KARİN KARAKAŞLI

Karin Karakaşlı

ÜVERCİNKA

Gâvur Mahallesi, gâvur dünyası

Mahalle dokusunun günün her saati yerle bir edildiği ülkemizde ‘Gâvur Mahallesi’ kimsenin yıkamayacağı belki de tek mahalledir. Bir yanıyla yerinde yerler estiği için artık ona kimsecikler dokunamaz, öte yandan onun boşluğu Mıgırdiç Margosyan tarafından öyle bir kayda geçirilmiştir ki, boşluk dile gelir, kendi kendini doldurur.

Kitabın 1992’de Türkçe olarak basıldığı dönem dün gibi aklımda. Türkiye toplumu 90’ların karanlığında faili meçhuller, ağır işkenceler, köy boşaltmalar eşliğinde kolektif hakları ve doğrudan varoluşu için mücadele veren Kürt siyasi hareketiyle, Diyarbakır’ın Amed gerçeğiyle karşı karşıya kalmıştı. Derken ulusalcı, aşırı milliyetçi, inkârcı söylemlerin orta yerinde Mıgırdiç Margosyan’ın yükte hafif pahada ağır kitabı çıkageldi ve Diyarbekir’in Gâvur Mahallesi’ni, bir coğrafyanın Ermeni yüzünü gösteriverdi. O gün bugündür hazmedilmeye çalışılan, ağır bir gerçektir bu.

Bu gerçeği yeniden anımsatan, Yusuf Kenan Beysülen’in, çeşitli festival ve etkinliklerde gösterimi devam eden ‘Gâvur Mahallesi’ adlı belgeseli oldu. Mıgırdiç Margosyan’ın on beş yaşında anadili Ermeniceyi öğrenmek üzere İstanbul’a giderken bıraktığı doğum yeri Hançepek, namıdiğer Gâvur Mahallesi’nin yokluğu üzerinden bizi usul usul gezdirip anlattığı belgesel, bir yanıyla da kitaplarının ete kemiğe bürünmüş hali gibi. O dönemi anımsatacak fazla bir şey kalmadığından, o et ve kemik boşluk üzerinden, bizim hayal gücümüz ve Margosyan’ın oya gibi işlediği ayrıntıların Beysülen tarafından bulunan sinematografik karşılığıyla çiziliyor.

Daracık sokaklar, kerpiç ve taş yapılar ve her hanede ayrı bir krallık... Krallıkların şahıysa, Margosyan’ın, babasından her gece masal niyetine dinlediği Heredan köyü. Derken Yahudilerin 1950’den sonra İsrail’e, ABD’ye, Ermenilerin de 1960’tan sonra İstanbul’a, ardından Avrupa’ya göçleri. Gâvursuz kalan bir Gâvur Mahallesi.

Söz Margosyan’da: “Cehü, Yahudilere Kürtçede verilen addı. Biz Hıristiyanlar ise Yahudilere ‘Moşe’ diyorduk. Hıristiyanların hepsi toptan gâvur veya ‘Fille’ oldukları halde kendi içlerinde Ermeni, Süryani, Keldani, Pırot’tular. Ermeniler ise Süryanilere ‘Asori’ derlerdi. Müslümanların tümü Hıristiyanlara toptan gâvur demelerine karşılık, Hıristiyanlar da tüm Müslümanlara toptan ‘Dacik’ diyorlardı. Ama tüm bunların dışında gerçek olan şuydu ki deliler bir safta, geriye kalan diğerleri hep beraber diğer saftaydık!..”

Ülkenin ve dünyanın deliye döndüğü şu zamanlarda ‘Gâvur Mahallesi’nin bize diyeceği çok şey var. Almanya’da başlayan miting izni yasağı Hollanda’da zirveye çıkınca suni gerilimler üzerinden yurtdışında yaşayan seçmenlerin ‘evet’ oylarını artırması amaçlı, “Bütün Avrupa bize karşı” içerikli AKP kampanyasına Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın önderliğinde hız verildi.

Önümdeki fotoğrafa ve habere bakıyorum. AKP Gençlik Kolları üyeleri Hollanda’yı portakal bıçaklayıp suyunu içerek protesto ediyor. Diplomasinin dili “Ey Almanya, ey Hollanda! Nazi Almanya, Nazi kalıntısı Hollanda!”, “Hollanda Başbakanı, sen neyin lalesisin?” seviyesine indirilmişken portakalı bıçaklayıp suyunu içerek yapılan protestoya denecek bir şey kalmıyor.

Allahtan, önceki soykırım tasarıları protestolarından edinilmiş deneyimler var. Misal, Fransa Cumhurbaşkanı François Hollande’a atılacak olası tweet’ler için önden uyarı yapılıyor. Ya da yanlışlıkla Rusya bayrağı yakılmasın diye haber salınıyor. Gerçi Hollanda bayrağı diye Fransa bayrağı yakılıyor bu sefer de, ama olsun. Nasıl olsa gâvur gâvurdur, fark etmez.

Kısaca hatırlayalım: Rotterdam’a gideceği sırada patlak veren salon krizinde Hollanda’ya misli yaptırımlarla karşılık verileceği tehditleri üzerine Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ile Bakan Kaya’nın inişlerine izin verilmemiş, bu arada 22 Ocak 2008’de AKP tarafından “Yurtdışında ve yurtdışı temsilciliklerinde seçim propagandası yapılamaz” maddesi seçim kanununa eklenmişti, fakat şimdi onu hatırlatmanın da bir anlamı yok. Hatırlatma, asgari mantık talep eder.

Erkeklerin öldürdüğü kadınların her ay listeler halinde yayımlandığı bir ülkede, içinde kadın kelimesinden imtina edilen Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Fatma Betül Sayan Kaya, fetih ruhuyla havadan olmazsa karadan Hollanda’ya girmeye kalkınca, ‘persona non grata’ (istenmeyen kişi) ilan edilerek sınırdışı edilmişti. Kaya, bir gecede pek çok şeyi keşfetmiş: “Türkiye’de kadınlara nasıl davranılması gerektiğini bize anlatan Hollanda’da bir kadın olarak böyle bir şey yaşamak trajikomik bir olaydı. Bizim 15 Temmuz sonrasında çıkardığımız OHAL’i sorgulayan Hollanda, bir gecede OHAL ilan etti.”

Günlerdir kendisinden askıya alınan insan haklarını dinlediğimiz Kaya, bir gecede kadın olduğunu ve insan haklarının gerekliliğini hatırladı. Elbette kendi ülkesinde aylardır gerekçesizce uzatılan OHAL bahanesiyle mağdur edilen on binlerce insandan, tutuklu gazetecilerden, avukatlardan, on üç HDP’li milletvekilinden, HDP ve muhaliflere dönük on binlerce keyfi gözaltıdan, yakılıp yıkılan Cizre’den, Şırnak’tan bahsetmeden.

Oysa ‘Gâvur Mahallesi’ belgeselinden alınacak çok acı bir ders daha var. Zira belgeselin çekildiği Sur, tıpkı Cizre ve Şırnak gibi, binalarıyla, anıtlarıyla, hayat kalıntılarıyla devlet tarafından yıkılmış durumda. Belgeselin çekildiği zamanın kendisi de belgesel artık. Daha ne olsun.

Geriye kalansa bir karar: Gâvursuz Gâvur Mahallesi’nden sonra koca dünyayı da Gâvur Dünyası olarak mı kodluyoruz? Daha kaç kişiyi, kaç değeri kaybediyoruz, insan olmak için?