Referandumdan sonra anayasa tartışması

ARSEN KOCAOĞLU  

Tarihe not düştüğümüz bir referandumu daha geride bıraktık. İyisiyle kötüsüyle az çok oturmaya başlamış yüz yıllık parlamenter sistem son buldu. Şimdi ise ‘Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi’ olarak adlandırılan bir yönetim biçimi bizleri bekliyor. Bu değişimin ortasında Türkiye’deki parlamenter sistemin tarihine anayasal boyutuyla göz atmak, karşı karşıya olduğumuz değişimin bir sistem değişikliği mi yoksa rejim değişikliği olarak mı adlandırılabileceğini tartışmak için Murat Sevinç’in İletişim Yayınları’ndan çıkan ‘Türkiye’nin Anayasa İmtihanı: Cumhurbaşkanlığı-Başbakanlık Tartışması’ adlı çalışmasına bakmakta yarar var. 

Çalışma, yürütülen güncel tartışmanın anayasal ve tarihsel boyutuna dair bilgi verme amacını taşıyor. Sade ve anlaşılır bir üslupla kaleme alınmış olan kitap her kesime hitap eden türden. Sevinç çalışmasını temel olarak üç bölümde ele alıyor. Birinci bölümde parlamenter sisteme ve bu sistemde başkanın konumuna dair açıklayıcı bir bölüm yer almakta. İkinci bölümde ise Türkiye’de cumhurbaşkanlığı kurumunun tarihsel serüvenine ışık tutuluyor. Bu bölüm 1924, ‘61 ve ‘82 anayasalarında cumhurbaşkanının konumunun anlaşılması açısından çok önemli. Aynı zamanda 2007 yılı anayasa değişiklikleri ve sonrasındaki krizler dikkat çeken diğer konulardan. Üçüncü bölümde ise güncel anayasa değişikliği önerisi yer alıyor. Tüm bu bölümleri iki sayfada etraflıca ele almanın imkânı olmadığı için Türkiye’nin anayasal tarihinde cumhurbaşkanının konumuna ve güncel anayasa değişikliği önerisinin dikkat çeken kısımlarından birine, yasama ile yürütme arasındaki ilişkiye kısaca değinmekle yetineceğim. 

Kuvvetler ayrılığı

Modern demokratik devletlerde yargı, yasama ve yürütmenin birbirinden bağımsız ama aynı zamanda birbirleri üzerinde denetleyici mekanizmaya sahip oldukları görülür. Yürütme organı üzerindeki gücün hangi elde toplandığı sorusunun cevabı ise yönetim biçimini belirler. Sevinç’in çalışmasında yer verdiği üzere parlamenter sistemin üç ana tipi vardır. Tekçi, ortakçı ve ikici sistemler. Bu sistemler yürütme organının hangi gücün elinde toplandığına göre değişir. Türkiye’nin de içinde yer aldığı ikici sistemde yürütme organı iki başlıdır. Hükümet ve devlet başkanı. Parlamenter cumhuriyetlerde yürütme üzerindeki güç devlet başkanı ya da hükümet lehine kayabilir. Bu dengede göreve gelme biçimi önemli kriterlerden biridir. Devlet başkanının halkoyuyla ya da meclis tarafından göreve getirilmesi mümkündür. Ancak burada en önemli nokta halkoyuyla göreve gelen devlet başkanının meşrulaştırılması, yetkilerinin sembolik değerden çıkıp öneminin artması ve tarafsızlığının kaybolmasıdır. Halkoyu, devlet başkanının yürütme üzerindeki etkisini artırmış olur. 

Türkiye’de parlamenter sistemin ilk nüveleri 1876 Anayasası (Kanun-i Esasi) ile görülür. Ancak parlamenter sistemin belirginleşmesi 1909 Anayasa değişikliği ile mümkün olacaktır. Padişahın Meclis-i Mebusan’ı dilediği gibi dağıtamaması, mutlak veto yetkisinin güçleştirici vetoya dönüşmesi, padişahın atadığı bakanların Meclise karşı sorumlu olmaları önemli kazanımlardan bazılarıdır. 1924 Anayasası ise partili cumhurbaşkanlığının ortaya çıktığı az çok parlamenter cumhuriyet sistemin oturtulmaya çalışıldığı bir içeriğe sahipti. Sevinç’e göre 1924 Anayasası’nda bakanların meclise karşı tek ve toplu sorumluluğuyla beraber, karşı imza ve güçler ayrılığı gibi temel nitelikler yer alıyordu. Mecliste tek parti yer alsa da parti içindeki muhalif kesimin de etkisiyle Anayasa Komisyonu’nun cumhurbaşkanına, seçimleri yenileme yani fesih, güçleştirici veto ve silahlı kuvvetlerin başkomutanlığı yetkilerini verenönerileri kabul edilmedi. Ancak cumhurbaşkanının milletvekilliğinin ve parti üyeliğinin düşmemesi şeflik sistemini yaratmıştı. Bu sisteme göre cumhurbaşkanı aynı zamanda milletvekili, parti üyesi ve parti genel başkanı idi. Ayrıca aynı cumhurbaşkanının dört yılda bir olmak üzere TBMM seçiminin ardından tekrar seçilebilmesi mümkündü. 

1924 Anayasası’nda şeflik sistemini yaratan ve cumhurbaşkanının tarafsızlığını ortadan kaldıran maddeler 1961 Anayasası’nda değiştirildi. Sevinç’e göre 61 Anayasası tartışmaya mahal vermeyecek bir parlamenter rejim kurdu. Anayasa’nın hazırlık sürecinde cumhurbaşkanının halk oylamasıyla seçilmesi meselesi gündeme geldi ancak bu teklif reddedildi. Cumhurbaşkanının yetkilerinde bir artırılmaya gidilmeyerek parlamenter sistem tam olarak tesis edildi. Cumhurbaşkanının yedi yılda bir seçilmesine karar verilmesiyle TBMM’nin dört yılda bir yapılan seçimlerinden ayrılarak tarafsızlığı sağlanmış oldu. Ayrıca cumhurbaşkanının milletvekilliği düşürülerek partisi ile ilişkisi kesildi. 

’82 Anayasası

1982 Anayasası önceki anayasalardan çok farklı bir konuma sahipti. Nitekim önceki anayasaların tam aksine otoritenin artırılmasını ve devletin güçlendirilmesini sağlıyordu. Anayasasının hazırlık süreci de başkanlık tartışmalarını beraberinde getirmişti. Devletin güçlendirilmesi yürütmenin güçlendirilmesi ile mümkündü. Yürütme organı üzerinde kimin söz sahibi olacağı önemli tartışmalara sebep oldu. Sevinç’in belirttiğine göre Anayasanın hazırlık sürecinde genel olarak üç görüş vardı. Parlamenter sistem içerisinde kalınarak güçlü yürütmenin yaratılması yanlıları, başkanlık sistemine geçilmesi gerektiğini düşünenler ve cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi gerektiğini ileri sürenler. 2 Eylül 1982 tarihli Danışma Meclisi Tutanak Dergisi’nin kayıtlarına göre Komisyon Başkanı başkanlık tartışmalarına ilişkin olarak şöyle diyordu: “...başkanlık sisteminin iyi işlemeyen partiler, fonksiyonlarını kavrayamayan partiler, hırslı idareciler elinde büyük tehlikelere yol açmaya müsait bir rejim olduğudur. Bunun içindir ki, biz başkanlık hükümeti sistemini daha baştan itibaren bir tarafa ittik ve parlamenter rejime döndük.” Nitekim 82 Anayasası’nda da parlamenter sistemin içerisinde kalındı. 82 Anayasası’nın 61 Anayasası’na göre farklılıklarından biri seçim yönetimi ya da seçimlerin yenilenmesiyle ilgili hüküm idi. Seçimin cumhurbaşkanı tarafından yenilenmesi maddesine yalnızca bir kez Recep Tayip Erdoğan tarafından başvuruldu. 01.11.2015 seçimleri bu maddenin uygulanmasıyla gerçekleşti.

Son olarak Sevinç’in yorumuyla; güncel tartışmalardan, tarihimizde ilk kez kimler tarafından kaleme alındığının bilinmediği değişiklik önerisinin öngördüğü sistemde yasama yürütme ilişkisine ve erken seçim ihtimaline not düşmek gerekir. Öneride dikkat çeken noktalardan biri yasama ve yürütme organlarının birbirlerini karşılıklı olarak feshedebilmesi ve TBMM seçimleri ile cumhurbaşkanı seçimlerinin aynı gün yapılmasıyla birinin seçimleri yenilemesinin her iki seçiminde yenilenmesi anlamına gelmesi. Ancak TBMM’nin cumhurbaşkanını etkisizleştirebileceği iddiası ve seçimlerin yenilenmesinde etkili olabileceği düşüncesi içinde bulunduğumuz gerçeklikle uyuşmuyor. TBMM ile cumhurbaşkanı arasında eşit bir güçten bahsedilemez zira tüm partilerin birlikte hareket etmeleri ihtimali oldukça düşük. Ayrıca seçimlerin yenilenmesi hususunda TBMM üye tamsayısının beşte üç çoğunluğuyla karar verebilir. Yani 600 üzerinden 360 milletvekilinin oyuyla. Kısacası TBMM ile cumhurbaşkanı sahip oldukları yetkiler bakımından eşit koşullara sahip değiller. Önümüzde ise erken seçim olması halindeiki seçimin bir arada gerçekleşmesiyle 2019’a kalmadan cumhurbaşkanının seçilip yetkilerini kullanmaya başlaması ihtimali var.

Referandumdan çıkan sonuca göre belirtilmeli ki; toplumdaki sosyal, kültürel, ekonomik vb. unsurların yansıması ve siyasal düzenin önemli bir parçası olan anayasa metinleri toplumsal uzlaşıyı gerekli kılar. Dolayısıyla toplumun üzerinde kutuplaştığı anayasal sistem/siyasi düzen değişikliklerinin uzun vadede kalıcı ve sağlıklı bir sonuç vermesi oldukça zordur. 

Türkiye’nin Anayasa İmtihanı
Murat Sevinç
İletişim Yayınları
192 sayfa.