OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Bir direniş olarak yaşamak

Bundan bir buçuk ay evvel, ‘Bir direniş olarak patrik seçme’ başlıklı bir yazı yazmış ve şöyle demiştim: “…Türkiye’deki Ermeni kimliğini ve varlığını umursayan her Ermeni’nin hem patrik seçimi hakkına sahip çıkması, hem de seçimler yapıldığında oy kullanması çok önemlidir. Bu, ‘Biz buradayız, daha bitmedik’ demektir, direnmek demektir. Soykırımı ve onun kurbanlarını hiçbir şey geri döndüremez ama o sandığa atacağınız bir oy, o kurbanların hatrınadır, bugünden onlara gönderilecek bir selamdır ve hiçbir şeyden değilse bile, zalime dert olacak var olma inadından atılmalıdır.” Bu hafta size, Lerna Ekmekçioğlu’nun, ‘Recovering Armenia: The Limits of Belonging in Post-Genocide Turkey’ başlıklı çalışmasından da faydalanarak, soykırımın katliamlar safhasının hemen sonrasında Ermeniler arasında nasıl benim dediğime benzer bir düşünce ve ruh hali olduğunu ve bunun günümüzle bağlantısını göstermeye çalışacağım.

Aslında ortada çok karmaşık bir durum yok. Lerna’nın (kendisiyle eskiden tanışırız da) ayrıntılı ve gayet güzel bir şekilde gösterdiği gibi, soykırımın hemen sonrasında Ermeniler için yaşamak, hayatta kalmak, özellikle yetimlerin, çocukların yaşaması, direnişle ve intikamla eşanlamlıydı. Doğrudan Lerna’nın ifadesiyle söyleyecek olursak, “Yaşamak –bir birey, bir topluluk, bir millet, bir devlet olarak– bir var olma halinin ötesinde, bir siyasi eylem halini almıştı” (s. 29). Lerna’nın, Zaruhi Bahri’nin anılarından aktardığı bir anekdot, bu ruh halini çok iyi tasvir ediyor. Bahri’nin bahsettiği hikâye, Tokatlı Madam Hisarlıyan’ın başına gelenler. Madam Hisarlıyan’ın kocası Tokat’ın önde gelen doktorlarından biridir ve 1915’te katledilir. Madam Hisarlıyan da bir kafileyle birlikte yola çıkarılır, toplu tecavüze uğrar ama hayatta kalır. Susamıştır, yakınlarda bir akarsu vardır ama öldürülüp atılan Ermenilerin kanı yüzünden kıpkırmızı akmaktadır. Susuzluğa uzun süre dirense de, bir an gelir, direnmeyi bırakır ve kızıl nehrin suyunu içer. Bir köle olarak alınıp satıldıktan, arada bir de tifo atlattıktan sonra İstanbul’a ulaşmayı başarır ve orada hikâyesini Zaruhi Bahri’ye anlatır. Geçirdiği bütün felaketlere rağmen sağlam ve sağlıklı görünmektedir. Bahri’nin buna şaşırdığını fark edince şöyle söyler: “Beni böyle iyi durumda gördüğünüze şaşırdığınızı biliyorum. Fakat, kanayan yaralarla, dudaklarımı, Ermeni kanıyla kıpkırmızı nehre dayadığımda ne hissettiğimi bilseydiniz, o anda iç dünyamın tek bir güçlü duyguyla kaplandığını anlayabilirdiniz: Bizi öldürmek mi istiyorlar? Öyleyse yaşamalıyız. Ne kadar uzun yaşar, ne kadar uzun sağ kalırsak, bu bizim için intikam ve zafer olacaktır. Ve ben de bunu yaptım... Yaşadım.” Lerna’nın da dediği gibi, nehirden o suyu içerken Madam Hisarlıyan’ın aklından tam olarak bunların geçip geçmediğini bilemeyiz. Belki de tamamen bireysel hayatta kalma çabası ve güdüsüyle içti o suyu. Fakat ortada bir inat, sebat ve direniş olduğu ve bireysel direnişlerin üst üste konunca kolektif bir sonuç doğurduğu kesin.

Bugün içinde bulunduğumuz durum, şüphesiz, o günler kadar trajik ve korkunç değil ama topluluk olarak bir erime ve yok olma süreci içinde olduğumuzun ve bu sürecin de ta o günlerden başladığının tartışılacak pek bir yanı yok kanımca. Dolayısıyla, bugün de kolektif varlığımızı korumak için bir direniş bilinci geliştirmek durumundayız. Kolektif varlığın en önemli dayanak veya zeminlerinden biri de kolektif eylemlerdir (bu, bireyselliğin önemsiz olduğu veya bireylerin kolektif amaçlar için geri plana itileceği, hatta feda edilebileceği manasına gelmez). Patrik seçimi de, bu kolektif eylemlerden potansiyel olarak en kapsayıcı olanı. Bugün patrik seçimi konusu, nehre dayanan o dudakla aynı zincirin halkalarıdır. Yaşayacağınızı garanti etmez ama atmanız gereken ilk adım, göstermeniz gereken ilk enerji olabilir.

Son bir not: Bugün Türkiye Ermeni toplumunu temsil eden, dolayısıyla onun adına konuşabilecek hiçbir kişi ve makam yoktur. Bu sıfatla ortaya çıkanlar için söylenecek tek şey, kendi kendilerine gelin güvey olduklarıdır. Dinî makam olmasının doğurduğu sakıncalar bir yana, usulüne göre, adil seçilmiş bir patrik olsaydı, belki onun, tartışmaya açık da olsa, böyle bir salahiyeti olabilirdi. E, o da olmadığına göre... Ayrıca, gene her kim ki “Ermeni toplumunun çoğunluğu, %90’ı vs. böyle düşünüyor” diyorsa inanmayın. Herhangi bir konuda Ermeni toplumunun çoğunluğunun ne düşündüğü, sistematik bir çalışma yapmadan bilinemez.