikret’in Loti’sinden de sevimsizdi. Karaosmanoğlu şöyle anlatıyordu ünlü ‘Türk Dostu’nu:

“Dişi tırnağı sökülmüş inhitat (çöküş) Türkiye’sini Pierre Loti cinsinden Frenk muharrirleri bir fes, peçe, sarık, kafes ve nargile dekoru içinde seyredip anlattılar. Yıkık duvarlarla çevrilmiş çökük mezarlıklar; çınar altı kahvelerinde uykuya dalmış afyonkeşler, mezbele sokakların uyuz köpek sürüleri; bekçilerin ‘yangın var’ naraları… İşte dostumuz Pierre Loti’nin müdafaa ettiği, ‘Dokunmayın!’ dediği Türk dünyası bu çapaçul, bu zavallı şeylerden ibaretti. Pierre Loti, Madagaskar zencilerinden, Seylan maymunlarından ve Havai adalarının kelebeklerinden de bu sevgi ve alaka ile bahsetmiştir. Çünkü onun bezgin ve endişeli ruhu, kendisini avutmak için yeryüzünde arkaik ve pitoresk manzaralar keşfine çıkmış bulunuyordu. Bundan dolayı ne Loti, ne de Loti gibi bizi acayip ve zavallı bularak seven Frenk muharrirleri, Mustafa Kemal’in itibarını asla kanamamışlardır. O [Mustafa Kemal], kendisini bir ‘Yeni Adam’ hissettiği ve Türk milletinden bir canlı ve ileri cemiyet çıkacağını bildiği için, memleketimizi bir müze halinde görmek isteyenlere karşı bize doğrudan doğruya düşmanlık edenlerden ziyade kızıyordu.”

Piyer Loti

“…
Hatta sen 
sen Piyer Lobi!
Sarı muşamba derilerimizden
birbirimize geçen 
tifüsün biti
senden daha yakındır bize
Fransız zabiti!
Fransız zabiti sen
o üzüm gözlü Azadeyi
bir orospudan
daha çabuk unuttun!
Kalbimize diktiğin
Azadenin taşını
bir tahta hedef gibi topa tuttun!
Bilmeyenler
bilsin:
sen bir şarlatandan başka bir şey değilsin!
Şarlatan!
Çürük Fransız kumaşlarını
yüzde beş yüz ihtikârla şarka satan:
Piyer Loti!
Ne domuz bir burjuvaymışsın meğer
!

…..” (Nazım Hikmet, 835 Satır, 1929)

 

Nazım Hikmet’in 1929’da yazdığı “Piyer Loti” şiiri ise (bir bölümü yanda) herhalde Loti hakkında yazılmış en acımasız ifadelerden oluşuyordu.

İdris-i Bitlisi Kimdir?

Vahit Kiler’in memleketlisi olduğu için önerdiği anlaşılan, Dersimlilerin ise Kızılbaş Kürtlerin katili olduğu için itiraz ettikleri İdris-i Bitlisi’ye gelince, bu zatın ne zaman doğduğu, nereli olduğu, ailesi, eğitimi ne yazık ki iyi bilinmiyor. İdris-i Bitlisi’nin eserlerinde geçen bazı ifadeler, bazı Kürt büyükleriyle özellikle de Diyarbakır yöresinden bazı Kürt beyleriyle ırsi bağları olduğunu düşündürüyor ama kesinlikle Kürt olduğuna dair bir kaynak yok. Adını tamamlayan Bitlisi (buna Osmanlıcada ‘nisbe’ deniyor) ifadesi ise, muhtemelen ailesinin Bitlisli olmasıyla ilgili. Çünkü güvenilir bir arşiv belgesine göre İdris-i Bitlisi, İran’ın Rey şehrine yakın Sülukan nahiyesinde doğmuş. Doğum tarihi de kesin değil ama bazı anlatımlarından 1452 ile 1457 tarihleri arasında doğduğu anlaşılıyor. İdris-i Bitlisi’nin Şafii olduğunu söyleyen kaynaklar da var, Hanefi olduğunu söyleyenler de.

İdris-i Bitlisi, İran’da hüküm süren Akkoyunlu sultanlarından Uzun Hasan, Sultan Yakup, Sultan Rüstem ve Elvend Bey dönemlerinde (1478-1490) sarayda nişancı ve divan katipliği yapmış, 1501’de Sünni Akkoyunluların Şii Safevilere yenilmesinden sonra, Hac bahanesiyle İran’dan ayrılıp, II. Bayezıd’in sarayına gelmişti. İdris-i Bitlisi, burada padişahın emriyle ünlü manzum eseri Heşt Biheşt’i kaleme aldı. Eserin adı Farsçada ‘Sekiz Cennet’ anlamına geliyordu ama bu başlık, Osman’dan II. Bayezıd’a kadarki sekiz Osmanlı padişahının hayatını anlatıyordu. Ancak nedense, İdris-i Bitlisi, bu eseri için kendisine vaat edilen parayı alamadığı için biraz kırgın biçimde Hac’ca gitmeye karar verdi.

Kürtleri ikna siyaseti

Hac sırasında II. Bayezıd ölmüş, tahta Yavuz Sultan Selim geçmişti. Yavuz, İdris-i Bitlisi’ye bir miktar para göndererek gönlünü aldı ve saraya geri dönmesini sağladı. Amacının ne olduğu daha sonra anlaşılacaktı. İdris-i Bitlisi, Yavuz’un Tebriz Seferi öncesinde, Tebriz’e gönderdiği öncü heyetin içindeydi. Heyetin yaptığı çalışmalar sayesinde Yavuz Akkoyunluların ve Safevilerin başkenti Tebriz’e kolayca girecekti. Dönüş yolunda İdris-i Bitlisi, Safevilerle Osmanlı arasında seçim yapmakta zorlanan Kürt beylerini ikna etmekle görevlendirildi. 1514 yılında Amasya’da yapılan görüşmeler sonunda, 28 Kürt aşiretinin reisi, değişik imtiyazlar karşılığında Osmanlı Devleti’ne bağlı kalmaya söz verdiler. Karşılığında kendilerine (330 yıl sürecek) özerklik statüsü tanındı. Bu ilişkiler sayesinde 1514’te Safevilere karşı Çaldıran Zaferi kazanıldı (kaynaklara göre 16 Kürt aşireti Yavuz’un yanında savaşmıştı) ve Doğu Anadolu’da Osmanlı egemenliği kuruldu. Bu hizmetlerinin karşılığında İdris-i Bitlisi’ye Arap ve Acem Kazaskerliği rütbesi verildiyse de bu makamın ömrü kısa sürdü. Yavuz’un 1516’da başlayan Mısır Seferi’ne de katılan İdris-i Bitlisi, Bitlis’in ve Diyarbakır bölgesinin Osmanlı kontrolüne girmesinde önemli rol oynadı.

Yavuz’un sefer boyunca söz verdiği gibi, fethettiği bölgelerde adil davranmadığını gören İdris-i Bitlisi, duygularını bir kaside ile padişaha aktarmış, padişah kendisine kızmak yerine kendisini iltifatlara boğmuştu. Yavuz’dan iki hafta önce, 18 Kasım 1520’de İstanbul’da ölen İdris-i Bitlisi, eşi Zeynep Hanım’ın Eyüp sırtlarında yaptırdığı bir mescidin yanına gömüldü. İşte Vahit Kiler de bu mezar yerinden kalkarak Piyer Loti Tepesi’nin adının İdris-i Bitlisi yapılması gerektiğini söylüyor.

Dersimlilerin İdris-i Bitlisi’yi kan dökücü biri gibi tanımlanması ise abartılı görünüyor. Yavuz zamanında Anadolu’daki Kızılbaşların büyük katliamlara uğratıldığı biliniyor ama bunlarda İdris-i Bitlisi’nin rolü olduğuna dair bilimsel bir bilgi yok. Öte yandan İdris-i Bitlisi ahlak, felsefe, tıp, matematik, coğrafya, tarih, edebiyat gibi değişik alanlarda eserler vermiş çok yönlü biri. Muhtemelen, sarayda yaşama tutkusu yüzünden Yavuz Sultan Selim’in Kürt politikalarında arabulucuk yapmayı akıllıca bulmuş ve Şafii Kürtler nezdinde kendisinden beklenenleri hakkıyla yerine getirmiş. Yavuz döneminde Kızılbaşlara yönelik katliamlarda payı olduğuna dair bir bilgi, belge ise yok.

Şimdi bu tarihçelere bakınca, her iki şahsiyetin de tepeye adının verilmesinin de verilmemesinin de gerekçesi bulunabilir. Ancak, 1934’ten beri kullanılan Piyer Loti Tepesi adının değiştirilmesini gerektirecek bir durum var mı derseniz, buna evet demek zor. Bakalım, resmi tarihçiler ne diyecek ve tepenin adı ne olacak?

Özet Kaynakça: Taner Timur, “Bir Zamanlar Pierre Loti”, Toplumsal Tarih, Şubat 2007, S. 158, s. 18-27; Orhan Koloğlu, “Loti, Pierre”, Dünden Bugüne İstanbul Ansiklopedisi, C.5, s. 228-229, Kültür Bakanlığı ile Tarih Vakfı’nın ortak yayını; Mehmed Bayraktar, İdris-i Bitlisi, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1991; V.L. Menage, “Bidlisi, İdris”, The Encyclopaedia of Islam, London, 1960; s. 1207-1208; Nazım Hikmet, Şiirler I, 835 Satır, Yapı Kredi Yayınları, 2002, s. 18-21; Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Atatürk, İletişim Yayınları, 2005; Pierre Loti, Fantôme d’Orient, Paris, 2006. (Kitap Paris’teki Romantik Hayat Müzesi’nin kataloğu olup, Piyer Loti fotoğrafları bu kitaptan alınmıştır.)

 

Kategoriler

Güncel Yaşam