OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Dini ırkçılık

Sakarya’da tecavüz edilip, hem karnındaki hem yanındaki çocuğuyla birlikte öldürülen Suriyeli Emani’nin cenazesine binlerce kişi katıldı, cenaze namazını da Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez bizzat kıldırdı. Sahip çıkılması, acının paylaşılması, tepkiyi ortaya koyması ve failleri lanetlenmesi açısından önemli ve doğru görüntüler verildi. Fakat, cenazede açılan bir pankartta yazanlar, orada bulunanların motivasyon ve zihniyetleri konusunda soru işaretleri uyandırdı. Pankartta şöyle diyordu: “Müminler ancak kardeştir”. Böyle bir vakada, ölenin, öldürenin ve cenazede bulunanların aynı dinden olduğunu özellikle belirtmeye ne gerek var? Bunun anlamı nedir? Önermeyi tersten olursak, demek ki tecavüz edilip öldürülen kadın misal Hıristiyan, Musevi, Alevi vs. olsa müminler o kadar da önemsemeyecek, cenazesine binlerce kişi katılmayacak. Nitekim, “İtalyan gelin” Pippa Bacca olayında benzer bir infial görememiştik. Hatta, “Ne işi varmış kadın başına yollarda?”, yorumlarına şahit olmuştuk. 

Denklemin katiller tarafından bakacak olursak, bunlar Sünni-Müslüman olmasaydı (ki olmayabilirdi) muhtemelen öfke ve infial çok daha fazla olacaktı, hatta katillerle aynı etno-dinsel kimliğe sahip olanlar topluca hedefe konacaktı (“Nereden çıkartıyorsun bunları?”, diyenler Osmanlı-Türk tarihinin yakın-uzak geçmişindeki onlarca, belki yüzlerce vakaya, bırakın gerçekten bir olay yaşanmasını, “Ermeniler, Aleviler vs. şunu yapmış”, söylentisi üzerine bile ne katliamlar yaşandığına baksınlar.) Peki, bu olaydan sonra oraya buraya saldıran Suriyeliler haberi duydunuz mu? Duyamazsınız, çünkü ırkçılık bir güç ve iktidar meselesidir aynı zamanda. Velhasıl, katiller Müslüman olmasaydı, böyle bir pankart açılmayacaktı; çünkü bu zihniyete göre asıl ‘kabul edilemez’, ‘eşyanın tabiatına aykırı’ olan Müslüman’ın Müslüman’a bunu yapmasıdır. Diğer ihtimaller ‘beklenebilir’, ‘olabilir’dir. Buradaki ima şudur: “Müslüman olmayanın tecavüzcülüğü, katilliği, fıtratından gelir, normaldir. Başkası yapar ama Müslüman Müslüman’a bunu yapar mı?” Bu söylediklerime katılmayabilirsiniz, yanlış tespitler olarak görebilirsiniz ama o zaman böyle bir vakada müminlerin kardeşliğine özellikle vurgu yapmaya neden ihtiyaç duyulduğuna, olayların tarafları farklı dinlerden olsa ne fark edeceğine dair sizin kendi cevabınızı vermeniz gerekir. 

Peki, bu neden bu kadar önemli? Bu vurgu yapılmışsa yapılmış, ne olur yani, ne sakıncası var? Bu ifade önemli, çünkü demokrasi, kültürlerin ve kimliklerin eşitliği, beraber yaşama zihniyetine dair bir gösterge ortaya koyuyor. Bu ifade önemli, çünkü farkında olarak veya olmayarak, ayrımcı, ayrıştırıcı, ötekileştirici bir söz.

Bütün bunları düşünürken, İslami kesimin bir yazarından, farklı bir bağlamda ama aynı zihniyeti yansıtan başka bir söze rastladım. Bu yazar, Srebrenitsa katliamının yıldönümü vesilesiyle şöyle bir tweet atmıştı: “Her 11 Temmuz, gâvura niçin güvenmememiz gerektiğini hatırlatsın bize...” Özel olarak Srebrenitsa’da ve genel olarak Bosna soykırımı esnasında Avrupalı devletlerin ve BM’nin tavır ve politikaları utanç vericidir, yüz karasıdır. Buna ve tarihsel başka örneklere dayanarak Avrupalı devletlere, onların politikacılarına güvenilmeyeceğini söylerseniz, size katılırım; hatta daha ileri giderek hiçbir devlete güvenilmeyeceğini söylerim. Fakat, güvenilir olmayı veya olmamayı “gâvurluk” gibi bir kategori üzerinden tanımlarsanız bu ırkçılıktır, çünkü belli bir kişilik özelliğini belli bir dine mensup olup olmamakla özdeşleştirir, eşitler. Bu yazar her ne kadar, ırkçılık eleştirim üzerine, gâvurun dini bir tanım olmadığını, gâvur olmayan gayrimüslimler olabileceği gibi gâvur Müslümanlar olduğunu söylese de, tabii kavramlar maalesef bizim arzumuza göre tanımladığımız biçimde var olmuyor. Gâvur kelimesinin tarihsel, kavramsal, etimolojik ve pratik bagajı bellidir, isteseniz de bunlardan azade biçimde kullanamazsınız. Siz kullansanız, karşınızdaki bu tabiri o bagajlardan bağımsız kavrayamaz. Gene yazarımız, gâvurun, dinsiz anlamı olduğu gibi, acımazsız, merhametsiz anlamı da olduğunu söylüyor, yani kendisinin bu sıfatı ikinci manasında kullandığını ima ediyor. İyi de, bu iki anlam, birbirinden bağımsız gelişmemiştir ve halen de bağımsız değildir. Biri toprakta, biri suda yetişmemiştir, kökleri aynıdır. Kaldı ki madem gâvuru acımasız, merhametsiz anlamında kullanıyorsunuz neden doğrudan bu sıfatları kullanmıyorsunuz da, gâvur dolayımına başvuruyorsunuz? Tabii, “Acımasız merhametsiz insanlara güvenilmez” dediğinizde bunun malumu ilan olacağının farkındasınız. Amacınız belli bir kimliği hedef almak olduğu için gâvur diyorsunuz. Velhasıl, Hakan Yücel’in isabetle belirttiği gibi, “gayet açık olarak biliyoruz ki acımasız Müslümana "gavur" denmesinin nedeni onların gayrimüslimlerle özdeşleştirilmesidir. Bu ırkçılıktır.” En iyisi, bu kelimeyi lügatinizden çıkarmak. Irkçılık, sadece deri rengi, etnisite üzerinden yapılan bir şey değildir. Din temelli ırkçılık da olur ve vardır.