‘Aramak çoğu zaman bulmak için bahanedir’

EZGİ ÖKSÜZBAKAN 

Aldığı ödüllerle adını giderek daha fazla duyduğumuz, güçlü bir yazar Pelin Buzluk. 2010’da ilk öykü kitabı ‘Deli Bal’ ile Yaşar Nabi Nayır Öykü Ödülü’nü, 2012’de ikinci öykü kitabı olan ‘Kanatları Ölü Açıklığında’ ile Selçuk Baran Öykü Ödülü’nü alan Buzluk, geçen sene yayımlanan öykü kitabı ‘En Eski Yüz’ ile Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanı’nı kazanarak yeteneğini bir kez daha tescilledi.

Hikâyeleri kadar kitaplarına koyduğu adlarla ilgi uyandırıyor yazar. Örneğin ‘Deli Bal’da bu adı herhangi bir öykü adı olduğu için değil, öykülerinde işlediği temalar Karadeniz’de vahşi bitkilerden beslenen arıların ürettiği balın etkisine benzer bir etki yarattığı için seçmiş. Yazar, uzun soluklu cümlelerini giriş hikâyelerine özenle yerleştirirken karanlık ile aydınlık arasındaki arafta kaldığınızı hissediyorsunuz. Biz de karakteri Emir ile beraber yazarın sırrını açışını, gölgelerden, bulutlardan getirdiği haberleri anlatışını dinliyoruz sayfaları çevirirken.

Tebrizli Rezai

Pelin Buzluk, hikâyeleriyle yaşamın eksik bırakılan, eşelemekten korkup üstünü kapattığımız noktalarını ortaya çıkarıyor ve bunu tek bir mekâna bağlı kalmadan, bazen okurlarına dünyanın dört bir yanındaki kültürleri anlatarak yapıyor bunu, bazense yanından geçip gittiğimiz, önemsiz gördüğümüz yapıların iç dünyasından sesleniyor. Bir hikâyede Tebrizli şair Rezai’nin kollarındaysanız bir sonraki sayfada ‘refüj halkı’nın arasına karışıp ‘yola dahil olup olmadığınızı’ sorgulayabiliyorsunuz. Bazen Yorgancı Yorgi’nin amansız ölümü karşısında içindeki acıyı çamur kaplı bir çukura saklamaya çalışan İbrahim olursunuz, bazense 2.9 saniye içinde ölüme kavuşabilmiş Evren’in ardında kalıp bir türlü ölmeyi beceremediğiniz için kendinize kızarsınız… 

Yazarın her hikâyesinin altını kazıdığınızda, ölümün soğuk ve gerçekçi yüzüyle karşılaşıp, ölü yakıcısının vazgeçemediği tanrısıyla tanışıyor ve ölü ağlayıcılarının kendi kayıpları karşısında dökemediği gözyaşlarını siliyoruz. Özellikle ‘Deli Bal’da her hikâyenin sonu bir mateme bağlanırken, Kanatları Ölü Açıklığında’da daha çok efsanelere, alışageldiğimiz duyguların farklı bakış açılarıyla analizlerine rastlıyoruz. Hiç üzerine gidemediğimiz merak duygumuzu dinlediğimizde ise neler olacağını “Aramak, çoğu zaman bulmak için bahanedir” sözlerinden anlıyoruz. Bir anıya tutunup onca yıl yaşayan Meryem’in küllerini Pakistan’a bırakırken unutuyoruz başkasının anısıyla eşleşebileceğini… 

Yazarın hikâyelerinde bazen bir devamlılık seziliyor, örneğin birkaç sayfa önce yarattığı dünyalara atıfta bulunuyor Buzluk. ‘Mevsimler’ adlı hikâyede yaz, aşk ve şiir mevsimini bitiren kuyunun kapanışı ‘Saklambaç’ta bir sığınak oluyor; ‘yeğenleri tarafından çok sevildiğine dair belge’ istenen dayılar ise her dinlenen masalda biraz daha ‘askerlerden gizlenen dayı’ya dönüşüyor yahut ‘Seyirciler Yokuşu’nda el sallayan o heykel, ‘Kafes’ hikâyesindeki karakterimize eski bir dostunu anımsatıyor. Ancak bazen de hiç beklenmedik sonlara şahit olup, olay örgüsüne hayran kalıyoruz; mesela Monte Meydanı’ndaki heykelin kahkahalarını bir tek hastanedeki Yaşlı Adam duyduğunda ya da Evren’in mezarının açılma nedeninin tensel bir özlem olduğunu fark ettiğinizde... Bir de ‘baba’ kavramı çarpıyor gözümüze çoğu hikâyede. ‘Baba’ kelimesinin anlamını göğsümüze hep bir yaraya dokunur gibi işliyor Buzluk.

Her gün tanık olsak da hiç aklımızı kurcalamayan hayatların serzenişini dinliyoruz hikâyelerde kimi zaman. Sadece insanın değil, hayvanların da ölüm sahnelerini izliyoruz ‘Kasap Havası’ hikâyesinde içimiz yana yana ya da ‘Puslu Bahçe’ ve ‘Düğün Gecesi’nde olduğu gibi, bir ağaç ile insanın arasındaki yoğun çekimi hissediyoruz Perihan ve Esme ile birlikte. Karakter tahlillerinin altından kolaylıkla kalkabilen yazar, dışarıdan bir göz olarak gördüğü tüm insanların içinde kendisi için oluşturduğu yerden bakıyor okuyucuya.

Kullanılan dille kurgunun gücünü desteklemeyi bilen bir yazarın elinden çıkan ve bu sayede bir çırpıda okunan bu kitap, küçüklükten beri korkarak yaklaştığımız her kavramı cesurca göğüsleyip önümüze getiriyor. ‘Ölüm’le burun buruna gelse bile aynı soğukkanlılıkla sayfayı çevirecek bir okur kitlesi yetiştirmek istiyor belki de yazar...

Hikâyeden senaryoya

Her hikâye başka bir film senaryosu gibi görünüyor okurken. Bazı hikâyelerin sonu ise ya bilerek muğlak bırakılmış ya da ‘son’un kendisi öykünün içinde bir yerlerde gizlenmiş durumda. Hayal gücünün doruklarıyla gerçekliğin keskinliğini birleştiren Pelin Buzluk, bir söyleşisinde öykü hakkında “Öykü söylemediklerinizle, eksik bıraktıklarınızla da yazılıyor. Yazarken eş zamanlı olarak okuru da olduğunuz bir tür. Hangi noktaya ulaşacağını bilemeyebilirsiniz. Bu nedenle sürekli heyecan veriyor” diyor. Yazarın kendisi bile yarattığı senaryonun nerede sonlanacağını kestiremiyorsa eğer, okurun ilgilenmesi gereken de “olay örgüsü”nden ziyade, işlenen temanın ne kadar vücuduna tesir ettiği olmalı…

Deli Bal & Kanatları Ölü AçıklığındaPelin Buzluk
İletişim Yayınları
153 sayfa.