Öyküleriyle Bertand Russell

NİLGÜN SAVAŞ 

Filozof kimliğiyle tanıdığımız Bertrand Russell, bu kez öyküleriyle çıkıyor karşımıza. ‘Mümtaz Şahsiyetlerin Kâbusları‘, Russell’in on iki öyküsünü içeriyor. Bunlardan onu, filozofun kendi deyimiyle ‚mümtaz şahsiyetlere‘ gördürdüğü kâbuslardan oluşuyor. Peki kimler görüyor bu kâbusları? Russell çok geniş bir yelpazeden şahsiyetleri hedef seçmiş kalemine. Bunların arasında Stalin ve Eisenhower gibi gerçek kişiler de var. 

Yazar kitabın başındaki giriş yazısında, buradaki kâbusların “akıl sağlığına giden ta-belalar” olarak değerlendirilebileceğini söylemiş, gerçekten de öyle. Her bir hikâyede bastırılmış tutkuların insanın başına ne işler açabileceğini görüyoruz. Söz konusu tut-kuların ve bastırmaların yarattığı dertlerin bir kısmı sadece kişinin başına belayken, bazıları topyekûn insanlığın başına bela oluyor. Eisenhower’ın gördüğü kâbusun pek sevdiği bilinen aşçılıkla değil, dünyanın ahvaliyle ilgili olacağı aşikâr tabii.

Öyküler ve ipuçları

Birkaç cümleyle her bir öykü için ufak tefek ipuçları vereyim:

‘Saba Melikesi‘, Sultan Süleyman’ın güzel sözleriyle büyülenmiş halde onunkine denk bir ferasetin ve zenginliğin sevdasına düşmüşken kendini nerede buldu?

19. yüzyılda Shakespeare’in eserlerini çocuk ve kadınlara uygun hale getiren (sözün özü sansürleyen) Thomas Bowdler, Shakespeare’e kimi kurban verdi?

Shakespeare’in kahramanları Hamlet, Romeo, Othello, Lear, Macbeth ve Antonius, psikanalist Doktor Bombasticus’un tedavisinden sonra nasıl yaşamlar sürüyorlar? Romeo, Juliet’i özlüyor mu? Antonius, Kleopatra için ne diyor? Konuşan heykel Shakespeare eserlerinden alıntılar mı yapıyor yalnızca, yoksa söylediklerinin gizli bir anlamı var mı?

Cehenneme kadar şöyle bir uzanan metafizikçi, Karanlıklar Prensi ile karşılaştığında neler oluyor?

Varoluşçu, belki de varolmadığı korkusunu alt etmek için nelere kalkışıyor? Poe’nun kuzgununun bu meseleyle ilgisi ne?

Sayılarla raks eden matematikçi profesörün 137 sayısıyla alıp veremediği nedir?

Stalin peş peşe yuvarladığı kırmızı biberli votkaların ardından kimlere tutsak düşüyor? Bu adamlar Stalin’i kendi istedikleri tarafa çekebilecek mi?

Eisenhower, McCarthy’nin eliyle şekillenen düzende dünyanın nasıl bir çukura yuvar-landığını gördü?

Zamanın ABD Dışişleri Bakanı Dean Acheson, salıyla çarşambayı karıştırınca kendisini nasıl bir kâbusun içinde buldu?

Her işe uygun robotlar tasarlayan Doktor Vulpes’in savaşın sürekli olarak devam et-mesinden kazancı neydi? Robot ordularının Kafkas dağlarında açtığı tünel nereye uzanıyordu?

Bu soruların cevaplarını Kâbuslar‘ı okuyarak bulacaksınız. Russell kimileri gerçek, ki-mileri de belli bir zümreyi temsil etmek üzere tasarlanmış hayali kişilere böyle kâbus-lar uygun görmüş. Kaleminin bütün alaycılığı, zekâsının bütün keskinliğiyle herkesi ince ince doğruyor, dogmaları bir güzel eleştiriyor.

Kitapta bu on kâbustan başka iki de uzun öykü var: Zahatopolk ile İnanç ve Dağlar. Russell, Zahatopolk’un baştan aşağı ciddi olarak tasarlandığını söylemiş ki bunu belirtmesine pek de gerek yokmuş aslında. Sanırım kâbuslardaki mizah unsurunu Zahatopolk’ta bulamayacağımızı kastetmiş bunu söylerken. Öykü, belirsiz bir gelecek-te geçen bir distopya. Kızıl derili insanlar üstünlüğü ele geçirmiş, onların arasında da en üstünü Perulular. Hiçbir fiziksel lükse izin verilmiyor, sert yataklarda uyuyor, deri giysiler giyiyorlar. Bezelye yemek, ölümle cezalandırılan bir suç. Tabii bütün bunların ardında hâkim sınıfın hâkimiyetini koruma amacı yatıyor. Bu uğurda her şey yapılıyor, hatta yamyamlık bile. İnsanların körü körüne inandıkları şeyler uğruna yapabile-ceklerini son derece gerçekçi şekilde ortaya koymasıyla bizi dogmalar üzerine kurulu toplumsal düzenlere karşı uyarıyor Russell. Zahatopolk, yarım yüzyıldan uzun bir süre önce kaleme alınmış bir distopya olmasına karşın güncelliğiyle doğrusu bir miktar tüyler ürpertici. Zira bugün de hâlâ aynı sorunlarla boğuşuyoruz: Hâlâ egemenler toplumları mitolojiler, hayali geçmişler, disipline edici ritüeller ve akıl süzgecinden geçirilmemiş kör inançlarla yönetmek konusunda oldukça başarılılar.

Kâbuslar haricinde ikinci uzun öykü olan İnanç ve Dağlar‘da Russell yine alttan alta işlediği ince mizaha dönüyor. Öyküyü açıkça gülümseyerek okumadığınız zamanlarda bile müstehziliğin iğnesi hep içinizi gıdıklıyor. Bu öyküde iki tarikat var: Molibdenler ve Kuzey Mıknatısları. Molibdenler molibdenum madeninin sonsuz faydasına bütün yürekleriyle inanırken, Mıknatıslar aynı bağlılığı Kuzey Kutbu’na karşı besliyorlar. El-bette bu iki tarikat birbirlerinin can düşmanı. Ondan sonra her şeyi altüst eden olaylar gelişiyor.

Öykülere dair böylece ipuçları verdikten sonra şunu da belirtmek gerek: Yarım yüzyıldan daha uzun bir süre önce yazılmış kitapta, günümüzde pek bir moda olan politik doğruculuğa pek rastlamıyorsunuz. Açıkçası bu da insanın içini ferahlatan bir dobralık sunuyor okura. Karşımızda temiz, akıcı bir çeviri bulunduğunu, kitabın yayına titizlikle hazırlandığının açıkça anlaşıldığını da vurgulayayım. 

Mümtaz Şahsiyetlerin Kâbusları ve Diğer Öyküler
Bertrand Russell
Çeviri: Seda Çıngay Mellor
bgst Yayınları  
177 sayfa.