Ezel Akay: Sinema salonu sosyal bir ihtiyaç

Yönetmen Ezel Akay’la bu yıl 70.’si düzenlenen Cannes Film Festivali’ne dair konuştuk.

Cannes bu yıl nasıl geçti?

Bir film festivalinin 70. yılını dolduruyor olması çok önemli. Hele ki bu, Avrupa’nın en büyük iki festivalinden biriyse... Diğeri de Berlin Film Festivali. İkisi arasında bir tercih yapacak olursam, ben Berlin’i seçerdim. Berlin’de ‘herkes’ var, kimse kimseye hava atmıyor; Cannes’da ise durum biraz farklı, orada ‘elitler’ var ve insanların neredeyse tek derdi hava atmak. İki festivale de aynı sinemacılar gelmesine rağmen ‘Fransızlık’ ve ‘Almanlık’tan dolayı farklı atmosferler oluşuyor.

Bu yılki Cannes’da galalara katılma imkânım olmadı, ben daha çok ‘market’teydim. Çok yoğun bir dokuz gün geçirdik. Festivalde, genel olarak, eski yıllardaki gibi bir kalabalığın olmadığını söyleyebilirim. Festivalin havası bu yıl sönmüş gibiydi. Muazzam bir polis kontrolü vardı. Giriş kartınız olsa dahi en az dört kere kontrolden geçiyordunuz. Bunun da bir etkisi olduğunu düşünüyorum. 

Ödüllerde bir sürpriz var mıydı?

Festival boyunca birbirine eşit değerde çok film gösterildi. Ödüllerde de çok büyük bir sürpriz olmadı. Belki insanlar Diane Kruger’ın en iyi kadın oyuncu seçilmesine şaşırmıştır ama ben onun her zaman çok başarılı bir aktris olduğu kanaatindeyim.

En ilginç olaylardan biri, Netflix yapımı iki filmin gösterilmesiydi. Bu filmlerin en büyük özellikleri, vizyona hiç girmeyip sadece internette ve dijital platformlarda gösterilecek olmalarıydı. Cannes tarihinde ilk kez böyle bir şey yaşandı.

Bu durumun jüri içinde de ciddi tartışmalara neden olduğunu biliyoruz. Nasıl bir tepki vardı?

Netflix yapımı filmlerin festivale kabulü ancak şöyle bir koşulla olmalıydı: Netflix ya da herhangi bir kanal, bir filmini festivale sokmak istiyorsa, o filmi en az bir hafta sinemalarda göstermeli. Herkesin itirazı Netflix’e idi; bu itirazların çok haklı sebepleri olduğunu düşünüyorum. 

Nedir bu sebepler?

Sinemayı toplu olarak seyretmek bir sosyal ihtiyaç. Tıpkı stadyuma maç izlemeye gitmek gibi – televizyonlar çeşitli açılardan maçları yayınlıyorlar fakat buna rağmen insanlar maça gidiyor. Aynı şekilde, bütün albümler piyasada, herkes alıp dinleyebilir, klipleri eşliğinde o müzikleri dinlemek mümkün fakat herkes konsere gidiyor. Çok distopik, garip bir dünyaya geçmezsek bu durum hep böyle kalacak. “Sinema çıktı, tiyatro ölecek” dediler, öyle bir şey olmadı; “Televizyon çıktı, sinema ölecek” dediler, o da olmadı. “İnternette film izleme çıktı, salonlara kimse gitmeyecek” düşüncesi de doğru değil. Bu bir ihtiyaç. Bizler sinema filmini birlikte seyrederken, olduğumuzdan daha akıllı hale geliyoruz. Topluca film seyretmenin çok ilginç bir etkisi var. Gülmeyeceğimiz şeye gülüyoruz, anlamadığımız şeyi anlıyoruz, çünkü toplu karar hissi oluşuyor, insanların tepkileri bizim de tepkimiz haline geliyor. Etrafımızdaki kıkırdamalarla, iç çekişlerle, gözyaşlarıyla birlikte, karşımızdaki resmin bizler için değerini başka insanlar sayesinde yeniden keşfediyoruz. Topluca film seyretmek, topluca bir protesto gösterisine katılmak gibi, bambaşka bir enerji doğuruyor. Dolayısıyla, bu değişmeyecek bir durum. Bunu değiştirmeye yönelik girişimlere karşı çıkmak demeyelim ama yön göstermek, “Bak, böyle yaparsan seyrederiz, yoksa seyretmeyiz” gibi bir tepki göstermek, karşı tarafın anlamasını sağlamak çok önemli. Festivaldeki tepki biraz abartılıydı ama film salondakiler tarafından ıslıklandı. Oysa burada filmin bir suçu yok, konu tamamen Netflix’le alakalı. 

SÖYLEŞİNİN DEVAMINI OKUMAK İÇİN TIKLAYIN 

Kategoriler

Kültür Sanat Sinema



Yazar Hakkında