KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Sarkis’le hatırlamak

Hatırlamayla derdi olan bir ülkede, belleğe seslenen sanat bambaşka anlamlar yüklenir ister istemez. Dirimart Dolapdere’de 19 Şubat’a kadar yer alacak olan Sarkis’in ‘Ayna’ isimli sergisi, doğrudan belleği muhatap alan bir dünya. Ceren Erdem’in eş-küratörlüğünde hazırlanan sergi, sadece Sarkis’in çağrışımları ve metaforlarına odaklanmıyor; anılarınızla baş etmek için sizi de bir iç muhasebeye ya da kim bilir bir muharebeye davet ediyor.

Bir ana rahmi gibi kurduğu atölyeyi, gittiği her yerde sil baştan yaratan Sarkis, bu kez de atölyenin duvarlarını getirmiş karşımıza. Boşaltıldıktan sonra duvara çıkan lekelerle birlikte. “Yaşanmışlığın izlerini nasıl yaşatabilirim düşüncesi, bende hep vardı” diyor yılların birikimiyle.

Anıları şimdiki zamanın parçası kılmak, elbet yürek ister. İnsanların hayatında da ülkelerin tarihinde de böyle bu. Zaten o yüzden her şey tüketmeye, unutmaya, dalmaya, silmeye ve dahi inkâr etmeye odaklı değil mi? Kaçmak için…

Oysa kaçılmıyor işte. Çünkü sen sensin. Aynadan gördüğün suret, o suretin ardındaki ruhsun. İsmi ‘Ayna’ olan serginin bana dediği tam da bu. Sarkis, anne babasının tarihiyle birlikte bir ülkeyi de sırtlıyor aslında. Çoklarına memleket olamayan bir yeri… “Babam 1955’te Çaylak Sokak’taki arsasına bir apartman inşa etti. Babamla annemin vefatından sonra biz o apartmanı olduğu gibi korumaya karar verdik. Çünkü annem oraya çok bağlıydı. Sürgünden İstanbul’a geldikten sonra hiçbir yere gitmek istemedi. Babam 1920’li yıllarda çalışmak için Fransa’ya gitmişti. Bir şeyler almak için bir süreliğine İstanbul’a döndüğünde annemi gördü ve birbirlerine vuruldular. Babam annemi de alıp Fransa’ya dönemedi, çünkü babası 1915’te ölen annem, iki kız kardeşini, bir erkek kardeşini ve annesini geride bırakmak istemedi. Sonunda babam da burada kaldı… Bizde atma mefhumu yoktur, böyle yetiştik, annemle babam neredeyse kıtlıktan geldi, sürgünden sonra yetimhanelerde yaşadı. Böylece bir düşünce, tavır ve estetik doğdu bende. Tabii bir de tutku... Özün, enerjinin ne olduğuna dair fikirler işlerimde hep vardır, ancak konu olarak değil, çünkü bende konu yoktur. Benim buraya bağlılığım köklüdür.”

Konusu olmayanın meramı vardır. Bir derdi. Hem de hiç acılaşmadan anlatmayı, kalbe ulaşmayı hedeflediği bir derdi. Dünyanın tülü çeşit savaşla kana bulandığı, ülkenin şiddeti günlük hayat parçası olarak yaşamaya mahkûm edildiği bir zamanda, Sarkis’in yıllar önce rujla boyadığı savaş gemisinin anlattığı tam da böyle bir şey. “O işi dudak boyasıyla yapmanın bir diyalektiği var. Filmlerde, sevgilisini terk eden kadının, aynanın üzerine rujla not yazması gibi. Ben buradaki ters diyalektiği çok severim, birdenbire uyandırır insanı” diyor muzipçe. Derken faşizm şarkılarının kaydedildiği bir plağı zımparalayarak yaptığı ‘Gun Metal 4’ işinin karşısında mıhlanıyorum. Böylesine silmeyi istediğim ne çok ses olduğunu duyarak içimde. Ve ne kadar çok sevgili sesi işitmekten mahrum bırakıldığımı da acıyla hatırlayarak.

Bellek tanrıçası Mnemosyne’i tanıştırıyor Sarkis bize. Sahi neden unutmak istemeyiz, sorusuyla karşı karşıya bırakarak bizi. Aynadaki aksimizle. Bütün yalanlarımızın hükümsüz kaldığı en sahici, en derin çaresizliğimizle.

Kendimizden vazgeçmemek için unutmak istemeyiz. Benliğimize ihanet etmemek için. Unutmak bir tuzaktır zira. Uzay boşluğudur. Bizi parçalayan, parçalarımızı da toplamadığımız sürece hoyrat kalplerde rehin bırakan öğütücüdür. Dişlisi olmayı reddettiğimiz çarktır. İnanmayı bırakmadığımız kırılgan hayal.

Galeri mekânının orta yerinde, yine rujla boyanmış bir savaş gemisi maketinin altında bir ayna duruyor. Ekseninde gezindikçe, yansıyan şeyler değişiyor, dönüşüyor sürekli. Yansıma gibi de değil. Bir derinlik var o yüzeyin altında. Galerinin borularla döşeli tavanı o aynanın içinde birdenbire tuhaf bir zemin kata dönüşüyor sanki. Kimi köşelerden kendi yüzüyle, bedeninin bir parçasıyla karşılaşıyor insan. Sonra yine kayboluyor gözden her şey.

Unutulmuyor yani. Es geçilemiyor hiçbir şey. Başka türlü görmeye başlıyor insan sadece zamanla. Başka türlü algılıyor her şeyi yaşadıkça. Çocuksu bir olgunluk öneriyor sanki Sarkis. Oyun oynamayı ihmal etmeyen bir sorumluluk halini. Eksilmeden büyümeyi. Ve kirlenmemeyi. Zehirlenmemeyi.

Ya da kim bilir benim de unutmak istemediklerim bunlardır. Kişi neye ihtiyacı varsa onu bulur nihayetinde. Sarkis’in bahşettiği dünyada hepimizin sesine yer var. Hatırlamaya gelsenize.