OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Büyükelçi’yi kim değil, ne öldürdü?

Türkiye’nin âdeti olduğu üzere, inanılmaz zamanlardan geçmeye devam ediyoruz. Düşünebiliyor musunuz, Beşiktaş saldırısı hangi gündü, Kayseri kaç gün sonra geldi diye hesap yaparken insanın kafası karışabiliyor. Toplu ölümlerin bir buçuk yıllık kronolojisi, ezberimizde tutabileceğimiz boyutları aştı maalesef. O derece akılalmaz, o derece trajik...

Bir de bunlara, Rus büyükelçinin öldürülmesiyle tekil ama ‘büyük’ bir cinayet eklendi. Bu suikastın tarih içinde nereye oturacağını, nasıl niteleneceğini söylemek için çok çok erken. Bu, bizim yaşam süremiz içinde bile belli olmayabilir ama şurası kesin ki, gelecekte bu dönemi çalışan tarihçilerin, olayların akışından başı dönecek! Kim kimdir, amacı nedir anlamak için arşivlerde, kütüphanelerde saçlarını başlarını yolacak biçareler!

Bu cinayet hakkında söylenecek çok şey var tabii. Bu konuların başında gelen, suikastçının kimliğidir. ‘Kimliği’ derken, bunu en az iki düzeyde anlamak lazım. Birincisi kurumsal kimliği, yani polis teşkilatından olması; ikincisi siyasi-ideolojik kimliği. Asıl kritik olansa, bu ikisinin birbirinden bağımsız olmadığı, birlikte geliştiği, yoğrulduğudur. Katilin o veya şu örgütten mi olduğu tartışılıyor. Benim konumumdaki birinin bunu bilmesine imkân yok, ancak söylenenleri muhakeme edebilirim. Fakat, bazılarına bu söylediğim tuhaf gelebilir ama bence katilin bir örgüte dahil olup olmadığı, dahilse hangi örgütten olduğu, önemsiz değil ama ikincil bir sorudur; çünkü ister ‘FETÖ’cü, ister Nusracı, ister polisin has evladı olsun, bu katil ve bu cinayet siyasi İslamcılık, daha doğrusu Türk-İslam ideolojisinin bir ürünüdür. (‘Siyasi İslamcılık’ı en geniş manasıyla kullanıyorum, yoksa bu ideolojiyi benimsemiş kişi ve gruplar arasında birçok fark olduğu malumdur.) Başka bir deyişle, katilin siyasi-ideolojik kimliği, kurumsal kimliğine göre daha kapsayıcı gözüküyor. (“Katil aslında liberal veya sosyalist düşünceye inanmıştı ama bu bir komplo olduğu için İslamcı gibi davranarak, sonunda öleceğini bile bile böyle bir işe girişti” diyenler varsa, ki Türkiye’de bu gibilerin olması değil olmaması şaşırtıcı olur, onları fantezi dünyalarının konforuyla baş başa bırakıyorum. Elimden bir şey gelmez.) Dolayısıyla, bu cinayeti bağlamına oturtmak için siyasi İslam’ın düşünsel ve ideolojik kaynaklarına, bu ideolojik ‘gaz’ın ortama hangi kaynaklar, kimler tarafından pompalandığına bakmak gerekir. Sabah akşam Necip Fazıl'dan, kindar nesilden, büyük Osmanlı’dan, fetih menkıbelerinden, “Moskof gâvurundan dost olmayacağından” falan bahsedip, ‘Diriliş’ gibi dizileri göklere çıkarıp, ondan sonra “Yavrucuğum, ben sana büyükelçiyi mi vur dedim?” diyemezsiniz. Bunlarla beslediklerinizin nerede patlayacağı belli olmaz, yaratırsınız ama her zaman kontrol edemezsiniz. (Bunları söylerken, Rusya’nın çok matah olduğunu söylemiyorum. Bilakis, Putin gibi bir otokratın idaresindeki Rusya’ya yöneltilecek çok eleştiri var. Mesela, bana göre Rusya, Esad rejimi ve adına muhalif denen Sünni cihatçılar gibi, Halep’te savaş suçu işlemiştir. Sorun Rusya’ya karşı olup olmamak veya eleştirmek değil; önemli olan, bunu nasıl, neye dayanarak, hangi pozisyondan yaptığınız.)

Şimdilerde herkes, FETÖ’ye atfen, beyin yıkamanın ne kadar tehlikeli bir şey olduğundan bahsediyor. Evet, çok doğru, doğru da, o dediğinizi sadece FETÖ mü yapagelmiş acaba? ‘Devletin ideolojik aygıtları’ diye bir şey uzun süre önce ifşa edildi. Hadi diyelim ki bu katil FETÖ mensubu, tekbirlerle intikam yeminleri eden, duvarlara Türk-İslamcı slogan yazan polisleri ne yapacağız? Bunları söylemişken, bu son suikastta tetiği çekenin polis olmasına çok şaşıranlara dair de bir-iki cümle edelim. Şüphesiz, böyle bir cinayetin bir emniyet teşkilatı mensubu tarafından işlenmiş olması önemlidir ama “Allah Allah, emniyet teşkilatı nasıl böyle işlere bulaşmış, içinden nasıl böyle biri çıkmış?” diyecek bir durum yok. Yakın ve uzak tarihteki onlarca örneği bir kenara koyalım, Hrant Dink cinayeti davasında, asker ve polisin bu cinayetin kurgulanmasında, hayata geçirilmesinde oynadığı rol, çarşaf çarşaf önümüze dökülmedi mi ve hâlâ dökülmüyor mu? Büyükelçi cinayeti, amirlerden bağımsız işlenmemiş olabilir –veya olmayabilir– ama nasıl ki emir-komuta içinde yapılmamış askerî darbeler de darbe ise ve ordunun siyasi ve kurumsal yapısının bir ürünüyse, bu cinayet de, diğer başka veçhelerinin yanı sıra, emniyetin siyasi ve kurumsal yapısının bir ürünüdür. Nihayetinde FETÖ –veya Nusra– o yapı içine girebildiyse, ideolojik ve kültürel doku uyumu sayesinde girebildi. Kendileri değil mi, “Hepsinin alnı secdeye değdiği için onlara güvendik” diyen?