OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Pembe dizi

Patrik seçimine giden süreçte bir aşama daha geçildi ve yeni Müteşebbis Heyet kuruldu. Bu da bir ilerleme, şüphesiz. Kağnı hızıyla gidilse de yol alınıyor, alınıyor alınmasına da, birtakım tuhaf diyebileceğimiz gelişmeler de oluyor. Bu toplumun entrikaları, pembe dizileri aratmaz ne de olsa. İlk haberlere göre, Bedros Şirinoğlu da, kendi isteği üzerine Karekin Bekçiyan kontenjanından heyete girmişti. Benim burada aklım karışmıştı. Daha birkaç ay evvel Bekçiyan’ı istifaya davet eden aynı Bedros Şirinoğlu değil miydi? Şimdi ne olmuş ve nasıl olmuştu da, Bekçiyan, aynı kişiyi kendi eliyle heyete sokmuştu? Üstelik şu dokuz yıllık krizdeki sicili de ortadayken... Nasıl böyle ilkesiz davranabilmişti? Şirinoğlu bu heyete girmeye istekliyse, neden seçilerek girmiyordu? Bu durum bize ne anlatıyordu? Demek ki kapalı kapılar ardında bazı işler dönüyordu. 

Bütün bunları düşünürken başka bir haber daha geldi: Şirinoğlu heyet üyeliğinden istifa etmişti! Üstelik istifasını da önce kendini atayan Değabah’a değil, gazetelere göndermiş. Buradaki usulsüzlüğü, nezaketsizliği not edip geçelim ve asıl soruyu soralım: Bu ne perhiz, bu ne lahana! Hem haber göndererek heyete girmek istediğini söylüyorsun, hem de o heyet bir kere bile toplanmadan, bir gün içinde istifa ediyorsun. Bu, Değabah Bekçiyan’ı zor ve aciz duruma düşürmek için yapılmamıştır herhalde. Sonuçta kendini istifaya davet eden kişiyi heyete çağırmış oldu. Öyleyse, benim aklıma şu geliyor: Şirinoğlu, seçilen heyetin kompozisyonuna baktı ve kendini başkan seçtiremeyeceğine, heyeti yönlendiremeyeceğine kanaat getirerek baştan istifa etti. Yoksa, herhalde şuna inanmamız beklenmiyor: Değabah kontenjandan heyete sokacağı adaylarla daha evvel hiç temas kurmadı ve onları heyete davet ederek onlara ‘sürpriz’ yaptı!  

 Daha evvel de söylediğim gibi, toplumsal düzenimiz demokratik değil, bir nevi ‘parerarlar’ (hayırseverler) oligarşisi. Patrik seçim krizi de, sadece patrik seçmekle değil, bu toplumun iç işleyişiyle ilgili bir konu ve çoğu kriz gibi, bu yozlaşmış düzeni değiştirmek için aynı zamanda bir fırsat. Bu yapı, ne yapıyor ediyor, her defasında suyun üstüne çıkmayı başarıyor. Mesele, Şirinoğlu’nun kişisel sevaplarını ve günahlarını alt alta yazarak onun şahsi bilançosunu çıkarmak değildir fakat, Şirinoğlu figürü, bu yozlaşmış yapının temsilidir, sembolüdür. Dolayısıyla, onun olduğu yerden, bu yapının yeniden üretiminden başka bir şey çıkmaz. Oysa amacımız köklü ve yapısal değişiklikler olmalı. Bu toplum ne zaman ki işlerini, hep aynı üç-beş kişiye bağlı olmadan, onlara ihtiyaç duymadan halleder, o zaman rüştünü ispat etmiş olur; gerisi Bizans oyunları. Peki, bu toplum aynı üç-beş kişiye mecbur mu, muhtaç mı? Onlar olmadan hiçbir iş olmuyor mu? Eğer hakikaten öyleyse, zaten bu toplum bitmiş demektir, koyverin gitsin, inceldiği yerden kopsun, çünkü ortada bir toplum değil bir sürü var demektir. Ama ben öyle olduğuna inanmıyorum. Bu, sadece öğretilmiş ve öğrenilmiş bir mecburiyet. Nitekim, patrik seçiminde iş oligarşik yapıya kalsaydı buralara kadar gelmek mümkün değildi; toplumun silkinmesiyle buralara geldik ama şimdi birileri yükselen dalgaya atlamaya çalışıyor.

“Benim hissiyatım odur ki, eğer Ermeni kurumları ve insanları, bu ‘hayırseverlerin’ oyuncağı ve tebası olacaksa, lütfen artık ‘hayır’ işlemesinler, ne olacaksa olsun. Ermenilik adına geriye ne kalmışsa buralarda, o da bitsin gitsin” demiştim. Değişen bir şey yok efendim.