Norayr Nakış’ın Şarkışla’dan Buenos Aires’e uzanan yaşamı

Diego Maradona’dan Lionel Messi’ye kadar pek çok efsane futbolcunun kimi zaman akıl hocası, kimi zaman da dostu olan, ismini ve namını her daim duyduğumuz Noray Nakış, hayat hikayesini anlatıyor.

Sivas Şarkışla’dan Buenos Aires’e uzanan zorlukları, mücadeleyi, emeği  ve hayalleri  barındıran ilham verici bir yaşam öyküsü Noray Nakış’ınki… Hatta biraz da film gibi diyebiliriz. Futbol sevdası hayatının kader rotasını belirlemiş; Arjantin Futbol Federasyonu’ndan, ‘CA Independiente’ takımının asbaşkanlığına kadar uzanan bir yol çizmiş Noray Nakış’a. Diego Maradona’dan Lionel Messi’ye kadar pek çok efsane futbolcunun kimi zaman akıl hocası, kimi zaman da dostu olan, ismini ve namını her daim duyduğumuz Noray Nakış’ı Buenos Aires’te yakından tanıma fırsatı bulunca, onu Agos okurlarıyla buluşturmadan dünyanın bir ucundan İstanbul’a dönmek haksızlık olurdu. İçtenliği ve hakikatli duruşundan etkilendiğim Noray Nakış, hayat hikâyesinin bilinmeyen yönlerini paylaştı.

Geçmişinizden bahseder misiniz? Kimdir Noray Nakış? 

1955’te Sivas Şarkışla’da doğdum. Ailem İstanbul’da bir Ermeni okulunda okumamıza ve orada tahsil almamıza karar verince, 1961’de İstanbul’a göçtük. Abimle birlikte Lusavoriçyan Okulu’nda okumaya başladık. İstanbul’a gelince babam terzilik yapmaya başladı; annem de onunla çalışıyordu. Harbiye’de oturuyorduk. Ekonomik durumu iyi olan bir ailenin evinde doğdum. Fakat 1962’de kötü bir olay yaşadık. Amcamı Suriye’ye kaçırdılar; babam sığır da satardı, babama borçlu olanlar parayı vermemek için amcamı kaçırdılar. Babam alacaklıydı, amcamı serbest bıraksınlar diye üstüne para da aldılar. Malımızı, mülkümüzü, anamın takılarından tutun da evimizdeki halıyı kilimi bile sattık.

Sonrasında nasıl toparlandınız? 

Harbiye’de Kocabay ailesi vardı. Onlar Harbiye’de bize bir oda verdiler, orada yaşamaya başladık. Eğer yaşıyorlarsa Allah uzun ömür versin; onların iyiliklerini unutamayız. Fakat hayat tüm çektiğimiz sıkıntıları telafi etti. Babam bir gün Beyoğlu’nda piyango bileti aldı ve piyango bize çıktı. Allah kaybettiklerimizin yerini fazlasıyla doldurdu. O parayla tekrar başladık; Dolapdere’de nalbur dükkânı açtık.  

Şans yüzünüze gülmüş desenize...

Sadece bu da değil aslında… 1921’de yayamın maması oğluyla birlikte İzmir’den  gemiyle kaçıyor. Önce Yunanistan’a gidiyorlar; orada kabul görmeyince Marsilya’ya gidiyorlar. Marsilya’da büyük dayımız rıhtımda hamallık yapmaya başlamış; Protestan kilisesi ona kalacak bir yer vermiş. Yağmurlu bir akşam, arabası bozulan bir adama rastlamış; arabasını tamir edince adam ona minnettar olmuş; kartını verip, kendisini muhakkak ziyaret etmesini söylemiş. Bir iki ay sonra büyük dayımız onu ziyaret etmiş. Adam büyük bir muz tüccarıymış; hatta o dönemde Avrupa’da muz tüccarlığı yapan tek kişiymiş. Büyük dayımıza Aix-en-Provence şehrindeki işlerini yürütmesini teklif etmiş. Dayım da muz şirketinin Aix-en-Provence sorumlusu olmuş. Yıllar sonra ölünce vasiyeti açıklanmış ve malını mülkünü ailesine bırakmış. Aile ve avukat vasiyeti okuyunca Harutyun Aslanyan’a, yani dayımıza bütün işin miras bırakıldığını görmüşler. Böylece dayımız koca firmanın sahibi olmuş. Zengin olunca da kardeşini yani yayamı arayıp buluyor. Yayamın beş çocuğunun hepsine maddi yardımda bulunuyor. Bu da haliyle ailemiz için büyük bir destek oluyor.

Peki işler bu kadar iyi giderken nasıl oluyor da Türkiye’den göç etmeye karar veriyorsunuz?

Dördüncü Levent’te bir nalbur dükkanı açmıştık. Yıllar sonrasında dükkânımızda yangın çıktı. Babamın ismi kimlikte ‘Hacı’ diye yazıyordu. İtfaiye müdürü “Allah’ın gâvuru, sen ne satıyorsun?” diyerek babama hakaret etti. Benim babam aziz gibi adamdı, sesini çıkarmadı. Babamın susması benim çok ağrıma gidince dayanamayıp, aldım demiri adamı dövdüm. Bir gün sonra Maslak’tan askerler geldi beni almaya; aralarında babamı tanıyan bir yüzbaşı da vardı. Yüzbaşı bana gelip “Hacı Dayı senin baban mı?” diye sordu. Karakola götürdüler beni, orada nasıl bir konuşma olduysa itfaiyeci şikayetini geri çekti, beni tutuklamadılar.  Fakat bu olaydan sonra babamın midesi bulandı ve buradan gidelim demeye başladı. 

Avrupa daha yakınken veya ABD de en az Avrupa kadar tercih edilirken Arjantin’e gitme fikri nasıl ortaya çıktı?

İçimde Arjantin’e karşı özel bir sempati vardı. Bunun en önemli nedenlerinden birisi de şu anda as başkanı olduğum ‘CA Independiente’ futbol takımıdır. 1971’de ‘CA Independiente İstanbul’a geldi; Dolmabahçe’de Beşiktaş ile bir maç yaptılar. Bende de futbol hastalığı olunca Tarabya Oteli’nde onlarla 3-4 gün kaldım, insanlarını çok sevdim. Babama “Arjantinliler çok iyi insanlar, oraya gidelim” diye ısrar ettim. İlk önce İtalya’ya gidip kısa bir süre İtalya’da kaldık. Acaba Avrupa hayatına alışır mıyız diye bir baktık ama anladık ki orası bize göre değil.  Cenova’dan gemiye binip, 21 günde Arjantin’e vardık.  

Arjantin Türkiye’den 12 bin km. uzakta; adeta dünyanın öteki ucu. Alışmak zor olmadı mı?

Arjantin’e geldikten bir hafta sonra ev aldık. “İş hayatına başlayalım, bir piyasayı görelim bakalım” dedik. İlk zamanlarda  babam biraz zorlandı, geri dönelim dedi ama bizim ısrarımızla kaldık. Genç olduğumuz için kardeşlerimle dili öğrendik.  Bir sene sonra kendi konfeksiyon işimizi kurduk. Sonra kuyumculuğa başladık. 1975’de eşim Sosi ile tanıştık; o zaten 2 yaşında Arjantin’e gelmişti. Kısmetimiz açıldı ve burada devam ettik. 

Arjantin futbol dünyasında çok önemli bir konuma sahipsiniz. Bu nasıl oldu? 

Futbol benim hep özel hobim oldu. Buenos Aires’e ilk geldiğimde çalışmaktan başka bir şey düşünemiyordum. 1975’te bir Ermeni takımı olan Deportivo Armenio’yu keşfettim ve aynı yıl futbol federasyonuna girdim. Beni her zaman göreve gönderiyorlardı. Milli takıma iki tane oyuncu tavsiye ettim; benim değerlendirmeme güvenerek oyuncuları çağırdılar ve onlar çok iyi futbolcular oldular. 1978’te futbol federasyonunda milli takımlar sorumlusu oldum. 2008’e kadar federasyonda gönüllü olarak görev yaptım. 2008’de biraz yoruldum; çok yolculuk yapıyordum. İşler de büyüyordu; bu süreçte 21 dükkânımız oldu. Yavaş yavaş dükkânları bıraktım; yanımda yetişenleri de dükkân sahibi yaptım. Aile, çocuk ve iş birarada zor oluyordu. Eşim Sosi her zaman çok özverili davrandı; hem çocuklarımız Melina ve Luciano’yu büyüttü hem de kocasını iyi idare etti.

CA Independiente ile yollarınız nasıl kesişti?

Bahsettiğim gibi CA Independiente ile ilk temasım İstanbul’da olmuştu.  Milli takımda her şey iyi gidip çevrem genişleyince, CA Independiente’nın seçimlerine katıldım. 9 bin kişinin oy kullandığı ilk seçimlerde 280 oyla kaybettim. Bir sonraki seçimlere girmedim ama şimdiki başkan, kendisinin as başkanı olmam için ısrar etti. Ben de imza hakkımı sana veririm ve as başkan olurum diyerek kabul ettim. 

Deportivo Armenio nasıl gidiyor? 

Deportivo Armenio’nun başkanlığını oğlum Luciano yapıyor. 3. Lig’de yer alan bir takım. Arjantin’de kulüplerin hemen hemen hepsi iflas edip, mahkemelik oldular. Yalnız Deportivo Armenio mahkemelik olmadı. Ermeniliğin ismi temiz olmalı; bu yüzden ayağımızı yorganına göre uzatıyoruz. İsmi Deportivo Armenio olmasaydı bırakırdık; hem gönül bağımız var hem de bizim için kutsal.

Arjantin’de Ermeni olmak nasıl bir deneyim? 

Ermeni toplumuna çok saygım var; ben Ermeniyim, Hıristiyanım ve insanları çok severim, particilik yapmam. Evimde her Ramazan’da bir gün iftar yapılır; Müslüman dostlarımı evime davet ederim. Kendi ailemle onların iftar sofrasını hazırlarım. Fakat nahoş bir olay yaşamadım da değil; birileri benim dükkânıma gelip, dükkân kapısında benimle resim çekildi ve photoshop ile resmi düzenleyip beni Türkiye’ye karşı konuşuyormuşum gibi lanse etti. Bunu yapanlardan ikisi Türk, biri Ermeni’ydi. Bu olay benim için üzücüydü. Bunu korktuğum falan için söylemiyorum; bu olay beni bambaşka bir şekilde lanse ettiği için üzdü. 

Türkiye’den çok dostum, akrabalarım var, Müslümanlaşmış akrabalarım var Sivas tarafından; onların çocukları ile de görüşürüm. Sivas’a da gitmeye çalışıyorum Türkiye’ye gelince. Türk futbolunu da takip ediyorum; birçok teknik direktör, yönetici arar fikirlerimi sorar, buraya geldiklerinde onları misafir etmekten mutluluk duyarım.  2013’te Recep Tayyip Erdoğan heyetle birlikte Arjantin’e geldiğinde bir görüşmemiz oldu. Şunu söylemem gerekir ki bugüne kadar hem Arjantin’den hem de başka ülkelerden birçok başbakan, bakan ve milletvekilinin yanında bulundum. Erdoğan’ın bana karşı gösterdiği saygıyı unutmam mümkün değil. O dönemde Ermenilerin lehinde gelişmeler vardı. Vakıf mülklerinin geri verilmesi gibi bununla ilgili de konuşmamız oldu ve çabaları için teşekkür ettim. Umarım devamı gelir. 

Türkiye’deki Ermenilerin mevcut durumunu nasıl görüyorsunuz?

Hrant Dink’ten sonra herşey çok değişti. Çok sevdiğim bir abimdi, kendisiyle İstanbul’a geldiğimde görüşürdük. En son gördüğümde ise sıkıntılıydı, hatta ona Arjantin’e gelmesi için ısrar etmiştim. Kendisi öldürülünce kahrolduk, çok üzüldük ama o ölmedi. O koskoca yüreğini Ermenilerin üzerine koydu, kolladı... Büyük bir dönüşüm yarattı, hem Türkiye’de hem de burada da. Onu Diasporadaki bir kısım Ermeni farklı algılıyordu. O her anlamda demokrat bir insandı. Türkiye’nin AB’ye katılmasını istemesi bile tepki çekiyordu. O öldükten sonra tepkiler, düşünceler değişti. Yüzbinlerce kişinin cenazeye katılması, Rakel Dink’in o etkileyici konuşması Diaspora’da da bir dönüşüm başlattı.   

Yine de Arjantin’de de başka ülkelerde yaşayan Ermenilerin bir kısmı “Türkiye’nin üzerinden uçakla bile geçmem” diyor. Bu duruşu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bazı Ermenilerde bu düşünce var. Ben de, “Tamam geçme ama gör  ve takdir et, oradaki Ermenilere yardımcı ol” diyorum. Maddi anlamda söylemiyorum; kiliselerimizi, okullarımızı, kültürümüzü yaşatmak için var güçleriyle çalışıyorlar.  Herkes oradan giderse ne olacak oranın hali, en başta bu çabayı takdir etmek gerekiyor. Emin olduğum bir şey var; her yerde Ermenilik ölebilir fakat Türkiye’deki Ermenilik asla ölmez. 

Ermenistan’ı nasıl görüyorsunuz? Türkiye ile sınır 1993’ten bu yana kapalı ve diasporada sınırın açılması yönünde farklı görüşler var. Sizce sınır açılmalı mı?

1991’de bağımsız Ermenistan devleti kuruldu ama bazı Ermeniler buralardan Ermenistan’ı yönetmek istiyor. Bu düşüncedeki insanlar değişmezse çabalar boşa gidecek. Sınır tabii ki açılsın, bu çok önemli. Ermenistan’da yaşamayan Ermeniler orada yaşamadıkları için çekilen çileleri bilmiyorlar. O kapı açılırsa yaşam standartı yükselecek.  

Geleceğe dair umutlu musunuz?

Barış istiyorsak, bunun için politikacılar anlaşmalı. Benim tek isteğim barış ve sınır kapısının açılması. Ermenistan’a pek çok kez gittim; umarım bir dahaki gidişimde sınır açılmış olur.



Yazar Hakkında