Buse’yle Handan el ele, dayanışma dolu günlere

Bulut ve Emek Tiyatrosu’nun yapımcılığında hazırlanan ‘Biraz Sen Biraz Ben’ oyunu yönetmeni Ebru Nihan Celkan, oyuncuları Nuri Harun Ateş ve Ayça Damgacı anlatıyor.

Bulut ve Emek Tiyatrosu’nun yapımcılığında hazırlanan ‘Biraz Sen Biraz Ben’ başlıklı oyun, intiharın eşiğine kadar gelmiş, beyaz yakalı, hali vakti yerinde Handan’ın karşısına ameliyatı için para biriktiren trans seks işçisi Buse’yi çıkarıyor. Arkadaşlık ve dayanışma temaları etrafında şekillenen hikâyenin başkarakterlerine, sevilen oyuncu Ayça Damgacı ile şarkıcı Nuri Harun Ateş hayat veriyor. ‘Babil’, ‘Kimsenin Ölmediği Bir Günün Ertesiydi’ gibi oyunların başarılı yazarı Ebru Nihan Celkan bu kez yönetmen koltuğunda kalarak, Çiyil Kurtuluş’un kaleme aldığı metni sahneye taşıyor. Arada iç burkan hikâyeler anlatsa da bol bol güldüren, hayata Buse’nin gözünden bakmaya, değişime Handan gibi açık olmaya teşvik eden ve mutlu sonla biten oyun, gücünü oyuncuların performansından olduğu kadar, karakterlerin derinliğinden ve gerçekliğinden alıyor. Hayatın ne zaman karşımıza çıkaracağını bilmediğimiz tesadüfler ise olay örgüsünün küçük sürprizleri, tadı tuzu oluyor. Buse’nin olumsuz durumlar karşısında takındığı cesaretlendirici tavırları, Handan’ın çekingen ve ölçülü davranışları etkisi altına alıyor izleyiciyi, bir de mis gibi kızarmış hamsi kokusu... Sözü daha fazla uzatmadan, yönetmen Ebru Nihan Celkan ile oyuncular Nuri Harun Ateş ve Ayça Damgacı’ya bırakalım.

‘Biraz Sen Biraz Ben’ bu sezonun en çok konuşulan oyunlarından biri oldu. Sezon sizin için nasıl geçiyor?

Ebru Nihan Celkan: Aslında tiyatro sezonu zor geçiyor. Art arda yaşanan olaylar insanların dışarı çıkmasını biraz zorlaştırdı. Ortalama seyirci sayısından memnun olsak da, bir oyunu kapalı gişe oynarken, diğerinde, ortada bir sebep yokken seyirci sayısının düştüğünü görüyoruz. Bu dengesizlik de genel keyiflilik ve keyifsizlik halleriyle alakalı. Sadece bizim oyun özelinde değil, genel olarak tiyatro yapmanın şartları gittikçe zorlaşıyor. Tiyatro seyircisi için de zorluklar var. Seyirci, dört-beş sene önce İstiklal Caddesi üzerindeki birçok sahneye girip oyun izleyebiliyordu, bu da bizim için, farklı sahnelerde oynamak anlamına geliyordu. Bugünse sadece İstiklal’de değil, Beyoğlu’nun tamamında oyun izleyebileceğiniz birkaç mekân kaldı. Kadıköy’de sahneler açıldı ama mekânlar çok küçük, her oyun için müsait değil. Seyirci de her yere gidemiyor, ulaşabildiği yer sayısı az. Oyun oynayabileceğiniz salon sayısı gittikçe azalıyor. Yine de, bu durumun düzeleceğine inanıyorum.

Oyunun senaryosunu, sizin yönettiğiniz Notos Oyun Yazarlığı Atölyesi’ne katılan Çiyil Kurtuluş yazılmış. Metin nasıl gelişti?

E.N.C.: Atölye sekiz hafta sürüyor. Çiyil Kurtuluş, ilk dönem aramıza katılan oyun yazarı adaylarındandı. Emekli bir öğretmen, aynı zamanda öyküler yazıyor; kısa süre önce ‘Kasırga ve Yabanmersinleri’ adlı öykü kitabını yayımladı. Atölyede teoriden ziyade yazmaya ağırlık veriyoruz. Sekiz haftanın sonunda ortaya, hiç olmazsa kısa oyunlar çıkarmayı hedefliyoruz. BuluTiyatro’nun kuruluş amaçlarından en önemlisi bu coğrafyada üretilen metinlere katkıda bulunmak, bu atölye de onun bir uzantısı. Katılımcılar atölyenin dördüncü haftasında sahneler yazmaya başlıyor ve geri kalan zamanda o sahneleri oyuna dönüştürmeye çalışıyoruz. Çiyil Hanım bu konuda çok istekli davrandı, her hafta yazdıklarını sınıfta okuyup tartıştık, o üzerine düzeltmeler yapıp geri geldi. Sekizinci haftanın sonunda elimizde bize çok heyecan veren bir metin vardı. BuluTiyatro’nun dramaturji ekibinden Özge Ertem ve Özge Karadağ’la, Aylin Alıveren’le ve yazarla birlikte bu metin üzerinde çalışmaya devam ettik. Ardından oyunculardan da bazı geri bildirimler geldi, yazar tekrar üzerinde çalıştı ve nihayet metni son haline getirerek sahneye taşıdık.

Oyuncular nasıl dahil oldu projeye?

Nuri Harun Ateş: Ebru’yla yollarımız zaten kesişmişti. Beraber bir şeyler yapmak, onun sahnedeki dünyasına bir şekilde dahil olmak istiyordum. Bir gün bana bu metinle geldi, okuduğumda hemen hikâyenin içine girebildim, oynamamı istediği Buse karakteri elimi tuttu ve teklifini heyecanla kabul ettim. Ardından benim için yepyeni bir süreç başladı. Tiyatro her zaman hayatımda olsa da kendimi hiçbir zaman bir tiyatro oyuncusu olarak tanımlamadım. Her zaman yanımda, elimden tutan şarkılarım oldu, tiyatro sahnesinde de müzikle var oldum. Burada ilk kez, yanımda müzik olmadan, sadece metinle ilişkilenerek sahneye çıkacaktım, bu da beni çok korkuttu. Ama Ebru beni hep yüreklendirdi. Hazırlık sürecinde, oyunun içinde kendimi bulabildim ve korkmadan sahneye çıkabilecek hale geldim. Çıktığımdaysa önümde yepyeni kapılar açıldı. Sadece metinle, bir oyuncu olarak sahneye çıkmak diğer işlerimi, konserlerimi, bütün hayatımı çok etkiledi. Beni çok geliştiren, okul gibi bir şey oldu. Hayatım boyunca hep ötekilik ve öteki olmak üzerine düşünmüş ve ötekiye bakışla mücadele etmiş bir insan olarak, benim için yeni bir şey değildi oyunun hikâyesi.

Canlandırdığınız Buse karakteriyle tamamen uyuştuğunuz ya da ona hak vermediğiniz yerler oldu mu?

N.H.A.: Üzerime Buse karakterini giydiğimde, ona hak vermediğim bir yer yoktu. Sanki onun yerinde olsam ben de tam öyle davranırmışım gibi hissettim. O anlamda, abartılı olmayan, gerçek bir karakter, çok doğal tepkiler veriyor. Bu da benim için büyük bir şans. Belki Handan’ı oynuyor olsam bambaşka şeyler söylerdim size, çünkü onunla aynı fikirde olmadığım bir sürü şey var ama Buse öyle değil. Onunla tanışmadan önce bile Buse bana çok yakındı, belki de aynı yollardan geçtiğimiz için.

Peki, siz oynadığınız Handan karakteriyle nasıl bir mücadeleye girdiniz?

Ayça Damgacı: Sınıf nefreti, sadece alt ya da üst sınıfa yönelik değil, insanın kendi sınıfına karşı da olabilir. Biz sanatçı grubuna dahil olan insanlardan her şeye mesafeli ve eleştirel yaklaşmamız bekleniyor ya da bizim kendimizden böyle bir beklentimiz var. Ben her zaman, mensup olduğum sınıfın kodlarıyla, siyasi ideolojisiyle, davranış biçimleriyle ciddi sıkıntıları olan ve bunlara şiddetle saldıran biri oldum. Dolayısıyla oynadığım karaktere de belli bir öfkeyle bakıyordum. Öyle bir şey olmalı ki diyordum, Handan’ın dilinden konuşarak, bu kadınların ipliğini pazara çıkarmalı. Kendi içimde derinlere ittiğim bir bilgiyi su yüzüne çıkarmak çok acılı bir süreçti benim için. Kendinden olmayanlara kötü davranmak, onları aşağılamak, kendini her şeyin üzerinde görmek, iyi kadın, aydınlık insan, başarılı Türk gibi tanımlarla etrafı kıyıma uğratmak... Ben bunun nasıl bir şey olduğunu bilmesem de, herhalde çevremden çok iyi gözlemledim, ya da bana karşı iyi uygulandı, onların içindeki öteki haline düşürüldüm. Kötü karakteri oynamanın zevkini çıkarmak benim için epey zor oldu.

Bir oyuncu için kendine yakın bulduğu bir karakteri oynamak ile, fikirlerine zıt düştüğü bir karakteri oynamak arasında nasıl bir fark var?

A.D.: Çok büyük fark var. Çünkü oyunculuk bir anlamda söz almaktır. Bir grubu ya da bir şeyi temsil edebilmenin ne kadar mümkün olduğu tartışılır, ancak ben oyuncu olarak, Çingeneler, translar, Aleviler adına söz alıp onları temsil edecek şeyler yapmayı daha çok seviyorum. Herhalde kendim de bir şekilde azınlık sayıldığım için. Ancak bir beyaz yakalıyı oynadığımda iş değişiyor. Orada bilmediğin ve temsil etmek istemediğin bir dünya olduğunu görüyorsun. Bu bir tartışma, benim için de oyunculukta bir merhale. Çünkü aslında temsil etmek istemediğin karakter diye bir şey yok. Bu metni okuyup projede yer almayı kabul ettiğime göre, bir şeyler beni çekmiş olmalı, ancak aradaki bağlantıları kurmak, hatları birleştirmek biraz zaman aldı.

Oyunda, kadın dayanışması öne çıkıyor. Kız kardeşlik müessesesine, trans bir bireyle, ona başta önyargıyla yaklaşan bir kadını dahil ederek, onu genişletiyorsunuz...

E.N.C.: Bulut’un dramaturji masasında metni konuşmaya, ‘Arkadaşlık nedir?’ sorusundan başladık. Burada dayanışma, arkadaşlık, kız kardeşlik gibi birçok kavram üzerine tekrar düşünmek gerekiyor. Bütün o yaygın söylemlerin ötesinde, biz kendimiz arkadaşlıkta, kız kardeşlikte, feminist mücadelede, kadın dayanışmasında nerede görüyoruz? Bunların her biri bizim için tekrar sorulup, kendimizden yola çıkarak cevaplanması gereken sorular oldu. Dışarıda ısrarla, her şeyimize göre bizi birbirimizden ayırmaya çalışan bir dünya var. Bunun karşısında da, inatla mücadelesini yan yana getirmeye çalışan insanlar var. Türkiye’de kadınlar bunun başını çekiyor. Yıllardır verilen mücadeleyle gelinen noktada, bugün sokakta ağırlıklı muhalefet yürütebilen, birçok kesimden insanın tek bir sözü haykırabildiği tek muhalif hareket, kadın hareketi. Bu açıdan baktığımızda, birbiriyle konuşmak ve diyalog kurmak anlamında, kadınların toplumun birçok kesiminden ileride olduğu gözlemlenebilir. Bu da bizim oyunumuza güç katıyor. Handan ve Buse gerçekten bir araya gelip diyalog kurabilir mi, ikisinin omuz omuza durmalarını kolaylaştıran nedir diye düşünürken, aslında çok zorlanmadık. Benim gönlümden geçen, bu oyunu izleyen kadınların, hangi kesimden olursa olsun, mekândan, kendilerine bu tür sorular sorarak çıkmaları. Seyirciden gelen tepkiler de bu yönde. Handan’la özdeşleşen bir seyirci bana, “Bir hafta boyunca kendime ‘Acaba böyle bir durumda ben kalsam ne yapardım?’ diye sordum” dedi. Bu da, başlamak için çok iyi bir yer. Kız kardeşliğe giden, böyle bir yol. 

Sahneler kapanırken, yeni metinler çoğalıyor

Ebru Nihan Celkan: Türkiye’de oyun yazarlarının sayısı artıyor, izlediğimiz metinler çeşitleniyor. Artık daha çok kadın hikâyesi görüyoruz, sınıfsal çeşitlilik ve sokak, sahneye daha çok yansıyor. Bugün üretiyor ama sahneler kapandığı için bugün sahneleyemiyor olabiliriz. Kendimizi tarihsel süreç içinde değerlendirmeliyiz. Yıllar sonra birileri geri dönüp baktığında, bu dönemin üretimleriyle ilgili bir şeyler bulabilmeli. Tıpkı tarihe not düşmek gibi... Bu durumun en güzel örneklerinden biri William Saroyan. Yıllarca onun bu topraklardan çıktığı kabul edilmedi, ancak bugün, tiyatroyla ilgilenen insanlar onun üretimlerinde haberdar, eserlerini nasıl sahneleyecekleri üzerine düşünüyorlar. BGST Tiyatro’nun Zabel Yesayan’ın hayatı üzerine kurulu yeni oyunu ‘Zabel’ de benzer bir sürecin sonucu. Dolayısıyla şimdi ve burada üretmenin tek motivasyonu şimdi ve burada sahnelemek değil bence; nesiller sonra sahneleyebilmek, bir söz söyleyebilmek. 


Kategoriler

Kültür Sanat Tiyatro



Yazar Hakkında