Cümbüş Cemaat’le Cannes’da Rebetiko rüzgârı

Cümbüş Cemaat'ten Cem Köklükaya ve Burhan Hasdemir Cannes yolculuklarını anlattı.

Bu yıl 70.’si düzenlenen Cannes Film Festivali, Türkiye’den sürpriz bir konuğa ev sahipliği yaptı. Toni Gatlif’in, Yunanistan’da yaşayan bir kadının İstanbul’a uzanan hikâyesini konu alan ‘Djam’ adlı filminin müzikli sahnelerinde yer alan Cümbüş Cemaat grubu, festivalde bir konser verdi ve Cannes tarihinde eşine az rastlanan bir işe imza attı. Gruptan Cem Köklükaya ve Burhan Hasdemir’le Cannes yolculuklarını konuştuk.

Cannes’da sahne almak, festival davetlilerine konser vermek nasıl bir duygu?

Cem Köklükaya: Heyecan verici. Uçaktan indik ve kendimizi sahnede bulduk gibi bir şey oldu. Türkiye’den yedi kişilik bir ekip olarak Yunanistan’dan altı kişilik bir başka grupla çok kısa bir prova yapıp sahneye çıktık. Toni Gatlif, filmi kurgular gibi konseri de kurgulamıştı. Yaklaşık 1000 kişinin dinlediği, herkese açık olan ve plaj sineması olarak bilinen bir yerde çaldık. Zaten film de konserin hemen ardından, aynı yerde gösterildi. Hiç tanımadığımız bir kitleye konser vermenin hem merakını, hem de heyecanını yaşadık. Bu heyecanı kısa sürede atlattığımızı, seyirciyle bir iletişim kurabildiğimizi düşünüyorum. Konser çok coşkuluydu, seyirciler hem şarkılarla, hem danslarla bize eşlik etti. Filmde olmayan, dolayısıyla konserde de çalmayı düşünmediğimiz bir şarkı olan ‘İstanbul’da Vakt-i Rakı’yı seslendirdik. Bu şarkı Galata ve Pera’daki eski meyhanecilerden bahsediyor. Şarkının nakarat kısmında İstanbul’un kadim üç dilinde, Rumca, Ermenice ve Ladino “hadi gel” deniyor. O kısımda Yunancayı biz söyledik, Ermenicesini seyirciye söylettik. Hem beraber şarkı söylemiş, hem de şarkıdaki ruhu yaşatmış olduk.

Burhan Hasdemir: Zaten şarkının o kısmı, konserde en çok heyecan duyduğum, “İyi ki buradayım” dediğim an oldu. Şimdiye kadar bu şarkıyı böyle bir ortamda söylememiştik. Seyircinin konsere gelip gelmeyeceğini de bilmiyorduk. Biraz stresli başladık konsere ama seyircinin katılımı, eşliği bizi rahatlattı, “hos egur” (buraya gel) noktası, benim için doruk noktası oldu. Bir anda 500 kişi “hos egur” diye bağırıyor karşınızda! Plajdasınız, ortam güzel, sahne güzel, Cannes’dayız... Smokinle davul çaldığım bir sahne neticede. Konser sonrası denk geldiğimiz seyircilerden biri, “15 yıldır Cannes’da böyle bir şey görmedik” dedi.

Sahnede çalmakla kamera önünde çalmak arasında ne gibi farklar var?

C.K: Belki de en büyük fark, kamera önünde çalarken çok tekrar ediyor olmanız. Aynı şarkıyı defalarca çalmanız bekleniyor. Erkan Oğur, bir şarkının asla iki kez aynı şekilde çalınamayacağını söylüyor. Tekrar ettikçe sıkılıyorsunuz, gitgide istemeden çalmaya başlıyorsunuz. Bence kamera önünde çalmakla ilgili en büyük sıkıntı bu. Bir süre sonra kendinizi aynı coşkuyu yakalayabilmek için rol yaparken buluyorsunuz.

B.H: Stüdyo, kamera önü gibi ortamlar, seyircili ortamlardan epey farklı; seyircinin önüne çıktığınızda işin rengi değişiyor ister istemez. Kamera önünde epey zorlandık ama beraber çaldığınız insanlar da önemli rol oynuyor bunda. Solo performans olsaydı, kamera önünde daha fazla zorlanırdım sanırım. Her çekimde kamera sizi çekmiyor tabii, o zaman zaten çok daha rahat çalıyorsunuz.

SÖYLEŞİNİN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN 



Yazar Hakkında