Bir kurtarıcının mülteci doğumu

Surp Dzınunt Yortusu dolayısıyla, Episkopos Sahak Maşalyan, İsa Mesih’in Beytüllahim’de bir ahırda doğuşunun taşıdığı anlamı ve bugünlere dair mesajını yorumladı.

Tanrı, insan tahayyülünü aşan bir varlıktır. Ama her şeye rağmen onu tahayyül etmek zorundayız, yoksa onun üstüne konuşamayız. Vahiy, zaman içinde Tanrı’nın kendini insan anlayışına açması olayıdır. Kutsal Kitap’ta yer alan peygamberler ve en nihayet Tanrı’nın bedenleşmesi olan İsa Mesih, bize inanacağımız, adanıp takip edeceğimiz bir tanrı imajı sunar. Bu imaj o kadar önemlidir ki, inançlı bireylerin ve medeniyetlerin insanlık ideallerini belirler. “Bana Tanrı’nın kim olduğunu söyle, ben de sana kim olduğunu söyleyeyim” diye bir vecize oluşturursak, günümüz din tartışmalarına aydınlatıcı bir ışık tutmuş oluruz. Çünkü bu konuda yapılacak tüm sosyopsikolojik, antropolojik ve kültürel çözümlemeler, en nihayetinde bir dindeki en mükemmel varlık ve karakterlerin o dinin takipçilerinde bir şekilde kendini yansıttığı tespitinde bulunacaklardır. Din ve mezhep savaşları ve dinci terör, bunları gerçekleştiren insanların tanrı imajıyla kökten ilintilidir. Yaşatan, insanı yücelten, soylulaştıran ve koruyan tanrı imajlarının yanı sıra ölüm kültürü üreten, yıkıcı ve insanı öteleyen çatışmacı tanrı imajları da vardır. Kana susayan tanrılar takipçilerini nereye sürüklerler? 

Mesih’in doğumunun anlattıkları

İsa Mesih’in doğumundaki olayları Hıristiyan tanrıbilimi bir tanrısal açılım (teofani) olarak görür. Bu olayların bir tesadüf değil, insanlığa evrensel mesajlar iletmeyi hedefleyen ilahi bir seçim sonucu gerçekleştiğine inanır. Mesih’in bir yolculukta, Beytüllahim’de bir ahırda doğması ve henüz bir bebekken Mısır’a göçmesi tesadüfler sonucu değil, ilahi bir plan gereğince oluşmuştur. Onun doğumu tanrısal değer yargılarının güçlü sembollerle insanlığa ilan edilmesidir. Kutsal Doğuş Bayramı aslında bu simgesel mesajları yineleyerek Tanrı’nın karakteri ve öncelikleri konusunda insanlığı uyarır ve teselli eder. İsa’nın doğuş hikâyesi dünyanın en iyi bilinen ve en çok kutlanan olayıdır. Hıristiyan takviminin iki ayını kuşatır. Tanrısal irade onu tarihin merkezine oturtmayı seçmiştir.

Bir göç ve mülteci hikâyesidir Mesih’in doğumu. Bütün romantikliğine karşın acı bir hikâyedir. Roma İmparatoru’nun çıkardığı nüfus sayımı emri uyarınca, İsa’nın ebeveyni Meryem ve Yusuf’un, yaşadıkları Nasıra kentinden, kütüklerinin bulunduğu yüz kilometre uzaklıktaki Beytüllahim’e giderek kaydolmaları gerekir. Yoksulların yolculuğu zor olur. Beytüllahim’e vardıklarında onlara kalacak bir yer bulunmaz. Handa onlara yer yoktur. Kimse misafir de etmez onları. Doğum ânı gelip çattığında, bu garibanlara açılan tek yer, bir ahırın kapısı olur. Dünyanın en büyük adamı burada doğacaktır.

İlahi bir protesto

Mesih’in doğumu sevgiyi ve insanı dışlayan medeniyet değerlerimize karşı ilahi bir protestodur. Mesih, saraylarda ve hatta normal bir evde değil, bir ahırda doğmayı tercih etti. Kim bilir, belki de Tanrı bize kendi gözünde ahırların bizim saraylarımızdan daha temiz, saygın ve muteber yerler olduğunu anlatmak istiyordu. Ahırlarda insana hizmet eden masum hayvanlar yaşar, saraylar ise insan kanıyla beslenen, vampirimsi ama gayet süslü, zarif ve şaşaalı, insanımsı ama yırtıcı ve zeki yaratıklarla doludur. İnsanlar kamuflajlarının ardındaki iğrençliği fark etmez. Ama Tanrı yüreği görür.

Bir aziz ve bir melek yolda giderken, melek yol kenarında yatan bir hayvan cesediyle uzun uzadıya ilgilenmiş. Bu duruma bir anlam veremeyen aziz ise burnunu tutarak uzaklaşmış. Az sonra karşıdan gelen bir şövalye görmüşler. Aziz hayranlıkla uzun uzun seyrederken şövalyeyi, bu kez melek burnunu tutarak uzaklaşmış oradan. Nedenini soran azize şöyle demiş melek: “Sen sadece dışı görebiliyorsun ve ondan etkileniyorsun. Biz ise içi görürüz. O şövalye öylesine kindar, hırslı ve kibirliydi ki, tahammül edemedim ondan çıkan iğrenç kokuya.”

Yoksulların tanrısı

İktidar korkusuyla, zamanın kralı Herod, Beytüllahim’deki bütün bebekleri öldürtür ama yine de o dönem Yahudiler onu Büyük Herod olarak anarlar. Tanrısal zamanlamayla kıl payı bu kıyımdan kurtulan kutsal aile Mısır’a kaçar. Böylece Kurtarıcı’nın hayatı bir mülteci macerasıyla başlamış olur. Kurtarıcı, kurtarmak istediği insanlarla kader birliği yapmalıdır. O, yaşam yolculuğuna, evsizlerle, yurtsuzlarla, mülteci ve zulümden kaçan yoksullarla başlamayı tercih etti. Mesih’te tezahür eden Tanrı öncelikle ‘yoksulların Tanrı’sı’ olmayı seçmiştir. Doğum hikâyesi boyunca hep mucizeler olur. Tanrı altın fırçasıyla, hor görülen her şeyi öylesine yaldızlar ki, yoksulların hikâyesi devleşir, muhteşem bir efsaneye dönüşür. Mesih’te bize açılan Tanrı, unutulmuşları unutmayan, zalimin ününden, gücünden ve zenginliğinden ziyade yoksulun var olma mücadelesini beğenen, seyreden ve alkışlayan Tanrı’dır. İsa’nın vaazlarından birinde dediği gibi, “Rab’bin ruhu üzerimdedir. Çünkü O beni yoksullara Müjde’yi iletmek için meshetti. Tutsaklara serbest bırakılacaklarını, körlere gözlerinin açılacağını duyurmak için, ezilenleri özgürlüğe kavuşturmak ve Rab’bin lütuf yılını ilan etmek için Beni gönderdi.” (Luka 4:18) 

İnsan doğasının görkemi

Yine de Tanrı bizim anladığımız biçimde yardım etmez yoksullara. Çünkü insanın öğrenmesi gereken hakikatler ve erdemler, bu denenme dünyasının katı gerçeklerinde saklıdır. Tanrı dalgalar ve fırtınalara rağmen gemisini yürütmesini öğrenen kaptanlara dönüşmemizi ister. Evet, her şeye rağmen kutsal aile yolculuğuna devam eder ve yaşama tutunur. Yoksulluk, zulüm, gurbet ve acılar onları yıldırmaz. İnsanlıklarını ve güzel günlere olan inançlarını hiç yitirmezler; tam tersine, azizlere, insanlığın örnek aldığı kahramanlara dönüşürler. Tanrı böyle kişiler vasıtasıyla insana verdiği muazzam potansiyeli hatırlatır. Zulümden, acıdan, açlık ve yokluktan, hırslardan, korkulardan ve hatta ölümden bile güçlü olan insan doğasının görkemi parıldar durur böyle insanların ruhunda. Gecenin karanlığında Beytüllahim’de parlayan Mesih İsa’nın yıldızı gibi, insanı tanrılığa yönlendirir.

Bu kadim doğuş hikâyesini geçen binlerce yılın gölgesinde tekrar gözümüzün önünde canlandırırken, bazen burnumuzun dibinde göç yollarında acı çeken milyonları gözden kaçırabiliyoruz. Evet, onlar için her şeyi mükemmel yapamayabiliriz ama hiç olmazsa İsa Mesih’e doğması ve donmaması için ahırını açan o bilinmeyen hancı gibi olabiliriz. Tanrı’nın yoksullarına vereceğimiz her şey, yapacağımız her katkı, Noel hikâyesinin devam etmesini sağlayacak.

Kategoriler

Toplum Kilise



Yazar Hakkında