Kimde kaldı kamu?

MELİS SOLAKOĞLU 

'Yüzde doksan dokuzu Müslüman bir ülke’ şeklinde tanımlanan bir toprak parçasının yönetimi laik midir yoksa teokratik mi? Türkiye, sağı benimseyen gerek siyasetçileri gerek vatandaşları tarafından böyle tanımlanıyor, buna karşıt ise geriye kalanlar ya da sol görüşü benimseyenler ülkenin dini olamayacağını, ülkeyi temsil edecek olan devletin, ülkede yaşayan her vatandaşa dini ya da diğer inançları ne olursa olsun eşit mesafede durması gereğini açıklıyor. Sonuç olarak Türkiye’de durum nedir? 

En basit ilkokul tarih bilgileriyle bakıldığında, 1923 yılında cumhuriyet rejiminde Türkiye adında bir ülke doğar. Yine aynı temel bilgilerle devam edersek 1924’te halifelik kaldırılır ve “1926 yılında İsviçre Medeni Hukuku’nun kabulü ile aile hukuku tamamen laiklik temeline oturtulur.” 1937 yılında yapılan bir anayasa değişikliğiyle de Türkiye Cumhuriyeti devletinin laik bir devlet olduğu kabul edilir. Buraya kadar günlük diyaloglar ve ilkokul bilgileri sıralandı bundan sonrası ise yani laikliği ilan edilmiş Türkiye’de laikliğin ne olduğu ve İslam’ın bu laik devlette nasıl değiştiği – dönüştüğü, zayıfladığı – güçlendiği ‘Bir Atölye Çalışması’ olan ‘İslamın Yeni Kamusal Yüzleri’nden takip edilebilir.

Kenan Çayır, Defne Suman, Umut Azak, Buket Türkmen, Uğur Kömeçoğlu, Esra Özcan, Mücahit Bilici, Oğuz Erdur’un katkıda bulunduğu ‘İslamın Yeni Kamusal Yüzleri’ Türkiye’de 1980 sonrası İslami kesimin yaşadığı değişimleri ele alır ve bugünün aşina adlarından/örgütlerinden, zamanının meşhur ama bugün unutulmaya yüz tutmuş olanlarına değinerek İslamın kamuda görünümlerini anlatır. 

Kadın sorunu

Laiklik de İslamcılık da genellikle kadın tasviriyle açıklanır, örneğin Cumhuriyetin ilk yıllarında laik kadınlar, Batılı görünüme sahip, erkeklerle aynı mekânı kullanan, el sıkışan, çeşitli mesleklerde görev alan ‘prestijli’ bir ‘modern yaşamın temsilcisi’ olmuşlardır. Geleneksel İslamda ise örtünerek ev içine kapanan ve aile içi rollere hapsolan kadın imajı vardır ancak 1980 sonrası İslami kesimde de kadının imajı, rolleri değişir.

1980’deki ilk görünümler ‘başörtüsü sorunu” olarak adlandırılan ‘İslamcı kızların üniversitelerde okuma talepleriyle’ başlatılabilir. 1990’larda ise bu kadınlar laik eğitim kurumlarından mezun olur ve okudukları bölümlerin mesleklerini icra eder hale gelirler. Dolayısıyla İslamcı kadınlar artık ‘üniversite eğitimine, siyasi yaşama ve kentsel kadın/erkek mekânlarına (heterososyal) doğru yol almaktadırlar.’ 

1990’larda İslamcı kadınların da yükseköğretimden mezun olmalarıyla artan eğitim seviyesi ve aslında 90’lara kalmadan henüz 1980’lerin ortalarında geleneksel rolleri kabullenmekten vaz geçen kadınların söylemleri ‘kendi üzerine düşünen bir İslami söylem’e zemin hazırlar.1987 yılında Zaman Gazetesi’nde ‘türbanlı feministler’ olarak adlandırılan bir grup İslamcı kadının eleştirel sesleri kaleme dökülür. 

Caiz midir?

Kadınların kendi üzerlerine ve siyasal alanlara yönelik eleştirileri sürerken bir yandan da bugün görüp duyunca yadırgamayacağımız ama o günün tartışma konuları doğar. Örneğin  ‘İslami tatil, eğlence ve düğünlerin nasıl yapılacağı’ gibi yeni sorunlar kamuyu meşgul eder. Ve özel televizyon kanallarının açılmasıyla birlikte İslam anlayışına göre programların olacağı kanalların açılması da gündeme gelir ve dönemin koşullarında bu kanallar kimi zaman propaganda aracı olarak da kullanılır. Tabii ki kadınlar bu yeni tartışma ortamlarında hem fiilen hem gıyaben geri kalmazlar. Radyo ya da televizyon kanallarında kadınların duyulur ya da görünür olmalarının sakıncalı olup olmadığı da tartışmalar arasına girer ve bugüne baktığımızda İslamcı kadınların bu konuda pasif kalmadıkları öngörülebilir.

Peki İslami kesimin bu değişim dönüşümüne laik kesimin tepkisi ne oldu? Buket Türkmen’in yazısının ‘Rozetçiler’ bölümünde liseli gençlerin sembollerle/rozetlerle verdikleri tepkiler ele alınır, bir metanın nasıl anlamlar kazandığı ve kişilere kazandırdığı, kişilerin kendi cümleleriyle aktarılır.

Kitapta kamuya yansıyan yüzlerde bugünün ‘FETÖ’sü, zamanın ‘Fetullah Gülen Cemaat Hareketleri’, Yaşar Nuri Öztürk ve Yeniden Öğrenilen İslam’la beraber ‘İslam’ın bronzlaşan Yüzü: Caprice Hotel Örnek Olayı ve Modernliğin Yeşil Eleştirileri: Ekoloji ve İslamcılık’ ele alınır.

Farklı fertler

2017 Türkiye’sinde İslamın kamuda görünür hali maalesef çoğunlukla kötü deneyimlerle iç içedir; Ramazan ayında yemek yediği, sigara içtiği için dayak yiyen insanlar, dondurma yediği için sözle taciz edilen çocuklar, “o da öyle giyinmeseymiş” diyerek tacizi tecavüzü meşru gösterenler, 1990’ların feminist İslamcı kadınları yerine erkek egemenliği ve cinsiyetçiliği kabullenmiş İslamcı kadınlar… Ve yine maalesef böyle örneklerle sıkça karşılaşmak İslami yaşamı benimsemeyenler tarafından, benimseyenlerin hepsi birmiş söylemini yaratıyor. Örneğin, bu yıl 1915 anmasında iki türbanlı genç kadınla yan yana oturdum ve sürekli onların fotoğraflarını çekmek isteyen gazeteci ya da anmaya katılan herhangi biri tarafından odağa alındığına şahit oldum. Yine bu yıl Hrant Dink anmasına katılan bir türbanlı kadının internette dolaşan videoları epey ilgi görmüştü. Bu ilgilerin sebebini, bahsettiğim yaratılan hepsi bir söyleminin tersi durumuyla karşılaşma şaşkınlığı olduğunu düşünüyorum. Başka bir deneyimim de bir kurs programında dinlediğim bir kadın katılımcının, ailesinden bir ferde karşı verdiği eğitim mücadelesini bir arkadaşıma anlatınca türbanlı mıydı diye sormasıydı. Yani demem o ki olumsuzlukların çokluğu, görünüşteki benzerliklerden dahi kendine pay bulup genelleniyor. Ancak İslamı benimseyenler Türkiye’nin kamusal alanında grupsal adlarla farklı görünümlere sahip olmakla beraber kişisel/ferdi olarak da farklara sahip. Hem bu farkları öğrenmek hem bugünün kamusal yüzlerinin geçmişini bilerek değerlendirmek için ‘İslamın Yeni Kamusal Yüzleri’ bir kaynak kitaptır.

İslamın Yeni Kamusal YüzleriNilüfer Göle
Metis Yayınları
264 sayfa.