Mübadele sonrasında alevlenen ‘yarım’ bir aşk

Nurdan Tekeoğlu’nun ilk yönetmenlik, Selda Alkor’un ise ilk kısa film oyunculuğu denemesi olan ‘İki Yaka Yarım Aşk’, mübadele yıllarında alevlenen, ancak tamamına erdirilemeyen bir aşk hikâyesini konu alıyor.

Orhan Tekeoğlu’nun ilk uzun metrajlı filmi ‘Öyle Sevdim ki Seni’nin (2013) yapımcılığını üstlenen, 2015 yılında ‘İki Limon Satsam’ adlı kitabını yayımlayan Nurdan Tekeoğlu, ilk yönetmenlik denemesi için kolları sıvadı. Tekeoğlu’nun senaryosunu dedesinin geçmişinden esinle kaleme aldığı ‘İki Yaka Yarım Aşk’ filmi, Mübadele yıllarında yaşanan, yarım kalmış bir aşk hikâyesine odaklanıyor. Çekimleri, İzmir’in Yunanistan’dan gelen mübadillerin yerleştirildiği bir köyünde ve İstanbul’da yapılacak olan 30 dakikalık kısa filmde, Nergis ile Cemil adlı başkarakterlerin olgunluk hallerini Selda Alkor ve Sezai Aydın canlandırıyor. 

Tekeoğlu projenin nasıl ortaya çıktığını şu sözlerle özetliyor: “Bu aslında benim dedemin hikâyesi. Biz, üçüncü kuşak mübadiliz. Mübadele’ye tabi tutulan Türkler ve Ortodoks Rumlar, çocukları ve torunları üzülmesin diye yaşadıklarını anlatmamışlar. Üçüncü kuşakta ise bu konuların araştırılması ve anlatılması ihtiyacı doğdu.” Yönetmenin dedesinin hazin bir hikâyesi var: “Balkan Harbi sırasında annesi ve babası öldürülen dedem, iki teyzesi ve ninesiyle kalmış. Eskiden varlıklı bir aileyken, bir gecede her şeylerini bırakıp, Gülcemal gemisiyle İzmir’e gelmek zorunda kalmışlar. Gemide çıkan kavga ve isyan sonrasında, kaptan onları, İzmir-Karaburun’un o zamanlar ıssız bir yeri olan Manastır köyüne bırakmış. O civardaki köylerde hâlâ çoğunlukla mübadiller yaşar.”

‘İki Yaka Yarım Aşk’ın bu yaşamöyküsünden esinlenen konusu ise şöyle: Yunanistan’da bir kasabada yaşayan Cemil, Mübadele’de, teyzesi ve ninesiyle birlikte memleketinden ayrılıp Karaburun’un bir köyüne yerleşir. Rumların terk etmek zorunda kaldığı bu köyde sadece Müslüman Türkler kalmıştır. Köyün yerlileri, Mübadele’yle gelenlere önyargıyla yaklaşır ve onları dışlar. Köyde yaşayan 15 yaşındaki Nergis’e âşık olan Cemil, sevdiğine kavuşamaz. Köyde okuması, bir iş tutturması da mümkün olmaz. O dönemde mübadele kapsamında belirli bir yere gönderilenlerin orayı terk etmesi yasakken, Cemil gizlice İstanbul’a gider ve bir Rum tarafından işletilen mücevher dükkânında çalışmaya başlar. Sevdiği kız ise bir başkasıyla evlendirilir. Cemil de, sırf bir yuvası olsun diye mutsuz bir evlilik yapar. Yıllar sonra Cemil ve Nergis İstanbul’da karşılaşırlar. Yönetmen Tekeoğlu, “İçimizi buran, ‘Neden bu aşkın devamı olamadı?’ diye sorduran bir film” diyor, ‘İki Yaka Yarım Aşk’ için. Çekimlerine ilkbaharda başlanacak olan ve ilk gösteriminin Aralık 2017’de Pera Müzesi’nde yapılması planlanan film, yurtiçi ve yurtdışı gösterimleriyle yoluna devam edecek. 

‘Aslında hepimiz mülteciyiz’

Türk Sinema Vakfı’nın (TÜRSAV) başkanlığını üstlenen ve son yıllarda sosyal sorumluluk projelerine ağırlık veren ünlü oyuncu Selda Alkor, projeye Tekeoğlu’yla kurdukları arkadaşlık sonrasında dahil olduğunu söylüyor ve ekliyor: “Bu hikâyenin özü, bütün ailelerin içinde var. Hepimizin ataları bir yerlerden gelmiş ve aslında hepimiz mülteciyiz. Bir aşk hikâyesinin anlatıldığı bu filmde yer almak benim için uygundu, çünkü ben gözleriyle oynayan bir oyuncuyum. O ifadeleri kısacık sürede anlatabilmek çok zor bir iş, umarım başarılı olurum. Mübadele’yle ilgili, o insanların nasıl buraya geldiğini, neler yaşadığını, çaresizliklerini ve aşklarını anlatan romanlardan çok etkilendim. Tüm bu okuduklarını kısa bir filmde ne kadar yaşatabilirsin? İlk kez bir kısa filmde oynuyorum ve bunu, oyunculuğumu sınama şansı olarak görüyorum.”

Kendisi de göçmen bir aileden gelen Alkor, aile hikâyesini şöyle özetliyor: “Babamın ailesi Kafkasya’dan İstanbul’a göç etmiş. Babam Kasımpaşa’da doğmuş. Dedeme Çerkes Sarı Mehmet derlermiş. Çerkes bir sülaleden gelmeme rağmen, ne yazık ki dillerini ve geleneklerini öğrenemedim. Anne tarafım ise Gürcü, uzun zaman önce Çanakkale’ye göç etmiş bir aile. Ben iki tarafı da göçle buraya gelen bir ailenin son ferdiyim. Ve iki tarafın da gelenek ve göreneklerini öğrenemedim. Annemi de, babamı da çok erken kaybettim.” Sevilen oyuncunun rol aldığı ilk göç hikâyesi değil bu. Alkor 1965 yılında, Ertem Eğilmez’in yönettiği, Bulgaristan’dan Türkiye’ye uzanan bir aşk hikâyesini anlatan ‘Senede Bir Gün’ filminde, Nazlı karakteriyle izleyici karşısına çıkmıştı.

‘Toplumsal konulara eğilenler için hayat zor’

Kısa film denince akla, genellikle, düşük bütçeli, basit prodüksiyonlu öğrenci projeleri gelse de, son yıllarda izlediğimiz kısa film örnekleri, durumun her zaman böyle olmadığını kanıtlıyor. Tekeoğlu, “Kısa film için bütçe oluşturmak biraz daha kolay ama uzun bir hikâyeyi kısa sürede anlatmak çok zor” diyor. “Biz bu filmin bütçesini Fongogo.com üzerinden, kitlesel fonlamayla oluşturduk; tüm prodüksiyonu o bütçe dahilinde bitirmek zorundaydık. Gönlümüz uzun metrajdan yana olsa da, bu finansal bir mesele. İş insanları bu tür projelere verdikleri desteği ödeyecekleri vergiden düşebiliyorlar. Ancak yine de, Türkiye’nin bu ekonomik koşullarında sponsor bulmak çok zor.” Güler Sabancı’nın öncülüğünde, Sabancı Vakfı tarafından kurulan, sanat yönetmenliğini Zeynep Atakan’ın üstlendiği Kısa Film Platformu’nu, bu alandaki üretimleri desteklemek yönünde önemli bir adım olarak değerlendiriyor yönetmen.

Türkiye sinemasında artık bağımsız yapımcıların da değerinin bilinmesi gerektiğini söyleyen Tekeoğlu, “Bizim gibi toplumsal konulara eğilen yapımcılar için hayat zor ama yılmamak lazım. Film yapmak isteyen gençler de vazgeçmeden her yolu denemeli” diyor.

İlk kez bir kısa filmde oynayacak olan Alkor ise, ancak sinemaya gerçekten gönül verenlerin bu tür yapımlara imza atabileceğini vurguluyor: “Sinemaya gönül vermek başka bir şey, meşhur olmak başka. Sinemaya gönül verenler, kendi imkânları dahilinde kısa filmler yapıyor. Koca bir hayatı otuz dakikaya sığdırmak mümkün mü? Bunun zorluğundan dolayı, kısa filmde yönetmene çok iş düşüyor. Yönetmen ve oyuncunun uyum içinde çalışması gerekiyor.”

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema



Yazar Hakkında