OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Bu sefer gerçekten yollar yürümekle aşınmaz

CHP ile ilgili olarak daha evvel bu köşede çok yazdım ve içinde bulunduğu temel, yapısal yanlışlıkları anlatmaya çalıştım. Buna rağmen, şu konjonktürde gidişata itiraz eden her eylem değerli olabilir, belki bu yürüyüş etrafında etkili bir muhalefet bloğu oluşabilir düşüncesiyle Kılıçdaroğlu’nun başlattığı ‘adalet yürüyüşü’ konusunda kararsız kaldım. Bu girişimi alaya alanları anlasam, onlara hak versem de, Kılıçdaroğlu ve CHP bu alayları çoktan hak etmiş olsa da, olumlu-olumsuz yorum yapmamayı tercih ettim. Neticede, CHP’ye umut bağlayanları da anlıyorum; zira durum, CHP’ye umut bağlayacak kadar umutsuz görünüyor(du). Fakat, sağ olsun, her zamanki gibi gene bir CHP’li yönetici ‘imdadımıza yetişti’, CHP’nin karakterini hatırlattı.

CHP Grup Başkan Vekili Engin Altay, Birgün’den Meltem Yılmaz’a konuşmuş. Söylediklerindeki çelişkileri anlatmaya yerimiz yetmez ama bir örnek vermek gerekirse, Yılmaz’ın, “Neden HDP’liler tutuklandığında harekete geçmediniz?” sorusuna, Altay, Meclis’te bu konuyu en çok kendilerinin dile getirdiğini, çünkü zeminin orası olduğunu söylüyor. Bunun üzerine Yılmaz da haklı olarak, öyleyse adalet yürüyüşünü neden sokakta başlattıklarını soruyor. Altay’ın cevabı, Meclis’in meşru mücadele zemini olmaktan çıktığı, Erdoğan’dan talimat alan bir organa dönüştüğü şeklinde oluyor. Pardon, hadi diğerlerini koy bir tarafa, Demirtaş’ın geçen Kasım’da tutuklandığını düşünecek olursak, demek Meclis sadece sekiz ay evvel meşru mücadele zeminiymiş ama sadece son sekiz ayda Erdoğan’dan talimat almaya başlamış. Geçiniz. Bu düpedüz hepimizle dalga geçmektir.

Yılmaz’ın, gençlerin yürüyüşe katılımını düşük bulduğu tespitine karşılık Altay, bu tespiti reddetmiyor ama sebep olarak gençler üzerindeki anne-baba baskısını göstermesi de doğrusu biraz gayriciddi olmuş. ‘Genç’ denince Altay ne anlıyor acaba? Anne-babasından harçlık alan, onların sözünden çıkmayan ergenler midir ‘gençler’? Onun yerine, bu tespiti ciddiye almalarını ve daha siyasi ve sosyolojik nedenleri araştırmalarını tavsiye ederim naçizane. Ayrıca Altay, “Sizin bu yürüyüşe katılımını eksik bulduğunuz, adalet arayışında sesini daha fazla yükseltmesini beklediğiniz gruplar, kesimler kimlerdir?” sorusuna da bir cevap vermiyor, en azından röportajda yok. Ben de merak ediyorum, acaba kimi yanlarında görmek isterler(di)?   

Ama asıl ‘bomba’ cevap, yürüyüşü Gezi’yle kıyaslayan soru üzerine geliyor. Buradan öğreniyoruz ki CHP de Gezi’yi “ilk üç gün” destekleyenlerden. Niyetim burada, Gezi’nin değerlendirmesini yapmak, iyiydi-kötüydü, doğruydu-yanlıştı demek, hatta adalet yürüyüşüyle birebir kıyaslamak dahi değil. Yalnız, Gezi hakkında olumlu da düşünseniz, olumsuz da, Gezi’nin Türkiye tarihinde farklı grup ve sınıfların bir araya gelerek (bu, koordineli hareket ettikleri anlamına gelmez) iktidara karşı en etkili itirazlardan birini ortaya koydukları bir vaka olduğuna şüphe yok. Altay, o kadar da etkili bir itiraz yükseltmek istemiyor anlaşılan; kendi deyişiyle, amaçları “çok barışçıl ve dengeli bir şekilde seslerini duyurmak” imiş. Bir ülkede meclisteki ikinci büyük partinin amacının sesini duyurmak olmasının acıklı halini geçiyorum; zaten bu, tek başına CHP’nin kabahati değil. Fakat, Enis Berberoğlu’nun ve diğerlerinin tutuklanmasının bir bilinmeme, duyulmama sorunu mu var? Zannetmiyorum. Sadece, diğer hukuksuzluklarda olduğu gibi, birileri umursuyor, birileri umursamıyor. Amaç, ses duyurmaktan öte, mümkün olduğunca geniş kesimleri bir araya getiren etkili, gidişatı değiştirecek bir itiraz yükseltmek, en azından bunun yolunu açmak olmalı ama bu, Altay’ın ortaya koyduğu ‘dengeli’ yaklaşımla olmaz. Ayrıca, hangi denge Allah aşkına, memlekette denge mi kalmış? Her şey tepetaklak. CHP ise hem özgürlükçü, hem devletçi olmak gibi imkânsız bir ‘denge’nin peşinde, o dengeyi tutturayım derken de ağzı başka tarafa gidiyor, gözü başka tarafa. Bir iktidar partisinin devletçi olması, tasvip edilmese de anlaşılabilir, çünkü o anda devleti onlar yönetiyordur (veya en azından yönettiklerini zannediyorlardır) fakat bir muhalefet partisinin devletçiliği ancak onun ideolojisinden, tarihinden, siyasi gen haritasından kaynaklanır. CHP de böyle.

Altay’ın sözlerine bakılırsa CHP bu yürüyüşün sembolik tarafını daha fazla önemsiyor, çünkü Yılmaz’ın, “CHP, eylemin sayıca büyümesini ister mi?” sorusuna, Altay “Bir ülkede ana muhalefet lideri 450 kilometrelik yolun tamamını yürüyerek kat etme kararı aldıysa bu başlı başına önemlidir. Tek başına yürüse bile anlamlıdır. Bu nedenle eylemin niceliği değil, niteliği önemli. Biz oraya 100 bin kişi de getiririz, mesele bu değil” diyerek cevap veriyor. Birileri Altay’a, olayların sembolizmle halledilecek boyutu çoktan aştığını söylesin lütfen. Kılıçdaroğlu, tek başına Türkiye’nin etrafında üç tur atsa, bir şey değişmez. Oraya 100 bin kişi getirebiliyorlarsa, lütfen getirsinler. Başka herhangi bir kesime ihtiyaç duymadan CHP tabanı da buna yeter sanırım. Böylece hem etkili bir itiraz, hem de ülkedeki genel muhalefetin cesaretini artıracak bir görüntü olur. 

Bütün bunları söyledikten sonra, bir şeyin hakkını verelim ki daha evvel de söylemiştik zaten. Bu zamanda Türkiye’de genel anlamda muhalefet yapmak zor, çünkü Erdoğan iktidarı bir paradoks yaratmış durumda: Ya gidişata razı olacaksın ya karmaşa ve gerginliği göze alacaksın. Ortasını tutturmak gitgide zorlaşıyor.