OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Halklar kardeş mi?

Çerkes sürgünü ve soykırımının 153. yılı sebebiyle geçen hafta Cezayir Toplantı Salonu’nda bir dizi etkinlik yapıldı ve bu etkinliklerin, benim de konuşmacı olduğum son oturumunun başlığı ‘Sürgünlerin Karşılaşması’ idi. Anadolu’ya ve Anadolu’dan sürgün edilenler... Orada da söylediğim gibi, benim bu karşılaşmadan çıkardığım soru, geçmişinde sürgün ve soykırım acısını yaşamış halkların bugün birlikte barışçı, huzurlu bir toplum yaratmak için ne yapması, nasıl bir ilişki kurması gerektiğidir. Bunu takip eden kaçınılmaz soru da tarihe karşı nasıl bir yaklaşım geliştirileceğidir. Hele, Ermeni ve Çerkes halkları özelinde olduğu gibi, bu tarih çetrefilli bir tarih ise... Malumdur ki, kimi Çerkes kişi ve gruplar Ermeni soykırımında rol almıştır. Şüphesiz, bu rolü Çerkes oldukları için almamışlardır veya o faillerin birincil özellikleri Çerkeslikleri de olmayabilir. Yani, o rolü etnik kimliklerinden dolayı değil, siyasi tercihlerinden veya maddi çıkar arayışlarından dolayı da oynamış olabilirler. Nitekim, ‘kurtarıcılar’ arasında Çerkes bireyler de vardır. Velhasıl, bir kolektif kimlik olarak Çerkeslik sorumlu tutulamaz, suçlanamaz. Buna rağmen, Çerkes kişi veya grupların yaygın rolü de bir tesadüf olarak nitelenemez; bunun bir soru ve açıklama konusu olması gerekir. Örneğin, Çerkeslerin gördüğü zulümler neticesinde geliştirdiği kolektif hafıza ve Anadolu’da yaşanan kaynak paylaşımı bu açıklamada üzerinde durulması gereken önemli etkenlerdendir. (Konumuz Çerkesler olduğu için onları zikrediyoruz ama genel anlamda Balkan ve Kafkasya göçmenleri ile Anadolu’da yerleşik Ermeniler arasında sorunlu ilişkiler olmuştur. Bu söylediklerimiz, onlar için de söylenebilir.) 

Öyleyse tarihe nasıl bakacağız? Bu sorunun birbirini tamamlayan birçok cevabı var. Bunlardan biri, tarihe husumetle değil ama gerçekçi yaklaşmamız gerektiğidir. ‘Gerçekçi yaklaşım’dan kasıt, halklar arasındaki tarihin sorunlu bir tarih olduğunu teslim etmektir. Olmayan, romantik, “Biz ne güzel komşulardık” minvalinde bir tarih anlatısı ortaya koymak, bugün daha adil ve huzurlu bir toplum amacımıza hizmet etmeyecektir. Tam tersine, göç, sürgün, katliam Anadolu’nun yüzlerce yıllık gerçeğidir ve bunlar tabii ki halklar arasında soruna, istikrarsızlığa ve çatışmaya sebep olmuştur. Bu toprakların, hadi öncesini koyun bir kenara, iki yüz senelik tarihi, huzurlu, istikrarlı ve özgür bir siyasi ve toplumsal düzen kuramamanın tarihidir. Bu başarılamadığı için bugün biz bu haldeyiz. Velhasıl, dönüp bakınca övünebileceğimiz, örnek alabileceğimiz bir tarihimiz yok. Olsaydı, bugün böyle acılar içinde olmazdık. Fakat söz konusu tarihin sorunlu olduğunu teslim etmek, beraberinde kolektif husumet ve intikam duygularını getirmemeli. Bunun bir gereği, bireyler olarak tarihe dönüp bakarken kendimizi kolektif kimliklerimize fazla kaptırmamaktır. Tarihe bir Ermeni, bir Çerkes olarak bakmamak ve tarihten bu kimliklerin savunusunu çıkarmaya çalışmamak... Nasıl bugün Ermenilerin, kimi Çerkes kişi ve grupların soykırımdaki rolü sebebiyle Çerkesleri bir grup olarak hedefe koymaması gerekiyorsa, Çerkeslerin de, bir savunma refleksiyle veya iktidara yakın durma saikiyle, resmî inkâr tezlerini desteklememesi gerekiyor.

Bu konuda geliştirilmesi gereken başka bir bilinç, hem geçmişi hem bugünü değerlendirirken iktidarlara karşı eleştirel ve sorgulayan bir tutum alabilmektir. İktidar derken, herhangi bir andaki cari hükümeti kapsayan ama onun ötesindeki yapıları ve zihniyeti kastediyorum, ki bu yapının en önemli tezahürü, adına ‘devlet’ denen kişi ve kurumlardır. Halkları ve çıkar gruplarını manipüle eden, iktidar sahipleridir, devlettir. Örneğin, Osmanlı devlet yöneticileri Balkanlar’dan ve Kafkaslar’dan sürülen Müslüman göçmenleri Ermenilere karşı siyasi bir denge unsuru, hatta bir sopa olarak kullanmıştır. Devlet çevrelerinin hem geçmişte hem bugün oynadığı manipülatif rolü görmek, tanımlamak ve onunla araya mesafe koymak çok önemli. Zaten devlete karşı ihtiyatlı, eleştirel ve mesafeli duruş, yalnızca Türkiye’de değil, her yerde demokrasi kültürünün gelişmesi için olmazsa olmaz bir şarttır. Gelin görün ki, ülkemizde bırakın eleştirel duruşu, devleti kutsallaştıran bir anlayış son derece yaygın. Konumuz özelinde konuşacak olursak, Çerkes bireylerin Türkiye’de devletin görünen ve görünmeyen yüzlerinde, özellikle güvenlik ve istihbarat birimlerinde sıkça yer aldıkları gene bilinen bir durum. Fakat, zikrettiğim oturumda Elbruz Aksoy’un şahsi tanıklıklarına dayanarak aktardığı anekdotlar ortaya koydu ki, Çerkes bireyler yalnız Türkiye’de değil, Suriye’de Esad rejimi, Ürdün’de Haşimi yönetimi içinde de benzer güvenlik ve istihbarat görevleri alagelmişler. Bunun neden böyle olduğu da açıklanması gereken başka bir durum ama benim Çerkesler hakkındaki bilgim buna yetmez.

Tarihe bugünden bakarken kim olarak bakacağımız sorusuna dönecek olursak, bu bakışın etnik veya dinî temelde katı bir ‘biz ve onlar’ ayrımı üzerine oturmaması gerektiğini söyledik. Tarihi değerlendirirken mutlaka bir biz tanımlayacaksak, bunun doğuştan edindiğimiz kimliklerden ziyade bilincimizle oluşturduğumuz bir siyasi kimlik olan ‘özgürlükçü ve demokrat biz’ olmasını tercih ederim. Eğer kendimizi böyle bir ‘biz’in parçası olarak tanımlıyor ve tarihe oradan bakıyorsak, bugün huzurlu, barışçı ve özgür bir siyasi ve sosyal düzen için geçmişin bütün sürgün ve soykırımlarını mahkûm etmemiz gerekir – kimin başına gelmiş olursa olsun...