Kahramanların karakterlere dönüşümü

KEREM GÖRKEM 

Kitap tanıtımı, inceleme, eleştiri… Biz bir yazıyı hangi rafa koyacağımızı tartışaduralım, bana kalırsa en temelde bu üç başlık altında toplanan metinlerle doğrudan ilişkili, daha önemli bir soru var: Kitaplar üzerine yazmanın gayesi nedir? Galiba bu sorunun yanıtı, bahsettiğim üç başlığın birbirlerinden ayrıldığı noktayı işaret ediyor. Kitap tanıtım yazılarının, incelemelerin ve eleştiri yazılarının niyeti, kapsamı ve çıktı tahayyülü farklı. Ne ki, aynı havuza atıldıklarında su yüzüne çıkan şey hep aynı ve benim ‘gaye’ diyerek imlediğim bir çabayla, ‘değerlendirme’ diyebileceğimiz bir işi becermiş oluyorlar. Buna nasıl okumalarla ulaşıldığı, metnin hangi arka planda tartıldığı, çözümleme biçimleri gibi pek çok farklı mesele işin içine girdiğinde, ekseriyetle çetrefil bir yerde dolanıyor oluyoruz. Şimdi biz oralara gitmeyelim, diyelim sonsuz bir ovadayız ve Seray Şahiner’in son kitabı ‘Kul’u gönlümüzce okuyarak ağır ağır, salınarak yürüyoruz.

Mercan’ın mücadelesi

‘Gelin Başı’ ve ‘Hanımların Dikkatine’ adlı öykü kitapları ile ‘Reklamı Atla’ adlı deneme toplamının yanında, Şahiner’in külliyatına ‘Antabus’un ardından ikinci romanı, ‘Kul’ da eklendi. Öykülerinden ve ilk romanının kahramanı Leyla’dan tanıdık olduğumuz gibi, yine bir kadın karakterin ‘mücadelesini’ okuyoruz. Uzaktan da olsa tanıdığımız, fakat hayatına nüfuz etmekten bir biçimde imtina ettiğimiz o kadının kıyafetini bu defa Mercan’a giydiriyor yazar. Samatya’da, sayıları kentsel yenilemeler sebebiyle gittikçe azalan ‘maaşlı bir kapıcılarının olmadığı’ apartmanlarda temizlikçi olarak çalışan, kendi rızasıyla ‘yitirdiği’ kocasına ve hiç doğmamış bebeği Haydar’a derin bir özlem duyan, televizyonunun hep açık olduğu salon penceresinden dışarıya baktığında yoldan geçenlerin ayakkabılarını gören, dünyayı Japon Pazarı’ndan aldığı kahve fincanlarının üzerindeki figürlerle gezmiş, apaçık yalnız bir kadın Mercan.

Kitap, tembel ve ot düşkünü adsız kocasının gidişiyle açılıyor. Mercan’ın gözü önünde ve rızasıyla gerçekleşen bu kopuş, gitgide kurgunun ana damarlarından birine dönüşüyor. Bu ‘fazla’ adamın sebep olduğu bıkkınlık ve karakterin güçsüz bedeninde taşıdığı yüklerin getirdiği dayanılmaz yorgunluk, Mercan’ın diline vuruyor. Günler ve günler boyu bu yalnızlığa alışma çabasını, “aman canım”larla, “böyle iyiyim”lerle öldürülen saatleri okuyoruz. Bir zaman sonra kocasının yokluğu Mercan’ın hayatını zindana çeviriyor, yerini televizyonla kapatmayı deniyor fakat o da bozuluyor, yalnızlık ve çaresizlikten ne yapacağını bilemeyen karakterin gitmediği hoca, gezmediği türbe, adamadığı adak, baktırmadığı fal kalmıyor ama nafile. Ne gelen var ne giden, ne de doğan bir güneş.

“Mercan Hanım sık sık Sümbül Efendi Camii’ne gider, neden derseniz Mercan Hanım televizyonsuz yatamamaktadır. Sabah kadar dönendi durdu… Sabah uykusuzluktan kum kum batan gözlerle tamirci aramak için evden çıkarken… Bu kez anahtarı yanına alıyordu ki… Allah kahretsindi! Kilit değişmişti artık, kocası eve dönse de kendi anahtarıyla televizyonu, pardon kapıyı açamazdı. Allahım. Mercan’a yardım et’ti. Artık Mercan’ın televizyondan başka kimsesi kalmamıştı.”

‘Kul’u ‘kul’ yapan

Kendi payıma, kabaca aktardığım bu hikâyenin malzeme edildiği kitap üç temel noktada önem ve kıymet kazanıyor. ‘Kul’u ‘Kul’ yapan, okuru Mercan’ın serüvenine dâhil eden belki de en önemli nokta, Şahiner’in önceki metinlerinde de rastladığımız fakat ‘Kul’da evrimini tamamlamış gibi görünen sinematografi. Yazarın sinema sanatıyla yakından ilişkisi romanı bir senaryo metnine epey yaklaştırıyor. Tasvirler ve ayrıntı gözlemlerinin hikâyede tuttuğu yer, handiyse Mercan’ın varlığı kadar mühim. İkinci nokta olarak anmak istediğim dil meselesi ise, sinematografi ile birleşerek, az önce değindiğim tasvir ve ayrıntı gözlemlerinin ifade ediliş biçimlerinde ön plana çıkıyor. Yutarak, gizleyerek, kimi zaman susarak anlatmayı tercih ediyor yazar (Kitabı elinize alıp ortalarına geldiğinizde rastlayacağınız peşi sıra birkaç boş sayfa, kast ettiklerimi size anlatacaktır). Önemli bulduğum son nokta ise, yine artık Şahiner yazınının bir kimlik öğesi olarak görülen ve adına ‘sıradanlığın değerlemesi’ diyeceğim mesele. Son dönemde hem Türkiye hem dünyada sinema ve edebiyat eserlerinde sıklıkla rastlamaya başladığımız bu durum, ‘kahramanların karakterlere dönüşümü’nü işaret ediyor. Yazarın sinematografi ve dil becerisiyle birleşen bu değerleme, sokağın hikâyesinin gereğince, ne az ne çok, anlatıldığı bir ‘bugünün romanı’na ulaştırıyor okuru.

Gelecekte, 2017’ye yeniden bakmamız gerekecek o gün, şüphe yok, ‘Kul’u da göreceğiz. 

Kul
Seray Şahiner
Can Yayınları
152 sayfa.