Bir nevi bizim tarihimiz

YETVART DANZİKYAN 

Apaçi Ayhan,  ‘Büyük Geyik’ Levent Erseven, Küçük Dev Adam Pepo, Melodi Adnan, Laterna Bülent, Piccatura Mustafa Abi, Narmanlı’nın Deniz Pınar’ı, Remix İhsan, Shades Süleyman, Parkinson Şeref, Garajyen Barbo, Demiryolu Çocuğu Kemal X ve diğerleri… Ya da hani derler ya, çok daha fazlası. Murat Beşer İletişim Yayınları’ndan çıkan ve Aptulika’nın çizimleriyle süslediği ‘Yoldan Çıkmış Simalar’ kitabında benim de herhalde ucundan bucağından üyesi olduğum bir, nasıl desek, ‘komünite’yi anlatıyor. Müzik, plakçılık işine gönül vermiş, rock müziğin bilhassa 1970’lerde ve 80’lerde Türkiye’de daha fazla yayılmasına gelişmesine ön ayak olmuş, kimi zaman para kazanmış ama genel olarak ellerindeki avuçlarındakini kaybetmiş, hiçbir yer bulamazlarsa Beyazıt Meydanı’nda, Teşvikiye Camii’nin önünde açık havada faaliyet göstermiş, kimi zaman buradan dükkana terfi etmiş, kimi zaman edememiş, velhasıl plak ve müzik işini hayatlarının merkezi haline getirmiş şimdi ise köşelerine çekilmiş, gerçekten yoldan çıkmış simaların bir resm-i geçidi gibi bu kitap.

1980’lerin ortalarında…

“Benim de ucundan bucağından bulaştığım, üyesi olduğum” dedim ya. Önce çok kısa onu açayım. 1980’lerin ortalarında biz de ilk gençlik yıllarımızda rock müzik peşinde koşan, o plakçı senin, bu plakçı benim dolanıp duran kasetlerimize karışık liste ya da albüm kaydettiren insanlardık. Dolayısıyla işe elbette ki  müşteri olarak başladık. Şöyle yıllardı: CD furyası daha başlamamış, internet filan zaten yok, yani şarkı download etme diye bir şey aklımızın ucundan bile geçmiyor: plak ve kaset zamanı. Ama yurtdışında çıkan plaklar da öyle kolay kolay bulunmuyor. Türkiye’ye gelse bile tek tük geliyor ve de bizim için pahalı. E ne yapıyoruz, sevdiğimiz beğendiğimiz grupların, (ki Led Zeppelin’den Rush’a, Deep Purple’dan Yes’e, Pink Floyd’a uzanan bir yelpazeden bahsediyoruz) plaklarını getiren ve onları bizim için kasetlere kaydeden dükkanlar arıyoruz. Ben de bu dükkanlara gide gelen en sonunda birinde karar kılmış  ve orada epeyce bir süre vakit geçirdikten sonra (Rumeli Pasajı’ndaki Cemre Plak, yani Hayrullah Abi, Hayrullah Yurttaş’ın yanında) en nihayetinde bir iki yıl çıraklık yapmıştım. Dükkanın diğer gediklisi de Kanat Atkaya idi diyeyim, siz anlayın ortamı.

Murat Beşer kitabında bilhassa 1970’lerde bu işe önce merak salarak başlamış, gitgide etraftan plak toplama, sonra o plakları satma, kasete kaydetme ve en sonunda küçük bir dükkan, belki de bir kafe işletme aşamasına gelmiş ya da gelememiş bir çok kahramanı anlatıyor işte. Önce sokaklarda başlayan satıcılık, kimileri için işleri büyütme ile devam ediyorsa da kimileri için öyle olmuyor, ama hepsi de bir şekilde 1990’ların şöyle böyle ortalarına kadar bu dünyanın içinde oluyorlar. Ne zamana kadar mı? CD çıkana ve kaset, plak işi ölene kadar. Ama yine da dolu dolu geçmiş bir 20 yıldan bahsedilebilir herhalde.

Garajyen Barbo, Laterna Bülent vs…

Kitaptakilerden bir kısmını benim de tanımışlığım, ya da uzaktan da olsa bilmişliğim, tanımış kadar olmuşluğum var. Narmanlı Han’daki Deniz’i nasıl unutabiliriz mesela? Her cumartesi bir şekilde uğramaya çalıştığımız, plak kaset harçlığımız neye yetiyorsa topladığımız, girip çıkarken hanın kedilerinin de bize eşlik ettiği o huzur limanı.. Ya da Zihni? Şimdi Akmar’da geniş bir koleksiyonun sahibi olan Zihni de yola işte böyle açık havada başlamıştı. Az kaset almadık. Ya da  efsane Stüdyo İmge dergisinin yayıncısı Levent Erseven?  Müzik yayıncılığı tarihine kalın harflerle yazılmış bir dergiyi çıkarmak için az çaba göstermedi Levent Erseven. Ya Garajyen Barbo? Daha sonra arkadaş olma şansına da eriştiğim Barbaros Devecioğlu’nun radyo programlarını kaçırmamaya çalışmaz mıydık? O yıllar pek Kadıköy’e geçmesem de bir şekilde ününü bildiğim, sonlarına  yetiştiğim Laterna Bülent. Ya da Bakırköy’ün efsanesi Eloy Hakan?

Bunlar gerçekten de bir döneme damga vurmuş, biz gençlerin müzik ufuklarını açmış, kimi zaman bu işten doğru dürüst para bile kazanmamış insanlar. Ve sadece İstanbul’dakiler değil, Ankara’ya damga vuran Shades Süleyman mesela.

Hepsine de bir anlamda saygısını sunuyor Murat Beşer. Bu dünyaya nasıl girdiklerini, işe nasıl başladıklarını, hangi zorlukları çektiklerini, hepsinin nasıl da birer müzik deryası haline geldiğini, işlerin bir anda nasıl bozuluverdiğini, dünyaların nasıl değiştiğini, ama yine de o hayata bağlı kalmış simalar olarak, yine de hayatın kıyısında ama inandıkları sevdikleri şekilde yaşamaya devam etmelerini gayet merakla okunur, akıcı bir kurguyla anlatıyor. Ve elbette kendisinin de içinde olduğu o dünyanın müthiş bir panoramasını sunuyor. Sanıyorum ki benim gibi artık 50’lerine merdiven dayayanların ya da daha eski kurtların değil, yeni gelen kuşağın da ilgiyle okuyacağı bir kitap olmuş ‘Yoldan Çıkmış Simalar’. Bu da bizim tarihimiz işte. 

Yoldan Çıkmış Simalar
Murat Beşer
İletişim Yayınları
279 sayfa.