OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Türkiye neden umutsuz?

Türkiye’de bir iktidar sorunu olduğu açık. AKP’nin şahsında anti-demokratik, baskıcı, özgürlükleri ezen, milliyetçi, dolayısıyla dar görüşlü bir iktidar yapısı ve grubu ortaya çıktı. Türkiye’nin, CHP’nin şahsında bir muhalefet sorunu olduğu da açık. Çok söyledik, tekrar etmeyelim. Fakat, son kertede, iktidar sorunu da, muhalefet sorunu da zor konular olsa da aşılmaz değil. Sonuçta bunlara birer kurum ve kadro veya siyasi elit meselesi olarak bakılabilir ve kurumsal siyasi dengeler, uluslararası politikanın dinamikleri görece hızlı değişebilir. Türkiye’nin değişmesi zor ve zaman alıcı asıl sorunu, bu ülkede yaşayan kitle. Kitle derken de, bütün nüfustan değilse de onlarca milyon insandan bahsediyoruz. Bu kitlenin kimi özellikleri bugün iktidarda vücut buluyor ama AKP tabanıyla bu kitlenin birebir örtüştüğünü söyleyemeyiz. Bu kitlenin içinde MHP’nin, CHP’nin, hatta daha kısıtlı da olsa HDP’nin oy verenleri de vardır.

Peki, nedir bu kitleyi sorunlu yapan? Aslında bilinmeyen şeyler değil. Dünya Değerler Araştırması veya benzeri pek çok araştırmanın öteden beri ortaya koyduğu birtakım özellik ve değerlerden bahsediyoruz. Kısaca sıralamak gerekirse, bu kitle zenofobik, kategorik yabancı düşmanı, farklı gördüğünden uzak durmak bir yana, onu yok etmek istiyor. Bu kitle düpedüz ırkçı, ayrımcı, kafasındaki stereotipler çok katı ve bunlara göre yargılıyor. Bu kitle şiddete eğilimli falan değil, boğazına kadar şiddete batmış durumda; şiddet günlük hayatının bir parçası, en önemli ‘sorun çözme yöntemi’. Bu kitle gücün haklılığından yana. Siyaseti de, günlük hayatını da bu ilkeye göre yaşıyor ve değerlendirmelerini de ona göre yapıyor. Onun için de başka hiçbir ilkeyi ve kuralı istikrarlı biçimde benimsemiyor ve talep etmiyor. Nefret söylemi günlük dil, vaka-i adiye, ırkçılık utanılacak değil neredeyse övünülecek bir özellik. İnsan hakları söylemi de bu kitle nezdinde bir tür zayıflık göstergesi, bir ‘yumuşaklık’ ve alay konusu. Örneğin, sosyal medyaya düşen işkence görüntüleri bu kitle tarafından ya meşru ve mazur gösterilmeye çalışılıyor ya da “Oh, iyi olmuş, daha beter olsun” diye karşılanıyor. İnsan hakkı kavramının insanlar arasında ayrım gözetmeyeceği temel bilgisinden ya yoksunlar ya da bunu umursamıyorlar. Onun için de işkence görenin, ne kadar ‘kötü’, ne kadar ‘suçlu’ bir insan olduğunu ispatlamaya, böylece işkenceyi mazur ve meşru göstermeye çalışıyorlar. Daha da ayrıntılandırılabilir ama sanırım anlaşılmıştır. Velhasıl, Türkiye’nin asıl sorunu şu ki, demokrasinin toplumsal tabanı yok veya çok zayıf. Bu bana geç dönem Osmanlı tarihçiliğinin bilindik bir argümanını hatırlatır. Osmanlı’da reformların herhangi bir sınıfa, yani toplumsal tabana dayanmadığı, sadece bürokrasi tarafından yukarıdan aşağı uygulandığı söylenir. Bu da reformların nihai başarısızlığının sebeplerinden biridir. Günümüzde de, Kürt siyasi hareketi hariç, demokrasiyi alttan talep eden kuvvetli bir kitle yok. Bu kitle olmadığı gibi, Osmanlı reformlarının aksine, bu sefer demokratik reformları uygulamaya istekli bir bürokrasi ve siyasi elit de yok, hatta tam tersi tutum takınmış durumdalar.

Yukarıda tarif edilen profilde on milyonlarca insanın olduğu bir toplumda demokratik bir düzen nasıl kurarsınız? İlk akla gelen ve kalıplaşmış cevap, eğitim. Eğitimin önemi yadsınamaz. Bir ülkede, öğretmenler ilkokul çocuklarını eline ilmik verip fotoğraf çektirerek, idam propagandası yaptırıyorsa, bu çocukların da büyüyünce demokrasinin tabanını oluşturması zordur elbette. Dolayısıyla, evet, “eğitim şart” ama elimizdeki durumda bir-iki handikapı var. Birincisi, zaman. Eğitim zaman alıyor. Şimdi başlasan, demokrasi için yeterli bir toplumsal taban oluşturmak iki kuşak alır. Onu da kabul ettik diyelim, ortada eğitimi demokratik değerlere göre yeniden şekillendirmeye istek bir siyasi irade yok ki!

Bu kitle Türkiye’ye özgü değil elbette. Hatta, demokratik olarak bilinen Avrupa ülkelerinde ve ABD’de de bu tür kitleler var. Üstelik, son yıllarda yükselen sağcı popülist dalgayla birlikte sayıları arttı ya da cesaretlendiler, daha görünür, dolayısıyla daha rahatsız edici oldular. Fakat Türkiye’yle arada bazı farklar var. Bir farkı, bunu karşılaştırmalı olarak ortaya koyan bir çalışma var mı bilmiyorum ama izlenimim odur ki nüfusa oranları Türkiye’deki kadar yüksek olmaması. En az bunun kadar önemlisi, bu ülkelerde bu kitleyi dengeleyecek (bunun %50-50 olması gerekmiyor) özgürlükçü, demokrat başka bir kitle var, kritik zamanlarda onların da sesi çıkıyor, görünür oluyorlar. ABD’deki son seyahat yasakları sonrasında havaalanlarında toplananlar örnek olarak verilebilir. Bunun yanı sıra, bu ülkelerde siyasi ve hukuki mekanizmalar, yaygın siyasi kültür bu sağcı kitleyi kontrol eden, dizginleyen bir etken, en azından şimdilik. Türkiye’de bu saydıklarımızın hiçbiri yok. Dolayısıyla, bu kitle ve onun siyasetteki temsilcileri alabildiğince fütursuzca konuşup eyleyebiliyorlar. Denge unsuru olabilecek demokrat kitle çok cılız ve genel olarak örgütsüz. Siyasi ve hukuki mekanizmalar ve kültür, bırakın ayrımcılığı, nefret söylemini vs. sınırlamayı, bunları teşvik ediyor.

Türkiye’nin işi, bu manzara-i umumiye içinde zor.