LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Bereket ve umut

 “belki de yaşamı yeterince sevmiyor muyuz?
duygularımızı yalnız ölümün uyandırdığına dikkat ettiniz mi?”

Albert Camus

Arapçada ‘nar’, ateş anlamına gelir. Anadolu’nun hemen her yerinde, Ermenistan’da, Ortadoğu’da bolca yetişen, aslında mucizevi bir bitki, nar ağacı. Sonbaharda sararan sapsarı yapraklarıyla, en az meyvesi kadar etkileyicidir.

Nar Ermeniler için bereketi simgeler. Bu nedenle yılın ilk gününde, yeni ev ya da işyerinin kapısının eşiğinde, bereket versin diye patlatılır. Ermenistan’da gelinlere patlattırdıklarını gördüm, yine bereket manasında.

Sadece Ermenilerde değil, Yahudilerde de özel bir anlamı var narın. Doğruluğu simgeliyor; Adem ve Havva’nın cennetten kovulmalarına neden olan meyvenin elma değil nar olduğuna inanılıyor.

Kuran-ı Kerim’de, Allah’ın yarattığı güzel şeylere örnek olarak veriliyor, hatta Rahman suresinde cennetin meyvesi olarak geçiyor.

Yüzyılların acılarını geçirmiş olsan da, azıcık kalmış olsan da, değişen takvim hep umut taşır yanında. Bereket ve umut yan yana en yakışan kelimelerken, biz onları kullanamayacak kadar acılaşmış durumdayız.

Sürekli ölüm haberleri ve o ölümün bize ne kadar yakın olduğunu konuşarak geçiyor günlerimiz. Başka ülkelere gitme kararı almış arkadaşlarım ve yurtdışından sürekli hayatta olup olmadığımı soran tanıdıklar arasında geçiyor günler. Bir ışık var mı bilmiyorum.

Eğer bir ülkede iyiden güzelden bahsederken insan kendini kötü hissediyorsa, orada bir sorun var demektir. İşim, alışkanlıklarım gereği bu köşede iyi yemekten, iyi şaraptan, iyi rakıdan, meyhanelerden, kadim ürünlerden bahsederken kendimi suçlu hissetmeye başladım.

Ölüm bu kadar yakın ve olağan olduğunda dünyanın her yerinde insanlar benzer tepkiler veriyorlar.

11 Eylül saldırılarından sonra New York’ta insanlar evlerinden çıkmak, dışarıda yemek yemek istemiyorlardı. Pek çok ünlünün katıldığı, Belediye’nin de dahil olduğu kampanyalarla insanlara dışarı çıkmaları, hayatlarına devam etmeleri söylendi.

Öyle de yaptılar. 11 Eylül felaketi sonrası New York’ta, en azından gastronomi dünyası için bir felaket yaşanmadı.

Memleketimizde olanlar bundan biraz uzak gibi. Neredeyse beş-altı milyon insanın dolaylı ya da dolaysız olarak ekmek yediği bu sektör için pek iç açıcı görünmüyor durum. Çünkü daha ölülerimizi gömemeden kavga etmeye başlıyoruz. Birbirimizin gırtlağını sıkmaya o kadar meraklıyız ki, aptallar gibi, öldüğümüz anlayamıyoruz. Sanki çok uzun bir cenaze töreninde gibiyiz. Sonunda birileri bu ölüyü kesin gömecek. Biz de o ölüyle beraber mezara gireceğiz galiba.

Geçen senenin ilk yazısını “‘Diyarbakır’ dendiğinde üzülünmeyecek bir yıl” dilemişim. Artık aynaya baktıkça üzülecek kıvama geldik.

Hayat falan değil bu çektiğimiz, durduğumuz yerde eskiyoruz.