O dirilmeliydi ve dirildi

Surp Zadig Yortusu dolayısıyla Agos için bir yazı kaleme alan Epsikopos Sahak Maşalyan, İsa Mesih’in dirilişinin anlamını yorumluyor.

İnsanın nefesini daraltan, ona boğulma hissi veren ve ruhunu isyanlara sevk eden en yakıcı durum, hakikatin çarpıtılması ve adaletin ayaklar altına alınmasıdır. Efendimiz İsa Mesih’in yaşamını Kutsal İncil’de okuyan herkes aşağı yukarı böyle duygulara kapılır. Herkesin iyiliğini düşünen, barışsever ve hakikatin sözcüsü bir vaizin henüz otuz üç yaşındayken başına gelenler her insanın kanını donduracak cinstendir. Onun çarmıha gerilişi, yeryüzünde haksız yere acı çeken ve öldürülen her mazlumun hikâyesiyle öylesine örtüşür ki, onun haçı ihanetin, zulmün, işkencenin ve kör adaletin evrensel sembolüne dönüşmüştür. Açık sözlülüğü, eleştirel yaklaşımları ve dinî metinleri farklı ve özgün yorumlayışı nedeniyle zamanın din otoritelerinin hışmına uğramış ve en şiddetli şekilde cezalandırılmıştır.

Sevgi, merhamet ve bağışlamayı dinsel yasaların bağnazca uygulanışından üstün tutması en büyük suçu sayıldı. “Yasalar insan içindir, insan yasalar için değil” diyordu. Günahkârları taşlamayı huy edinmiş sofulara da “İlk taşı aranızda hiç günah işlemeyen atsın” deme cesaretini gösteriyordu. Dini kazanç yolu edinenlere, tapınağın dua evi olması gerektiğini ama para hırsıyla onu haydut inine çevirdiklerini yüzlerine haykırması, bardağı taşıran son damla oldu. Mucizeler ve karşı koyulamaz sözünün etkisiyle yayılan popülaritesi mutlaka durdurulmalıydı ama durdurulamıyordu. Hasımları onun davranış ve sözünden doğan aydınlıkta yanlışlarını görüp düzeltmek yerine ışığı söndürmeyi tercih ettiler. İncil’de yazdığı gibi, “Işık dünyaya geldi ama insanlar karanlığı tercih ettiler. Çünkü işleri kötüydü ve bilinsin istemiyorlardı.” Tuzak kuruldu ve entrika çarkları dönmeye başladı.

Bir öğrencisi onu otuz parça gümüşe sattı. Diğer öğrencileri onu terk etti, inkâr ederek kaçıp gittiler. Dinî meclisin gece toplantı yapmama kuralı vardı. Ama kendi yasasını çiğneyeip aceleyle geceyarısı yargılama yaparak, sahte tanıkların yalanlarıyla onu ölüme mahkûm ettiler. Ölüm yargısını yerine getirmeleri Romalı Vali Pilatus’un kararıyla mümkün olabilirdi. Her şeyi denediler ve ondan da infaz iznini kopardılar. Dövüldü, kırbaçlandı, başına dikenden taç koyularak sopalarla vuruldu, suratına tükürülüp hakaret edildi. Haçını sırtına yüklediler ve Golgota’ya kadar taşıttılar. Ellerini ve ayaklarını delerek çarmıha gerdiler. Son sözü, kendini çarmıha çıkaranları affetmek oldu. Öldü ve kayaya oyulmuş bir mezara koyuldu. Bir dürüst insanın daha hayatı yalanlar, düzen, hile, entrika ve kötülüğe kurban giderek son mu bulmuştu? Yalan doğruyu, karanlık ışığı, nefret sevgiyi ve ölüm yaşamı bir kez daha mı mağlup etmişti?

‘Bilgisi var mı Yüceler Yücesinin?’

İnsan ruhunun en büyük isyanları, kötülerin zaferine tanık olduğunda tutuşur. İnançlı birinin de imanını sarsan en korkunç denenme ânı, Tanrı’nın bütün bu haksızlıklara müdahale etmiyor, kayıtsız kalıyor ve sanki kötünün önünü açıyormuş gibi durmasıdır. Tanrı’nın sessizliğini ve sabrını anlamak aceleci insan için hiç de kolay değildir. Davut peygamber böyle bir deneme anındaki duygularını 73. Mezmur’da açıkça itiraf eder: “Tanrı yüreği temiz olanlara karşı iyidir. Ama benim ayaklarım neredeyse tökezlemiş, adımlarım az kalsın kaymıştı. Çünkü kötülerin gönencini gördükçe, küstahları kıskanıyordum. Onlar acı nedir bilmezler, bedenleri sağlıklı ve semizdir. Onlar başkaları gibi çile çekmezler. Bu yüzden gurur onların gerdanlığı, zorbalık onları örten bir giysi gibidir. Şişmanlıktan gözleri dışarı fırlar, içleri kötülük kazanı gibi kaynar… Derler ki, Tanrı nasıl bilir? Bilgisi var mı Yüceler Yücesinin? İşte böyledir kötüler. Hep tasasız, sürekli varlıklarını artırırlar.”

Peygamberin bu gözlemleri, pek çoğumuzun kötüler hakkında paylaştığı genellemelerdir. Ama Mezmur yazarı gibi eğer inançlı biriyseniz, sorgulamanız ister istemez daha derine, bir iç hesaplaşmaya dönüşüverir. “Anlaşılan boş yere yüreğimi temiz tutmuşum, ellerimi yıkamışım suçsuzluk ile. Gün boyu içim içimi yiyor, her sabah acı çekiyorum. Bunu anlamak için düşündüğümde, zor geliyor bana.” Ancak peygamber bu sorularla yüreği yorgun, bir gün normal ibadetini yaparken bir garip ışıkta, sonsuzluk açısından seyretmeye koyulur yüreğini acıtan bu konuyu. “Tanrı’nın Tapınağına girdiğimde, o zaman anladım sonlarının ne olacağını. Gerçekten onları kaygan zemine koyuyor, yıkıma sürüklüyorsun. Nasıl da bir anda yok oluyor, siliniveriyorlar dehşet içinde! Uyanan birisi için rüya nasılsa, öyle.” Peygamber kendisine sunulan bu büyük vizyonda, imanının ve dürüstlüğünün de mükâfatını görür. “Her şeye rağmen sürekli seninleyim. Sağ elimden tutarsın beni. Öğütlerinle yol gösterir, beni sonunda yüceliğe eriştirirsin. Senden başka kimim var göklerde? İstemem senden başkasını yeryüzünde. Bedenim ve yüreğim tükenebilir, ama Tanrı yüreğimde güç, bana düşen paydır sonsuza dek.”

Ölümsüzlük çağı

Gerçekten de, haça gerilen İsa Mesih dirilmeseydi, bu insanlığın ve tanrılığın mutlak ölümü olurdu. Pitagoras, evrenin sayılar üstüne kurulduğunu keşfetti. Her şey bir denge, bir aritmetik ve simetri düzenine tabidir. İsa’nın Tanrı’ya bağlılığının ve adanmışlığının, iyilik, mucize ve öğretilerinin, haksız yere uğradığı zulümlerin, çilelerinin ve ölümünün karşısına evrensel hangi değerleri koyacaksınız ki ilahi adalet dengelensin? Onun dirilişi dinler tarihinde her inancın köşetaşı olan, ölümün bir son olmadığı, ilahi Adaletin sadece şu anla ve dünyayla sınırlanamayacağı, herkesin ektiğini mutlaka biçeceğini savunan öğretilerin bir somutlaşmasıdır. İnsanlık için diriliş, tarihteki en önemli gelişme ve umuttur. Nasıl ki tek bir kişinin aya ayak basması, aslında tüm insanlığın aya ulaşması anlamına geliyordu. Bunun gibi, İsa Mesih’in dirilişi tüm insanlık için başlayan ölümsüzlük çağının başlangıcı olmuştur.

İsa pazar sabahı kayaya oyulmuş mezarında nöbetçileri korkudan bayıltan bir parlamayla ölümden dirildi. Bu, bir cesedin canlanışı değil, bütünüyle dönüştüğü, bir metamorfoz olayıdır. Yani İsa’nın insanlığında varoluşsal bir evrim gerçekleşti ve maddi beden ışık bedene, göksel ya da meleklerinki gibi bir bedene dönüştü. Bu ‘diriliş’ olayı, tüm insanlık soyunun zamanın sonunda yaşayacağı ilahi evrimin ilk kanıtı, öncüsü ve örneği olacaktı. İsa artık bir daha hiç ölmemek üzere dirildi. Yaşam kendini sadece hücresel biyolojik hayatla sınırlamaz. Mesih’in ulaştığı diriliş standardı bir gün hepimizin standardı olacak. İsa, “Babamın evinde çok meskenler var, gidersem size yer hazırlayacağım” dedi öğrencilerine ve bize.

İşte Zadig Bayramımız, en büyük düşmanımız olan ölümün, hayat tarafından yenilişini kutladığımız bu büyük olayı konu alıyor. Bahara denk düşmesi onu daha anlamlı ve ikna edici hale getiriyor. Bahar, penceremizin önünden akıp gidiyor. Bin bir çiçekli mucizesiyle hayatın ölüm karşısındaki muhteşem diriliş gücünü sergiliyor. Elbette gören gözler için. Bizim sevinç nidamız Kutsal İncil’imizde yazılmıştır: “Ey ölüm senin zaferin nerede? Ey ölüm senin dikenin nerede?” Kilisemizin bir ilahisi bu soruyu ne güzel yanıtlıyor: “Ölümüyle ölümü ezdi, ve dirilişiyle bize yaşam bahşetti. Ona övgüler olsun sonsuzlarca. Amen.”

Kategoriler

Toplum Kilise



Yazar Hakkında