OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Yönetene güvenmeyin

Anayasa değişikliğinin oylanacağı referanduma sayılı günler kaldı. Çok yazıldı, çok söylendi ama, “Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az” demişler, malum. Yine de, kayıtlara geçmesi için ben de bir-iki kelam etmek isterim izninizle. Fakat, üzerinde durmak istediğim, doğrudan değişikliğin lafzı veya içerikten ziyade o içeriğe zemin olan anlayış.

Anayasa mefhumunun doğuşuna, tarihine, pratiğine, bu tarih ve pratik içindeki anayasacı aktörlerin amaç ve motivasyonlarına baktığımızda öne çıkan unsur, yönetenlerin yetkilerine, eylemlerine bir sınır çizme arayışıdır. Onların keyfiliğini ortadan kaldırmak amaçlanır. (Anayasa kavramının Ermenice karşılığı olan ‘sahmanatrutyun’ bu durumu daha iyi yansıtır, çünkü bu kelime sınırlamak, sınırları belirlemek manasına gelir.) Dolayısıyla, yönetene daha fazla ve kontrolsüz yetki vermek değil, bu yetkileri kullanırken uyması gereken kurallar koymak amaçlanır. Efendim, tarihte bütün anayasalar bu mantığa uygun mu yapılmış ve uygulanmıştır? Tabii ki hayır. Uzağa gitmeye de gerek yok, işte ‘bizim’ 82 Anayasası. Fakat, kanımca, bu gibi metinlerin sadece adı anayasadır; sağlıklı bir anayasa işlevi görmezler. Nitekim, 35 yıldır adı anayasa olan bu metinle boğuşuyoruz, cebelleşiyoruz.

Peki, referanduma sunulacak maddeler bu mantığı taşıyor mu? Hayır, tam tersine, yönetene, daha az kişiye ve organa danışarak, etkin kontrol mekanizmaları dışında karar alma ve uygulama imkânı veriyor. Çok önemli konularda, iş, yönetenin iyi niyetine bırakılmış. Halbuki demokrasinin kaderi yönetenlerin iyi niyetine terk edilemez. Yönetilenin yönetene güven duyması tabii ki arzulanan bir durumdur fakat anayasa gibi temel idari metinler, kişilere olan güven üzerine bina edilemez. Demokrasilerde güvence şahsi olmamalıdır. Yöneticilerin “Falancanın teminatı benim” gibi laflar etmeleri demokratik mantıkla bağdaşmaz. Esas olan sistem ve idari mekanizmalardır. Bunları kurmadıktan sonra, yönetilen geleceğini tehlikeye atıyor demektir. “Efendim, seçimler var ya”... Tabii ki seçimsiz demokrasi oksimorondur, seçimler esastır ve sonucu belirleyicidir fakat Trump gibi popülist hokkabazların (Allah’tan bizde öyle siyasetçi yok!) seçimleri manipüle etme, çarpıtma ihtimali bir yana, demokrasilerde sadece seçimlerden müteşekkil bir denetleme olması düşünülemez. Dört veya beş yılda bir seçim zamanı gelene kadar atı alan Üsküdar’ı geçer, ondan sonra verilen zararların tamiri çok zor olabilir.

İnsanlar arasındaki tek gerçek ayrım, yönetenle yönetilen arasındadır. Bunun dışında ırk, milliyet, dinî kimlik vs. temelinde yapılan bütün ‘biz ve onlar’ ayrımları yalandır, yapaydır, manipülasyondur. Onun içindir ki, insan kendini yönetenlere karşı tetikte olmalı, bir gözünü onların üzerinde tutmalıdır. İşte demokrasi, insan için insan adına, yöneticiler üzerinde bu gözleme mekanizmalarını daimi ve sistemik olarak kurabilen rejimin adıdır. Yönetilen, kendini yönetene gerektiğinde “Hayır” demeyi bilmelidir. Sonra bir bakar ki, “Hayır” demenin imkânı kalmamış. Bir zaman sonra fikrini soran da olmaz...