YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

Gezi direnişinin yıldönümü vesilesiyle

Gezi ile birlikte ilk kez başkalarının sözü, “dil”i, üstelik yepyeni, ufuk açıcı, özgürleştirici dili siyaseti ve kamusal hayatı kaplar hale gelmişti. AKP artık geriden geliyordu. Oy ve devlet gücüyle belirlediği “söz”ünün hegemonyasını kaptırmıştı.

Bu yazıyı yazmaya oturduğum 31 Mayıs tarihi, Gezi direnişinin en kritik günlerinden biriydi. Gündüz saatlerinde polisin gaz saldırısıyla Ahmet Şık, Sezgin Tanrıkulu, Sırrı Süreyya Önder, Lobna Allami’nin de aralarında bulunduğu çok sayıda insan yaralanmış, Taksim’de devlet şiddeti esmiş, binlerce kişi gece yarılarına hatta sabaha kadar Taksim’e girmeye çalışmıştı. Ertesi gün yani 1 Haziran’da polis geri çekilmiş ve direnişçiler parka girmişti. Sonrasında yaklaşık 15 gün süren bir direniş.

Çok şey yazıldı. Hem o gün hem de sonrasında. Ve insan kendini içinde hissettiği bir direnişin muhasebesi yaparken de  aslında zorlanıyor. Bu yazıda “Gezi neydi?” sorularına yanıt arama niyetinde değilim. Bunu vaktinde epeyce yaptık ve sık sık da yapacağız. Belki bir kaç eğilim ya da çizginin üzerinden geçebiliriz.

İşin aslı direnişin en güçlü günlerinde, mesela AKM’nin cephesi boydan boya pankartlarla kaplandığında bile Taksim’deki durumun bu şekilde ilanihaye sürüp sürmeyeceği sorusu herkesin aklındaydı. Belki sürmeyecekti ama nasıl sonuçlanacaktı? Gezi Parkı’nı geri kazanmak yetecek miydi, yoksa bu direnişin talepleri daha da ileri mi gidecekti? Her iki seçeneği de savunanlar vardı, bilindiği üzre.

Devlet, daha doğrusu o günkü iktidar dengeleri içinde Erdoğan, direnişi sert biçimde bastırma yoluna gitti. Bu ihtimal dışı bir gelişme değildi. Klasik anlamda örgütlü sol grupların çeperde kaldığı, kendiliğinden gelişen, patlayan, yeni bir siyaset ve örgütlenme biçimi öneren bir direnişin, böylesi bir harekatla karşı karşıya kalması ihtimal dışı değildi elbette.

Böylesi direnişlerde kendi geleneksel bastırma geleneğine hızla dönebilen devlet, toplumun kendi çizdiği çerçevenin dışına çıktığını görmüş, bunu (Belki 12 Eylül dönemi ile benzetilebilir) “mutlaka önünün alınması gereken” bir gelişme olarak görmüş ve toplumu yine kendi çizdiği boğucu çerçeve içine hapsetmeye çalışmıştı. Bu sadece Türkiye’nin en önemli meydanının direnişçilerin eline geçmesi yüzünden olmamıştı. AKP aynı günlerde Türkiye’nin gündemini ve “söz”ünü belirleme gücünün de elinden kaydığını görmüş ve paniğe kapılmıştı.

Burayı belki biraz açmak lazım. O vakte kadar (ve şimdilerde de) sadece siyasi gündemi değil, siyasette konuşulan, ortada olan “söz”ü de hep AKP belirlemekteydi. İktidarın belirlediği bir “dil” üzerinden konuşuluyor ya da ona karşı çıkılıyordu. Gezi ile birlikte ilk kez başkalarının sözü, “dil”i, üstelik yepyeni, ufuk açıcı, özgürleştirici dili siyaseti ve kamusal hayatı kaplar hale gelmişti. AKP artık geriden geliyordu. Oy ve devlet gücüyle belirlediği “söz”ünün hegemonyasını kaptırmıştı.

İktidar asıl harekatını burada yaptı. Bir yalanı milyonlarca kez tekrarlayarak. Bunu hala dinliyoruz aslında. Gezi’nin dış destekli olduğu, darbeyi hedeflediği, “FETÖ” projesi olduğu gibi yalanlar 4 yıl geçmesine rağmen hala iktidar çevrelerince dillendirilmekte. Israrla. Bu ısrar aslında “Söz”ün hegemonyasını tekrar kaptırmaktan doğan korkunun ifadesidir.

Peki, sonrasında ne oldu? O vaktiler, böylesi kendiliğinden, spontane gelişen ve patlayan direnişler, eğer iktidar tarafından bastırılırsa, arkasından özgürlüklerin daha da kısıtlanacağı bir döneme girme ihtimali olduğunu yine bu sütunlarda yazmış idim. Ve bir tür “Erdoğan’ın 18 Brumaire’nin” yaklaşma ihtimali bulunduğunu yazmıştım. Dediğim oldu manasında söylemiyorum (ki keşke olmasaydı) ama gelişmeler bu yönde oldu ve Erdoğan’ın bir tür başkanlık sistemine de geçmiş olduk, bu 4 yıl içinde.

Ancak bunu söylerken şunun da hep akılda tutulmasına önermiştim. Böylesi direniş dalgaları devletin bastırma hareketi ile geri çekilmiş gibi görünse bile, bir yerlerde mayalanmaya devam ederler. Usulca, kendiliğinden.

Bu da oldu aslında. Haziran 2015 seçimlerinde AKP’nin en çok oy alan parti vasfını korumasına rağmen tek parti iktidarını kaybetmesi ve aslında yenilgiye uğramasına, Gezi’nin sonuçlarından biri olarak bakılabilir pekala. Orada iyi kötü mayası atılan Kürt hareketi ile bir frekans tutturma hamlesi, sonraki dönemde de devam etmiş ve HDP’nin parti olarak seçime girmesi ve %13 oy oranına ulaşması ile birlikte AKP tek parti iktidarını kaybetmişti.

AKP’nin ya da devletin ikinci hamlesi de buna karşı oldu, bilindiği gibi. Seçim bir nevi iptal edildi ve yeni seçime savaşla gidildi. Böylece devlet, yani AKP (Burada gözünüzün önüne İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’yu getirin) iki büyük dönüşümü de şiddetle bastırmış oldu.

Ama Gezi için söylediğimizi yine de tekrarlamak gerekir. Bu direniş oldu bir kere. Vardır yani artık, silinemez. Ve 2015’te nasıl mayalanıp ortaya çıktıysa, yine ortaya çıkma ihtimali vardır. Bu vesileyle Gezi direnişi boyunca devlet şiddeti nedeniyle kaybedilen canları saygıyla anıyorum.