LEVON BAĞIŞ

Levon Bağış

OBUR

Merak ediyorum...

Nasıl işliyor bu işler?

Mesela ‘iftar’ a davetlisiniz. Aptal değilsiniz ya, biliyorsunuz iftarın ne olduğunu.

Açlıkla terbiye olunmaktır oruç.

En temel ihtiyaç karnını doyurmak olduğuna göre en temel tapınma sayılabilir kendini aç bırakmak.

Başka anlamlar da yükleyebilirsin oruç tutmaya.

Yoksulun, açın halinden anlamak olabilir mesela.

Nefsini köreltmek olabilir mesela.

Ne anlama geldiği, diğer her şeyde olduğu gibi senin ona ne anlam yüklediğine bağlı.

Ama ne olursa olsun, mesela nefsini köreltmek için oruç tutuyorsan, birilerini hakkını korumak için çaresiz bırakan, birilerini ölüm orucuna yatırmış biriyle orucunu açar mısın?

Düşün; bütün gün aç kalmışsın, acı çekenlerin acısını anlamak için yapmışsın bunu, yoksunluğu anlamak için yapmışsın. Elinden gencecik evladı alınmış bir anneyi meydanlarda yuhalatan biriyle mi paylaşırsın, bu yoksunluğu anlamak için kurduğun sofrayı?

Nefes aldığın, kendini iyi hissettiğin Ege’nin tuzunu, dağların tozunu hissettiğin zeytinlik sahibi olmasan da tüm zeytin ağaçlarını kendinden saymış birisin mesela, gidip o ağaçlara göz dikenlerle, o ağaçlara odun muamelesi yapanlarla aynı sofrada oturabilir misin?

Ama birileri oturuyor o masada. Hem de kendilerine sanatçı falan diyen birileri...

Oturmuşlar bir masaya o kendilerine sanatçı diyenler, iştahla, açlıkla ortalarına aldıkları adama bakıyorlar. Belki oraya gelmezlerse başlarına geleceklerden korktuklarından dolayı orada olduklarını inkâr etmek ve hatta kendilerine bile bunu itiraf etmedikleri için orada olmaktan mutluymuş gibi yapıyorlar. 
Kirli bir tezgâhın adı anılmaya değmez parçaları olmaya razılar ama bunu kabul etmemek için ölürler. 
İki öğretmen açlıktan ölmek üzereyken, kolu devlet tarafından koparılmış, şimdi ise işsizliğe, açlığa mahkûm edilmiş bir adam plastik mermilerle vurulurken, Meclis’in en önemli partilerinden birinin dışarda kalan sayılı milletvekillerinden biri gözaltına alınırken, müzik öğretmeni oldum diye sevinmesine fırsat kalmadan öldürülen gencecik kızlar varken, o sofraya oturmaya mideniz el veriyorsa size karada ölüm yok demektir.

Midesi bunu kaldıran, her şeyi yapabilir.
Biz iki ağaç az kesilsin diye çırpınırken, o önünde yaltaklandıkları, o ağaçları ‘tesis’ yapmak derdinde. Ama orada yaltaklananlar gerçekten zavallı olanlardır. Çünkü o oyunu kuranlar ne kazanacaklarını, çıkarlarını üç aşağı beş yukarı bilerek hareket ediyorlar.

Bunlar ise, onlardan bize de bir-iki kör lokma düşer diye yaltaklanıyorlar. Size peşinen söyleyeyim, o kırıntılar, dünyanın malı olsa bu alçalmaya değmez.
Bu yüzden, ne yaparlarsa yapsınlar, o el pençe divan duranlar her şey olabilirler ama sanatçı asla değiller. 
Sanatçı, Santiago’da gitarını çalarken öldürülen Victor Hara’ dır. Başını bir ormanda taşla ezdikleri Sabahattin Ali’dir. Alman subaylarına laf sokan Picasso’dur. Evi yakılan Âşık Mahzuni’dir. Kendisi yakılan Metin Altıok, Behçet Aysan’dır.

Onlar ise ancak sipariş listesi yazarlar. Reklam müzikleri yaparlar.
Sanatçı dediğin insanlarda duyguları uyandırırmış, bu yüzden sanatçı denirmiş onlara. Gerçi onlar da bir duygu uyandırmıyor değiller. Her baktığımda kusasım geliyor...

Artıklarla karın doyurmaya meyletmişler için yeterli bence.

Merak ediyorum sadece...

Hayatımı sofralar kurarak, o sofraların bir parçası olarak geçirmiş, doğru ya da yanlış, sofralara kendimce bir kutsiyet atfetmiş biri olarak merak ediyorum. Nasıl işliyor bu işler?

O sofralardan kalkıp evlerine gidip hiçbir şey olmamış gibi, bir suça ortak olmamış gibi yaşamaya nasıl devam ediliyor?

Merak ediyorum sadece...

Ama biliyorum, merak boktan bir şeydir.