Zahrad’ın pisigleri bize emanet

MELİS SOLAKOĞLU

Şiir incelemesi yapmanın diğer eserlere göre daha zor olduğunu düşünmüşümdür hep. Bu bir roman değil, hikâye değil, bir makale değil, yazılmış bir tez hiç değil. Başlı başına bir şiir. Öyle şiirin anlamı sana göredircilerden de olamadım hiç, tabii ki okuduğum eser kendi deneyimlerimle birleşince bende bir başkasından farklı duygular uyandırıyor, bir başkasından farklı şeyler düşünmeye sevk ediyor ama bu, anlamın bana göre ne ise o olduğu görüşüyle bir değil. Şairin yazarken düşündükleri, hissettikleri şiirin asıl anlamını taşıyor. 

İşte şiire dair böylesine çekingen, böylesine saygılı halim beni onu incelemesini yapmakta hep tereddüte düşürdü. Ve şimdi karşımda “daha nasıl anlaşılır olsun, iki dilli ve de resimli” denebilecek ‘Kediler/Կատուներ’ kitabında kocaman külliyatından saklı kalmış mısralarla Zahrad duruyor. Batı ermeni edebiyatının yüzyılımıza en yakın, belki ilk akla gelenlerden, duygu dolu, keskin bakışlarla ironi dolu, hayat dolu eserleriyle bu kadar çok seveni olan sanatçıyı öyle parmaklarımı titretmeden ele almam imkânsız. Kalemim sürçerse şimdiden affola.

‘Babam olsaydı…’

Bizim bildiğimiz adıyla Zahrad, asıl adıyla Zareh Yaldızcıyan 10 Mayıs 1924’te İstanbul’da doğdu ve ilk kaybını çok küçükken, henüz 3 yaşında verdi. Babıâli’de, Hariciye Nazırlığı’nda danışman yardımcılığı yapan, hukukçu babası Movses Yaldızcıyan, Zahrad üç yaşındayken veremden öldü ve bu ölümden sonra annesinin babası Levon Vartanyan (Hacı Levon) ailenin bakımını üstlendi. Annesi daha sonra bir evlilik daha yaptı ancak  Zahrad’ın “Babam olsaydı ben başka biri olurdum” dediğini eşi Anayis Yaldızcıyan’ın verdiği bir röportajdan öğreniyoruz,  yine aynı röportajdan dedesiyle de sıkı bir ilişkisi olduğunu biliyoruz hatta yaşama mizahi, kıvrak zekayla bakışının temelini belki de dedesiyle yaşadığı ve Yaldızcıyan’ın paylaştığı şu anıda bulabiliriz: “Şöyle ki, Zareh dedesiyle lades tutuşmuş. Üzerinden aylar geçtiği halde bir türlü birbirlerini kandıramamışlar. Bir gece yarısı adadaki evlerinde gürültüyle uyanırlar ki, üvey babası düşmüş, herkes koşturuyor. Zareh bakmış dedesi yalın ayak – dedesi de ayaklarından soğuk almaktan ölesiye korkarmış- hemen terliklerini bulmuş, eline tutuşturmak istemiş. Dede, o telaşın içinde de olsa “aklımda” deyivermiş, yani yutturamamış. Bu oyun o gün yenilgisiz sonlandırılmış.” 

Zahrad, 1941-42 öğretim yılının sonunda Pangaltı Mıhitaryan Lisesi’nden mezun olduktan sonra Eczacılık okulunu kazandı ancak bu alana bir yıldan fazla devam etmedi tıbba geçiş yaptı. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini de 3 yıl devam ettikten sonra yarıda bıraktı ve 1994 yılına kadar kravat ticaretinden kemer imalatına, hırdavatçılıktan zincir ticaretine birçok iş denedi. Asıl tutkusu olan şiirlerinin okurla ilk buluşması ise 1943’te Vahram Sarkisyan Dzovag yönetimindeki Jamanak gazetesinde oldu ve bundan sonra birçok dergi ve gazetede şiirleri yayınlanmaya başladı. İlk kitabı ise ‘Medz Kağak’ (Büyük Şehir) adıyla 1960’da Getronagan Lisesi’nden Yetişenler Derneği tarafından basıldı ve bunu da başka kitaplar takip etti. 

Ben ise Zahrad’la tanıştığımı bilmeden öğrendim onun iki şiirini bundan 13 sene önce; ilki ‘Gağant Babayin Morukı’ ( Noel Babanın Sakalı), diğeri ise ‘Gağanti Dzar’ (Noel Ağacı), artık onunla tanıştığımı bilecek yaşa geldiğimde de ‘Medz Kağak’tan okudum birkaç şiiri ve ‘Mağ Mı Çur’ (Bir Elek Su) vardı kitaplığımda. Ve şimdi bu şiirleri tekrar hatırlayınca kafiyeyi dikkate almayışı, günlük konuşma diliyle yazışı, duyusal verileri çokça kullanması ve yalın ama etkili anlatımı belki de onu sadece İstanbul’da dar bir okur kitlesine ya da yalnızca Ermenice bilenlere hitap etmekten sıyırıp yirmiden fazla dile tercüme edilen eserleriyle dünyaya açtı. 

Ve yukarda bahsettiğim saklı kalmış mısralara geri döndüğümde, renkli renkli suratlarıyla, uzun uzun bıyıklarıyla, Zahrad’ın kendi çizimleriyle pisigler (kediler) bakıyor bana. Kedileri çok seven Zahrad’ın, onları konu alan şiirleri ölümünden 10 yıl sonra yine kendine ait çizimleriyle Aras Yayıncılık tarafından derlenip Ohannes Şaşkal’ın tercümesiyle, Türkçe ve Ermenice olarak çift dilli basıldı. Onun kedilere olan sevgisi de yine ailesinden geldiği söylenebilir buna ilişkin bir anıyı yine eşi Yaldızcıyan’dan öğreniyoruz: “Kedileri hep sevmiştir, annesi de kedileri çok severdi. ‘Samatya İstasyonu’ adlı şiirinde geçen Jondor (Fransızca altın sarısı anlamında) isimli kedisiyle ilgili bir hatıraları vardı: bir gün evde fark etmişler ki, Jondor’un oynadığı şey, gerçek altın. Meğer kedi, Zareh’in dedesinin evde sakladığı altınların yerini bulmuş, çıkarmış. Bunu gülerek anlatırdı.”  

Kedilere olan sevgisini sadece eşi bilmiyordu herkesin dikkatini çekti ve 2007’de vefat eden Zahrad’ın cenaze merasiminde Mesrob Mutafyan onun ardından Kınalının kedilerinin artık öksüz kaldığını söyledi. 

Onu bizden farklı kılan neydi peki? Günlük iş koşuşturmasının içinde ekrandan izlediği kediler dışında, kedileri inceleyen çok azdır.  Çok az insan sokakta durup bir kedi (ya da ulaşabildiğimiz başka bir hayvan) seviyor, bir tas su - bir kap yemek koyuyor. Evlerini hayvanlarla paylaşanların kaçı onlar üstüne şiir yazıyor ki? Aslında sadece kedi değil unutulan, yaşam. Birçoğumuzun hayatı yakalanacak bir şey zannedip koşuşturuşumuz, canlıyı unutuşumuz, can’a dokunmayışımız, bir hareketi, bir olayı sakin sakin anla(t)maya değer bulamayışımız Zahrad’ı bizden farklı kılan ve ona böylesi kalem sunan. Bu kitapta belki sembolik belki gerçek haliyle, o, kedilerde yaşamı gördü, hayatı gördü, darısı görmeyen gözlere.

Kediler/ԿատուներZahrad
Aras Yayıncılık
93 sayfa.