Buruk ziyafet

Kızıl Ordu Korosu, 64 üyesinin ölümüyle sonuçlanan uçak kazasının ardından ilk yurtdışı konserini 7 Nisan’da İstanbul’da verdi. Çağrı Doğan, konsere dair ‘işitsel izlenimleri’ni yazdı.

Altuğ’un konser davetini tereddütsüz kabul etmiştim ama, izlenimlerimi gazete için yazma önerisine aynı hızla ısınamamıştım. Temkinli olmamın arkasında, bu tür bir şeyi ilk kez yapacak olmaktan kaynaklanan cesaret eksikliğimin yanı sıra, görsel yanı eksik izlenimlerin okuyucuyu tatmin etmeyeceğini düşünmem de vardı. Olan bitenin görsel boyutunu bana etraflıca anlatması koşuluyla bu önerisini de kabul etmek durumunda kaldım. Gerçi, önceki deneyimlerimden biliyordum ki Altuğ’un bu betimleme işini yapması için böyle bir pazarlığa ihtiyaç yoktu elbette. Bu vesileyle, bir kör olarak, gerek konserle, gerek şimdiye dek bir arada olduğumuz başka ortamlarla ilgili görsel haritaları kafamda oluşturmama yardım eden betimlemeleri için ona teşekkür ederim.

Gideceğimin kesinleşmesinden konserin başlamasına kadar kafamda ‘şiddet’, ‘savaş’, ‘müzik’, ‘kızıl’, ‘ordu’, ‘güç’, ‘gösteri’, ‘umut’, ‘umutsuzluk’ sözcükleriyle oluşturulmuş, hüküm vermekten ziyade soran cümleler dolaştı. Müzik ve şiddet birbirini dışlıyor muydu, yoksa tersine, kucaklayıp besliyor muydu? Şiddete aklı yatmayanları duygu dünyalarından yakalayıp ikna etmek için kullanılan bir araç mıydı müzik, yoksa şiddet kullanmak için can atanların mevzisini ve cephanesini güçlendirmeye gönderilmiş bir müfreze, şiddet duygusunu canlı tutmak için akıl edilmiş bir taktik mi? Kızıl, tüm çağrışımlarıyla birlikte bir ismin içinde de olsa varlığını sürdürdüğüne göre, eşitlik, özgürlük ideallerinin hayata geçirilebilirliğine dair bir umudun mu rengiydi, yoksa, bu ideallerin taşıyıcısı olma iddiasıyla artık sahnede bir Sovyetler bulunmadığına göre, umutsuzluğu mu anlatıyordu? Kendisini var eden ve adını koyan sistem artık hayatta değiken, bir yapı nasıl var olmaya devam edebilirdi? İsim cismi olmadan yaşamaya devam edebiliyor muydu yani? Kim bilir, belki yeniden doğmak için ismin içine saklamıştı kendini cisim...

Diplomasi gölgeleyemedi

1928’de kurulan, yıllar önce kızıl rengini, geçen Aralık ayında ise bir uçak kazasında 64 mensubunu kaybeden Kızıl Ordu Korosu, 7 Nisan akşamı, kaza sonrası ilk yurtdışı gösterisi için CRR Konser Salonu’ndaydı. Türkiye’de daha önce de birçok konser vermiş olan koronun İstanbul’da olmasını, bu kez, 24 Kasım 2015’te Türkiye tarafından bir Rus uçağının düşürülmesi ve Ankara’da Rus Büyükelçisi’nin öldürülmesi gibi olaylarla beslenen süreçte zayıflayan ikili ilişkilerin yumuşatılması için sarf edilen resmî çabalara borçluyduk büyük olasılıkla. Konser başlarken sahneye kısa bir törenle Türkiye ve Rusya bayraklarının çıkarılması da, işin bu diplomatik boyutuna işaret eden bir ayrıntıydı.

Suriye’de, İdlib kasabasında yaşanan kimyasal silah vahşeti sonrasında, Rusya’ya yönelik protestoların parçası olarak konseri engellemek için yapılan kampanyalara rağmen ve yoğun güvenlik önlemleri altında gerçekleşti gösteri. Koro, İkinci Dünya Savaşı sırasında cepheden cepheye koşmuş, hastanelerde, havaalanlarında, askere ve halka moral vermek için 1500’ü aşkın konser vermişti. Düşen uçaktaki koro üyeleri de benzer bir göreve gidiyordu; Suriye’de, Lazkiye yakınlarındaki Rus askerî üssündeki personele yeni yıl konseri vereceklerdi. Bu kadar eksilmişken ve onca kaybın ardından o dillere destan performansı sürdürüp sürdüremedikleri merak konusuyken, öyle güzel bir gösteri yaptılar ki, hem bu burukluğun, hem de diplomasinin damgasını gölgede bıraktılar. İBB’nin etkinlikteki organizasyondaki amatörce hatalarını ve seyircilerin çoğunun coşku içinde ayakta alkışladığı ‘Ceddin Deden’ ve ‘Çanakkale Türküsü’nü bir kenara bırakırsak, bana da kafamdaki soruları unutturan bir akşam yaşattı Kızıl Ordu Korosu.

Kayıplar için ‘Turnalar’

Kör bir izleyici olarak, gösterinin görsel kısmına, özellikle dansçıların performansına dair yargıda bulunmam zor ama işitsel açıdan, konserin zirvesinin, koroyla özdeşleşmiş şarkılardan ‘Kalinka’ ve özellikle solist Vadim Ananyev’in performansı olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Repertuvarda, ‘Amurskie Volnı’ (Amur Dalgaları), ‘Smuglyanka’ (Esmer Güzel), ‘Kamarinskaya’, program broşüründe –herhalde kerhen– Türk halk şarkısı olarak tanıtılan ‘Vdol po Piterskoy’ ve ‘Den Pobedı’ (Zafer Günü) gibi, dikkat çekici başka eserler de vardı elbette. Konserin son dört şarkısında koroya Rusya Devlet Sanatçısı unvanı taşıyan Duma milletvekili İosif Kobzon solist olarak eşlik etti. Sahneye üniformayla değil sivil kıyafetlerle çıkan tek müzisyen olan Kobzon, uçak kazasında hayatını kaybeden koro üyeleri için ‘Juravli’ (Turnalar) adlı şarkıyı seslendirirken, ezginin hüznüne, hayatını kaybedenlerin ekrana tek tek yansıtılan fotoğrafları eşlik ediyordu. Kapanış, koronun çok bilinen şarkılarından ‘Katyuşa’yla yapıldı.

Mehter’le Cumhuriyet Türkiyesi

Birçok diğer şarkıda da ekrana çeşitli fotoğraflar ve görüntüler yansıtıldı. Konser boyunca, koronun ve orkestranın yanı sıra, yanımda oturan arkadaşımın, çoğu İkinci Dünya Savaşı Sovyetlerine ait olan bu görüntülere dair sesli betimlemelerini dinledim. ‘Çanakkale Türküsü’ seslendirilirken Çanakkale Savaşı’ndan görüntüler ve Mustafa Kemal’in fotoğrafları izlendi. Doğrudan Osmanlı’yı çağrıştıran Mehter Marşı performansı sırasında ise, Cumhuriyet Türkiyesi’nin ilk dönemlerine ve –her defasında seyircilerin bir kısmının alkışını alan– Mustafa Kemal’e ait görüntüler yansıtıldı ekrana. Bu müzik-görüntü uyumsuzluğu dışında ‘Mehter Marşı’nın ve ezgide yapılan ufak değişiklikler dışında ‘Çanakkale Türküsü’nün hakkıyla icra edildiği söylenebilir. Yine de, “turk milleti”, “aynali çarşi” gibi kulak tırmalayıcı telaffuzlar, icra eden ile icra edileni örtüştüremeyişimden kaynaklanan huzursuzluğumu haklı çıkarıyordu. İzleyicilerin çoğunluğunun bu şarkılarda gösterdiği coşkulu tezahürat ise, benimle aynı duygu durumunu paylaşmadıklarının işaretiydi.

Velhasıl, çok güçlü bir orkestra ve insanın içine işleyen seslerden oluşan bir korodan, muhteşem bir performans dinledim 7 Nisan akşamı. Benim kulaklarım koronun kızıl rengini pekiştiren ‘Partizan’, ‘Enternasyonal’, ‘Bella Ciao’ gibi şarkıları arasa da, Kızıl Ordu Korosu, repertuvarından kızılı tahliye etmiş olarak, kızıl karşıtı bir iklimin hâkim olduğu bir coğrafyadan geçti, bir kez daha. Katyuşa da cephedeki sevgilisinin sağ salim dönmesini ummaya devam ediyordu hâlâ, şarkılarda…

Kategoriler

Kültür Sanat Müzik



Yazar Hakkında