Yeryüzünde yeri kalmayan insan ne eder?

KARİN KARAKAŞLI  

Hayatın absürtlüğü, yaşama uğraşı kadar yazmayı da zora koşar. Hani, her şeyi olduğu gibi anlatmaya yeltensen “Amma abartmış, ‘edebiyat’ yapmış, bu kadarı da olmaz” diyeceklerdir. Yazar; anlatmak istediğinin keskin arzusuyla bunun altında kalmanın korkusu arasında kapana kısılır. Sonra ama anlatmanın kaçınılmazlığı, o meram ağrısı ağır basar. Hayatın içinde yaşanmış haliyle çarpıtmaya çalışılanın, yalana dönüştürülmek isteneni, inatla, isyanla, inançla kayda geçirir. Şebnem İşigüzel’in Can Yayınları’ndan çıkan ‘Ağaçtaki Kız’ı işte böyle bir roman.

Birgün’den Deniz Cem Erdem’e verdiği söyleşide tam da bu meramı ve edebiyatın gücünü şöyle anlatıyor İşigüzel son romanı üzerinden: “Yakın tarihi yorumlamaktan çok acı çeken, direnen, vicdanlıların sesi olmak istedim. Gaddarların sesi yüksek perdeden çıkıyor çünkü. Bu dönemin bütün iyi kalpli insanları adına kahramanım bedelini ödediği bir hikâyeyi anlattı. Edebiyat, tarihten önce yazar. Çok güçlü bir savruluş yaşadık. Yaşadığımız günler elbet tarih olacak. Birilerine nerede çuvalladığımızı, nerede battığımızı gösterecek. Edebiyat bu tanıklığı çok daha önce yapıyor. Ben bu sessiz, görünmez tanığa ses verdim.”

Kahredici duraklar

Romanın kahramanı, on sekiz yaşına yaklaşırken zulüm ve kötülükten misliyle payını almış ve yeryüzünde bu haliyle yaşamayı beceremediğinden, üstelik ölemediğinden kendini Gülhane Parkı’ndaki ağaçların üzerinde bulmuş gencecik bir kadın. O, bir sağ kalan. Hayatta kalmak, ölüleriyle sil baştan hayata tutunup bir anlam bulmaya çalışmak en çileli yolculuktur. Ağaçtaki o kız, işte bütün bu yolculuğu anlatıyor bize. Kahredici duraklardan tek tek geçirerek hepimizi.

O duraklarda tam da sığındığı bu ağaçlardaki gibi, yok edilmeye çalışılan doğa parçasına sahip çıkışla başlayan, gencecik insanların gaz kapsülleri ve mermilere kurban gittiği, dövülerek öldürüldüğü bir zulüm isyanına dönüşen Gezi ayaklanması var. Zira ağaçtaki kız da yaşıtı arkadaşlarıyla o parktaydı. Keza, sığındığı ağaçta terk ettiği aşağıdaki hayatta kendisiyle inadına bağ kuran yandaki otelin bellboy’u Yunus’un da olduğu gibi. İki yaralı gencin birbirine açtığı kalpte devletin türlü hoyratlıklarıyla dağılan hayatlar ve umutlar var. Ağaçtaki kızın en yakın iki arkadaşı Derin ve Pembe’yi Suruç katliamında yitirişi gibi, mesela. Ya da Yunus’un, ağabeyine polislerce yapılan işkenceye tanıklık edişi gibi.

Ama ağaçtaki kız, sadece kendisi değil. Onda ‘diline küfür yuva yapmış’ babaannesinin ölümcül sırrı, annesinin heba olmuş umutları, gazetecilikten işsizliğe çıkarıldığı sürgünde hayat amacını yitiren halasının isyanı da var. Cinselliklerinden, kadınlıklarından ve seçimlerinden yaralananların ortak sesi o. Hiç durmadan anlatıyor. Zaman içinde ve konular arasında sekerek. Tıpkı tepesine tünediği ağaçların dallarında yürür gibi. Bir kez burs alma kisvesi altında yazmış romanını. Kalburüstü kolejin kalıpçı Özlem Öğretmen’inin aşağılamalarına maruz kalarak. Bu sefer sesinin kesilmesine izin vermeyecek. Sonuna kadar dinleyeceksiniz. Hem alaycı genç diliyle, argoyla, sosyal medya göndermeli anlatısıyla o kızı, hem de eski kuşakların, yanında büyüdüklerinin unutuluşa terk edilmiş kelimeleriyle devletin sürekliliği temalı sistematik kötülüğü. Çünkü kötülük bugün bulunmadı.

Sağ kalanın laneti

Bir parça geri çekildiğinizdeyse Şebnem İşigüzel’in yazarlık maharetini görme imkânınız var. Kızın sayıklar gibi anlattıklarını üzerine inşa ettiği bilinç akışı ve çağrışın tekniğini, yekpare bir bütün olarak ele aldığı zamanda ileri geri giderek ve girdaplar yaratarak her şeyi şimdiki âna getirme yetisini. Ve anlatmaya kalkıştığı hikâyenin şu sağ kalanın laneti başlıklı konunun ölümden bin beter yükünü.

“Unutmak değil hatırlamak hafifletir acıyı. Büyük bir soğukkanlılıkla hatırlıyorum şimdi. Onlar için yapabileceğim tek şey bu” diyor ağaçtaki Kız her biri ayrı bir şekilde öldürülmüş, ellerinin arasından kayıp gitmiş sevdiklerinin arkasından. “Hani kuru dallara basarsın ve bir ses çıkar. İnsan çok kahırla ve kederle ağlayınca, içinden o sese benzer bir ses çıkar” diyor bir de.  O sesi duyuruyor, unutuluşa terk edilmeye çalışılan daha da beteri yaşatıldığı devlet eliyle, erk diliyle inkâr edilen her şeyi kusarak önümüze. Bu da oldu, bunu da yaptılar diyerek. Hepiniz oradaydınız diye ekleyerek. Hiç böyle demese de, ben duyuyorum böyle bağırdığını.

Hâla buradayız hepimiz. Onurumuza kastedilirken, hakikatimiz elimizden alınmaya çalışılırken buradayız. Sırtlanların arasında kalmaktansa, ağaca tüneyen, ağaçlardan insanlardan daha çok hayat bulan o kızın karşısındayız.

Biz de onun gibi anlatmaya hazır mıyız? Her şeyi. Olduğu gibi. Bazı kitaplar salt okunmaz zira. Senin de yazmanı, eklenmeni talep eder. Ağaçtaki kızın talebi yok. Sen kendine insan mı diyorsun gibisinden soru olmayan bir cümlesi var sanki. Kendimizi ve onu ikna edeceğimiz oranda yeryüzü daha yaşanır hale gelir belki…

Ağaçtaki Kız
Şebnem İşigüzel
Can Yayınları
359 sayfa.