Noel Baba sendromu

MURAT CANKARA 

Yekten konuya giriyorum, vaktimiz ve yerimiz dar.

1) Hüseyin Nesimi 1915’te Lice Kaymakamı. Tehcir emrini uygulamayı reddettiği için, meşum Diyarbakır Valisi Reşit (kitapta “Reşid”, hatta “Reşitd” versiyonları da mevcut) tarafından azmettirilen Teşkilat-ı Mahsusa çetesi tarafından Lice ile Hani arasında katledilerek oracığa gömülüvermiş. (Bu durumda şehit sayılır mı, albayım?) Devletin valisini yedirmemişler elbette; ama davayı kapatıp onu göz önünden uzaklaştırmak zorunda kalmışlar. İttihat ve Terakki’nin iktidardan düşmesi sonucu yeniden yargılama yolu açılınca sabık vali önce kaçmış, sıkışınca da intihar etmiş. Hüseyin Nesimi Girit doğumlu ve Bektaşi bir aileye mensup. Burçin Gerçek’in deyişiyle ‘akıntıya direnen’ bu talihsiz bürokrat Mekteb-i Sultani ve Mülkiye’de okumuş, bir ‘öğrenci olayı’na karıştığı için mülkî amir olma hakkından mahrum edilmiş, 1901’de İstanbul’a gelip Abdülhamit’e bir ıslahat layihası sunarak hakkını yeniden kazanmış, sonra sürülmüş, sonra istifa etmiş, Meşrutiyet’in ardından imparatorluğun çeşitli yerlerinde kaymakamlık yapmış. Velhasılıkelam, yüzyıl dönümünde yaşama bahtsızlığına erişmiş pek çok Osmanlı bürokratının yürüdüğü yollardan ve siyasi kırılmalardan geçmiş.   

2) ‘Sahib Zuhur’ (‘baş kaldıran’ anlamına gelen bu başlık kitapta ‘Sahibul Zuhur’, başka kaynaklarda ‘Sahib-i Zuhur’ olarak da geçiyor), Hüseyin Nesimi’nin katlinden yaklaşık bir yıl önce, yani 1914’te yayımlanmış. (Önsözdeki garabete bakılırsa yazar kitabı “Şubat 1916’da, Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasından beş ay, kendisinin öldürülmesinden on dört ay önce” tamamlamış.) Kitapta, Cihan Harbi arefesinde Osmanlı için bir durum değerlendirmesi ve reçete sunuluyor. Hüseyin Nesimi’ye göre Avrupalıların en büyük emeli Osmanlı’yı millî karakterinden uzaklaştırıp sömürgeleştirerek İslam dünyasını yok etmektir. Cümle sorunlarımızın gerisinde Haçlı zihniyetini bulmak mümkündür. Osmanlı karamsarlığı bırakmalı, Batı’yı taklit etmekten uzaklaşmalı, dışarıda ve içeride huzuru sağlamalı (bundan anladığı, “herkesin işi gücüyle meşgul olarak hükümetin başını ağrıtmaması”dır), donanmasını güçlendirmelidir. Eğer şartlar müsait olursa, Erzurum (Sarıkamış dememiş) üzerinden yarım milyonluk bir orduyla Kafkasya’ya girmek ve Moskova kapılarını çalmak bile işten değildir. İşin çarpıcı yanı, kitap sanki 1914’te yazılmamış gibi, Ermenilerden sadece birkaç sayfada ve tabi ki Rusya’nın emelleri bağlamında söz edilmesidir. Kitap, bir belge olmak değil ancak İttihatçı bir bürokratın o tarih itibarıyla vaziyeti nasıl algıladığını göstermek bakımından ilginç.

3) ‘Sahib Zuhur’ bir yayıncılık skandalı. Kapağından ‘Gündem’ serisine ait olduğunu anladığımız bu kitap ne yazık ki en ufacık bir editoryal işlemden geçmemiş bir ‘chicken translation’. İmla tutarlılığı, hatasız dizgi gibi ‘meziyetler’ yayıncılığımız için lüks, bunu artık kabul etmeliyiz. Fakat ‘Sahib Zuhur’ el artırıyor. Sadeleştirmelere çamur atmak, dil üzerinden meslekî alan savunması yapmak hiç âdetim olmadığı gibi, bunun Osmanlı/Türk modernleşmesindeki karşılıklarını anlamak için yıllardır uğraşıyorum. Fakat kitabı okurken cümleleri anlamakta o kadar zorlandım ki, metnin Osmanlıcasına bakmak zorunda kaldım. (Halbuki Yusuf Kaplan’ın yazılarını takip etmekle de yetinebilirdim.) ‘Maneviyat-ı mesail’ ifadesi ‘maneviyat meseleleri’, ‘efkâr-ı umumiye’ de ‘genel düşünce’ yapıldı diyelim; insandır, hata yapar. Ya şu cümle: “Ecnebi devletler, zafer kazanıldığı takdirde istatistiki zorunluluk ilan etmişlerdi.” Bu anlaşılmaz cümlede ‘statüko ilanı’ndan bahsedildiğini hemen göremese bile, kitabı okuyan birinin, durumdan kuşkulanarak orijinal metne bakması ya da çevirmeni uyarması mesleğin icaplarından değil midir? Bu metin baskı öncesi okunmadıysa fena, okunduysa daha da fena.

4) Bu kitabı okuyunca kafam karıştı. Hüseyin Nesimi tehcir emrini neden uygulamadı? Emir şifahi olduğu ve resmî bir emir olmadan hareket etmek istemediği için mi? Hilmar Kaiser’in belirttiği üzere, Rusların ilerlemesi halinde yerli Ermenilerin ayaklanabileceğini düşünerek onları kazada tutma isteği, vakit kazanmak için bir bahaneden mi ibaretti? Hem sonra, nasıl oldu da onu Ermenilerin öldürdüğü söylentisi başta kabul gördü? ‘Sahib Zuhur’ bana Hüseyin Nesimi meselesinin daha derinlikli ele alınması gerektiğini düşündürüyor. (Örneğin Burçin Gerçek, başka bir kaynağa atıfla, Hüseyin Nesimi’nin bu kitapta Osmanlı’nın sorunlarına çözüm olarak tasavvufî hayatın yaygınlaştırılmasını önerdiğini belirtmiş ki bu doğru değil. Dolayısıyla Vali Reşit’i karşısına almış tasavvuf ehli bir hümanist portresi de epey tartışmalı.) Ve tabii şu: Metin boyunca Hıristiyanları Haçlı ve misyoner zihniyetiyle özdeşleştiren ve hükümetin içimizdeki düşmanlar nedeniyle sert tedbirleri gerekli gördüğünü dile getiren fakat iş o haçı gerçekten boynunda taşıyan kadınları çoluk çocuklarıyla birlikte ölüme göndermeye gelince tereddüt eden Hüseyin Nesimi’nin trajik (dramatik değil) durumu, Noel Baba ve Ruslar karşısındaki büyük ikilemimizi andırmıyor mu?

Sahib Zuhur
Oral Çalışlar, Serpil Çalışlar Ekici
Everest Yayınları
200 sayfa.