Bir evden kaçış hikâyesi...

BANU YILDIRAN GENÇ 

Amerikan edebiyatının kendine has bir yanı var. O karmaşa, o sorunlu aileler, o arızalı toplum nasılsa edebiyatı şahlandıran bir itici güç oluşturuyor. Oysa bizde de aynı ya da farklı bir sürü sorun var -daha azı mı çoğu mu tartışılır- fakat çocuklukta, gençlikte, çoğu zaman ömür boyu süren bu arızalar Türk edebiyatına böyle çarpıcı bir biçimde yansımıyor, genellikle kendine acıyan, duygularla yoğrulan, fazla kişisel, arabesk bir edebiyata dönüşüyor. Ottessa Moshfegh’in yazdığı, 2016 yılının Hemingway İlk Roman Ödülü’nü kazanan, ayrıca 2016 Man Booker Kısa Listesine kalmayı başaran ‘Eileen’ aslında Amerikan edebiyatının başarısına dair ipuçları veriyor bize.

Tipik Amerikan anlatısı

Eileen, Ottessa Moshfegh’in ilk romanı fakat ondan önce birçok yerde yayımlanan ve başarısı konuşulan öyküleri var. Babası İran, annesi Hırvat kökenli, yani aslında pek çok örneğine rastladığımız gibi etnik kökenini hissettiren, biraz yerel tatlar içeren bir roman yazsa satması daha garanti olur diye tahminler yürütebiliriz. Oysa Moshfegh’in adı kulağımıza değişik gelmese, ‘Eileen’i yüzyıllardır Amerika’da yaşayan tipik beyaz, Hıristiyan, Anglosakson kökenli bir yazarın yazdığını düşünürdük, çünkü roman, içeriği ve tarzıyla tam bir Amerikan anlatısı.

‘Eileen’, yetmişlerini süren anlatıcının yani Eileen’in kendisinin bundan tam elli yıl önceki evden kaçışını anlattığı bir roman. Moshfegh 1964’teki New England kasabasını toplumsal yapısı, kilise baskısı, sınıf ayrımlarıyla oldukça etkili bir biçimde aktarıyor ama asıl başarısı anlatımın doğallığından kaynaklanıyor. Yaşlı Eileen’in eskileri anlatırken yeri geldiğinde “siz” diye hitap ederek okuru metne katması ve en mahremini anlatması kahraman anlatıcının ustalıklı kullanımının bir örneği.

Emekli polis, ağır alkolik babasıyla aynı evi paylaşan, yirmi dört yaşında, annesini kısa süre önce kaybetmiş, hiç sevgilisi olmamış, anoreksik denecek kadar zayıf, garip takıntıları, cinsel problemleri olan bir kahraman: Eileen Dunlop. Yazar ‘1964’ başlıklı ilk bölümde ana karakterinin ailesinden, babasından, nasıl büyüdüğünden biraz bahsettikten sonra asıl çarpıcı girişi şöyle yapar: “İşte buradayız. Adım Eileen Dunlop. Artık beni tanıyorsunuz. Anlattığım dönemde 24 yaşındaydım ve erkek çocukların kapatıldığı özel bir ıslahevinde sekreterlik yaparak haftada 57 dolar kazanıyordum. Şimdi o yerin tam olarak ne olduğunu anlıyorum: Bir çocuk hapishanesi. Bir hafta içinde oradan kaçıp bir daha asla geri dönmeyeceğim. Bu, benim ortadan kayboluşumun öyküsü.”

Romanın neredeyse yarısına kadar Eileen okura kendisini tanıtır. Islahevinde çalışan doktorun emeklilik partisinde eğlenceye katılmayıp ne yaptığını şu doğallıkta anlatır mesela: “Bir ara külotumun altındaki bölge kaşındı, beni görecek kimse olmadığından kaşınan yeri eteğimin üstünden ovuşturdum. Kundaklanmış olduğundan, özel bölgemi kaşımak zordu. Sonunda elimi eteğimin ve korsemin altına soktum, iç çamaşırımı kenara çektim; kaşıntı geçince parmaklarımı burnuma götürüp kokladım. İnsanın parmaklarını koklaması doğal bir merak bence. Daha sonra, gün bitiminde kapıdan çıkarken Doktor Frye’a mutlu bir emeklilik dönemi dilemek için, hâlâ yıkamadığım o parmakları uzattım.”

Eileen iç çamaşırının üzerine sımsıkı korseler giyer çünkü iffetlidir, yine bu nedenle makyaj yapmaz, oje sürmez, kapalı giyinir, çünkü 1964’te kadınlar iffetli ve iffetsiz diye ikiye ayrılır. Oysa bütün gün gardiyan Randy’yi izleyen, çaktırmadan onun cinsel organına bakan ve kaçırılmadan tecavüze kadar fanteziler kuran da iffetli Eileen’dir. Hiç arkadaşı olmadan, kimsenin dönüp de ikinci kez bakmayacağı kadar silik olduğu takıntısıyla yaşayan Eileen’in iç dünyasıyla yaşamı neredeyse taban tabana zıttır. Annesinin yokluğuyla baş edememesi, babasının tam bir bela olması, çalıştığı yere duyduğu nefret, kendisiyle ilgili önyargılarıyla zaten kaçıp gitme fikriyle yaşarken, ıslahevine eğitim danışmanı olarak gelen Jessica bu kaçışı hızlandırır.

Moshfegh yine kolaycılığa kaçmayarak 1964’te ıslahevinde yaşanacağını tahmin ettiğimiz kötü olayları da romanının merkezine koymuyor. Oldukça trajik bir olay kaçışın gerçekleşmesini sağlayan son nokta oluyor, o kadar. Çocukların ilaçlarla uyuşturulmaları, sürekli cezalandırılmaları, dini bir fırsatçılık olarak kullanan kilise dışında bu çocuklarla kimsenin ilgilenmemesi bile satır aralarında veriliyor.

Bütün bencilliğini okura anlatabilen bu karakteri de, alkolik babasını da, tecavüz mağduru katil çocuğu da, çocuğuna yapılanlara ses çıkarmayan annesini de anlayabildiğimiz bir roman yazmış Ottessa Moshfegh. Romanın etkili başlangıcı, geçmişle bugün arasında birkaç cümleyle kurabildiği köprü, karakterini her şeyiyle bir bütün olarak kurabilmesi başarısının devam edeceğini müjdeler gibi.

Bu vesileyle edebiyat dünyasının yeni yayınevi Hep Kitap’a hoş geldin diyelim ve bu iyi roman, başarılı çeviri ve özenli basım için teşekkür edelim.

Eileen
Ottessa Moshfegh
Çeviri: Begüm Kovulmaz
Hep Kitap
237 sayfa.