BASKIN ORAN

Baskın Oran

İÇLİ DIŞLI

Ördek Hayri hikayesinin epey ötesindedir bu olay

Twitter kullanmadığım için dolaylı haberim oldu. Süleyman Soylu diye biri bi tvit atmış: “Kendisini ilim adamı diye pazarlamış yazısının her kelimesini alçakça kurgulamış bir uşak Baskın Oran hakkında suç duyurusunda bulunuyorum."

Bir bakanın böyle bir düzey tutturabileceğini düşünemediğim için önce sandım ki adı Süleyman soyadı da Soylu olan biridir. Fakat arkadaşlar ismin yanında mavi tık olduğu için hesabın resmî olduğunu, DP genel başkanlığını bırakıp AKP’ye geçen Soylu’ya ait bulunduğunu söylediler. Şaştım kaldım.

Sonra düşünmeye başladım. Saldırdığı yazım (geçen haftaki), medya haberleri derlemesinden ibaretti. Kendimden hiçbir şey eklememiştim. O kadar ki, hani intihalden dem vursalar tutturacaklar! Üstelik hepsi de doğru haber, aksi halde bunları yazanların tepesine ânında binerlerdi ki bunların hiçbiri hakkında soruşturma bile açılmadı.

Acaba Soylu, bu olaylar kendisinin bakanlığı sırasında cereyan ettiğinden mi alınganlık yapmıştı? Yani, “Yağmur geliyor dedin, bana Ördek Hayri diyorsun” cinsinden bir durum? 

***

Farkına vardım ki olay bu fıkranın maalesef çok ötesindedir:

1) Kürtlerin uğradığı hukuk ve hatta insanlık dışı muameleler AKP tarafından hep “münferit olay” diye geçiştirildi. Şimdi kronolojik sırayla dökümünü yapınca oluşan tablo bakana biraz fazla geldi. AKP’nin en korktuğu şeylerden biri arşivlenmek.

2) Trajedinin içine komedi de girince olayın dozu taşar. Bu trajikomik hadiselerin en sivrileri polis ve özellikle belediye kayyımları tarafından icra edilmiş vaziyette ve bunların atayanı da amiri de İçişleri Bakanı Soylu. Yani bana yaptığı suç duyurusunu, resmen, kendi sebep olduğu hadiselere yapmış oluyor.

3) Belki de en vahimi: Bir yandan dağda PKK’ya operasyon yürütülür ve her gün birkaç PKK’lı “etkisiz hale” getirilirken, bir yandan da PKK’yla zerre ilgisi olmayan hatta hendek-barikat derken ondan zarar görmüş Kürtler (ki bu konuda ben çok yazdım) bu hadiselerle deli ediliyor. Bunu yapmanın en az üç sebebi olabilir:

a) Biricik ortak paydası Kürt düşmanlığı olan Mahşerin Dört Atlısı’nı, yani “Dinci AKP + Türkçü MHP + TSK + Ulusalcılar” koalisyonunu canlı tutarak iktidarda kalma stratejisi.

b) Bunlar zamanla kendini toparlar, isyan etsinler de bu işi kökünden bitirelim düşüncesi. Ankara’dan Erkan Eminoğlu imzasıyla aldığım bir ileti aynı şeyi aynen şöyle ifade etmiş: “Baskın Bey, haberimiz yoktu, kayyımlar ne güzel hizmetler yapmışlar. Düşman izi bırakmamışlar, daha ne isteriz.”

c) Bitip tükenmeyen bir “Allah’ın lütfu”ndan yararlanarak durmadan uzatılan OHAL rejiminin AKP’yi fazla rahatlattığı bir atmosferde bu olayların Kürtlerin sinir uçlarıyla fena halde oynamak anlamına geldiğini anlayamama durumu.

Bu üç olasılıktan hangisi geçerli, bilemiyorum. Bildiğim, geçen hafta yaptığım alıntıların (anıt yıkma, vs.) PKK’yla ilgisi olmayan Kürtleri çıldırtacak sembolik olaylar olduğu. Baskı altındaki insanlar için en kıymetli şeydir semboller. Kimliğini koruyacak başka bişeyi kalmamıştır çünkü.

***

Yazımda polisin ve kayyımların gadrine uğradığını listelediğim unsurları hatırlatayım da, siz söyleyin bunlar mı PKK’lı:

Tunceli Pertek’teki düğünde Kürtçe türkü okuyan Grup Çığlık Orkestra üyeleri. Adana’da düğün konvoyunda sarı-kırmızı-yeşilli mendil sallayan kişiler. Aydın’da Kürtçe müzik dinleyip halay çeken 14 yaşındaki imam hatip lisesi öğrencileri. Üç kuruş para kazanmak isterken Uludere/Roboski’de TSK jetleri tarafından bir saat içinde iki kere bombalanma sonucu ölen 34 kaçakçı.

Tabelasını Türkçe, Kürtçe, Ermenice yazdırmış Derik Belediyesi. Caddeye sarı-kırmızı laleler diken Diyarbakır Belediyesi. Bir sokağına “Barış-Aşiti” adını veren Beşiktaş Belediyesi.

***

Şimdi de söyleyin, Kürtlerin sembollerini yerle bir eden aşağıdaki kamu makamları Kürtlük bilincini YOK mu ediyorlar yoksa İHYA mı:

Farklı dillerdeki belediye tabelalarını söktüren kayyım. Köprünün yeşil-sarı-kırmızı korkuluklarını kırmızı-beyaz olarak değiştirten kayyım. Milletvekili Orhan Doğan’ın anıtını, Roboski anıtını, Uğur Kaymaz anıtını,  Mem u Zin adlı temel eseri Kültür ve Turizm Bakanlığınca 2010 ve 2012’de iki defa bastırılan 1650 doğumlu şair ve filozof Ahmed-i Hani’nin Doğubeyazıt’taki anıtını yıktıran kayyımlar. Tahir Elçi Parkı’nın adını atıp bir korucunun adını koyan kayyım.

Diyarbakır Belediye Tiyatrosunda Kürtçe oynayan 31 oyuncuyu işten atan kayyım. Adı Asur dilinden gelen Amedspor’un isminin değiştirilmesini, aksi halde kulübe maddi yardımın kesileceğini bildiren kayyım.

Mahkeme kararı olmadan toplattığı kitapları basın toplantısında “Zerdüştlük, Marksizm, Leninizm, dağdaki insanların hayatlarını, Yahudiliği ve Hıristiyanlığı anlatan,  bu toprakların değeri olan İslam inancı ile kendi kültürümüz ile zerre kadar ilgisi olmayan örgütsel suç kitapları” olarak tanıtan kayyım.  

Ve, çatışmalarda öldürülen PKK’lıların cenazelerinin yıkanmasını ve defin işlemini Tunceli’de yasaklayan kayyım. 

Bir de Yargı’dan: Lozan Md. 39/5 hükmüne dayanarak mahkemede Kürtçe sözlü savunma yapanları 60.000 TL tercüme parası ödemeye mahkum eden mahkeme.

***

Şimdi; “kendisini ilim adamı diye pazarlamış” bir emekli, “yazısının her kelimesini alçakça kurgulamış bir uşak”, Tek Adam rejiminin içişleri bakanı olmanın getirdiği kudretin cür’etiyle bu açık hakaretleri savurana dava açacak ve ayrıca suç duyurusunda bulunacak. Anayasamıza göre “tarafsız ve bağımsız” olan Yargı’da.

Bu davalar basit hakaretle ilgili olmayacak sadece. PKK’lılar dışında bu ülkenin bütün Kürtlerini “terörist” diye suçlayarak “milli birlik ve beraberlik”i yerle bir etmeyi de gündeme getirecek.

Eğer iki eğitimcinin açlık grevi yapıyorlar diye içeri atılmasının marifet sayıldığı şu cennet vatanda “milli ve yerli” yargımızdan yine bir sonuç çıkmayacak olursa, o zaman “Ankara’da yoksa, Strasbourg’da yargıçlar var” demek gerekecek. Normal bir rejime geri dönünce Türkiye’de seri halde açılacak davalara da mis gibi bir örnek daha eklenecek.

Bu fırsatı yarattığı ve ayrıca, yazımı okumamış olanların şimdi T24 ve Artıgerçek gibi nice sitede tam dipnotlu biçimini okumalarına yardımcı olduğu için Soylu Bakan’a müteşekkirim.   

Not: Davut ile Calut’un/Golyat’ın kavgasını mı hatırladınız? Kim kazanmıştı?