Bir kadının ‘erkek olup’ düşünme ve yazma serüveni

ALİ ÇAKMAK

Aristoteles estetiğinin ötesinde, birinin yerine geçip, onun gibi düşünmek, konuşmak, davranmak, tepki vermek ve okuru (yahut seyirciyi) o olduğuna inandırmak gıpta edilesi bir iştir. Bu becerinin çevresinde insanlar toplanır. Bu nasıl yapılıyor görmek isterler. Peki neden görmek isterler? Eğlencelidir ondan. Peki neden eğlencelidir? Hemen herkes hapsedildiği kendinden kurtulmak ister, eğlenceli olansa kurtulma sürecidir. Kurmaca kahramanlarla mı kendimizden kurtulacağız? Evet! Onlar gerçek değildirler ama içlerinde kendimizden nasıl kurtulacağımızın yordamını taşırlar. Bir yazarın elinden çıkma bir kahramana, yazarın o kahramanı nasıl kurduğuna, kurarken kendinden nasıl kurtulduğuna bakarak biz de benzer bir kurguya ve kurtuluşa ulaşabileceğizdir. Peki neden kendimizden kurtulmak istiyoruz? İçin için kendimiz dediğimiz şeyin başkaları tarafından kurgulandığını duyuyoruz. Madem başkaları tarafından kurulmuşuz neden yazarın becerdiği gibi kendimizi kuramayalım?

Kendinden kurtulma

‘Gölgesinde’nin ilk bölümünde -kadın- yazar erkek gibi düşünüyor, konuşuyor, davranıyor, tepki veriyor. Karısı kaybolan, bağımlı ilişkiden muzdarip fakat bundan bihaber, bir kocanın Fikret’in duruma verdiği tepkileri seyrediyoruz; gözünün seyirmesinden gördüğü sanrılara kadar her şeyiyle. Yazarın bu bölüme verdiği önem izleyen bölümle anlaşılabilir, ancak bu bölümde Irmak Zileli’in bir kadın olarak kendinden kurtulma ve ‘erkek olup’ düşünme becerisi romana sokulmamızın galiba en temel nedeni. Sosyoloji, politika, psikoloji şurda dursun, bir kadın nasıl bu kadar erkek olabiliyor? Acaba ben de onun becerebildiği kadar kadın olabilir miyim?

‘Gölgesinde’nin esas kadını, Fikret’in kaybolan karısı Leyla ise tıpkı yazar gibi ama yazarak değil yürüyerek, yürürken karşısına çıkan kişilere bulanarak kendinden kurtulmaya çalışıyor. Yürüyerek yazılmış, yazılarak yürünmüş bir ‘kurtuluş mücadelesi’nin seyir halinde seyircileri olmaya çağrılıyoruz. Peki Leylâ tam olarak ne yaptığının farkında mı? Leylâ felsefi yahut politik bir disiplin içinde cevap verebilir mi buna? Hayır. Birçoğumuz gibi kuramlaştıran ama yap(a)mayan değil o. Nasıl yaptığını kuramlaştırmıyor doğru, ama yapıyor. Peki ama nasıl yapıyor? İçindeki tek bir hisle, eşitlik hissiyle yapıyor.

Gündüz ve gece

Fikret, Leyla’nın gündüzüdür. Hani şu çalışıp durduğumuz, kan ter içinde başarmaya çalıştıkça varlığımıza ya da özümüze yabancılaştığımız gündüz. Fikret gündüz olduğunca Leyla gecedir. Bu çok eski bir eşitsizlik kalıbı. Fikret aydınlıkta görünen otoritedir, iktidardır, akıldır, matematiktir, bilgidir, fikirdir. Leylâ ise karanlıkta bırakılmış mağdur ve madunluğundan doğrulup yürüyen/yazandır; duygulardır, içgüdülerdir, vahşi taibatımızdır; edebiyattır, rüyadır, sezgidir. Leylâ tüm bunları bilmeden bilir. Karnındaki-batındaki yangıdan, boynunda atan nabızdan, iki de bir büyüyen gözbebeklerinden bilir.

Leylâ gündüzün aklından ve ihtiraslarından uzaktır. Öyle ki gündüz geceye ne kadar yabancıysa Fikret, Leylâ’ya o kadar tanıdıktır. Eşitlik arayışı Leylâ’yı, Fikret’in kederini duyacak kadar Fikret’e yakınlaştırır. Bu, otoritenin başının okşanması anlamına gelmez. Otoritenin çok da mutlu bir ‘statü’ olmadığının keşfedilmesi, gösterilmesidir. Yiyip içen, şişinip duran, haz denizinde yüzen o klasik şey değildir otorite. Aksine derin bir kedere, diplerden yakalayan bir korkuya tutsak olmak da demektir. Yani pek de özenilecek bir şey değildir kendileri. Bu bilgi, Leylâ’nın eşitlik arayaşının ürünüdür. Dolayısıyla kendimizden kurtulmak isteyen bizler, kendimizi nasıl kurgulayacağımız bahsinde nelere dönüşmemeliyiz, onu da keşfederiz.

Kendimden nasıl kurtulurum?

Yazar, yazarken yani yürüyüşü sırasında karısına dünyayı dar eden bir erkeğe ve ona eşlik eden bir polise; bir kadına, bir âşığa, bir kirpiye, bir travestiye, bir köpeğe, bir kâğıt toplayıcısına, çok yaşlı bir kadına, rastladığı hemen her şeye dönüşerek; döne dolaşa kendine, varlığına, özüne yaklaşıyor. Benim için kıçımı yapıştığı koltuktan kaldırdığı ölçüde bir yapıt, iyi sanattır. Bu satırlar biter bitmez sokağa çıkıp, yürüyeceğim. Karşıma çıkan insanlar, hayvanlar, ağaçlarla selamlaşacağım. Yok! Mecazi anlamda değil, gerçekten. Artık felsefi, bilimsel, politik değil gerçek bir yaşantıdan süzülen bilgiyle biliyorum, kendimden nasıl kurtulurum.

Gölgesinde
Irmak Zileli
Everest Yayınları
336 sayfa.