YETVART DANZİKYAN

Yetvart Danzikyan

KARDEŞÇESİNE

“Yaşasın” demek de mi suç?

Fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla bir pankartta “Nuriye ve Semih” hemen altındaki pankartta da “Yaşasın” yazıyordu. Özetle Nuriye ve Semih yaşasın, demişler. Böylesi bir talep nasıl oluyor da suç oluyor, bunu anlamaya çalışıyoruz günlerdir.

Geçtiğimiz haftaki yazımda Beşiktaş-Atiker Konya arasında oynanan Süper Kupa finaline daha doğrusu finaldeki futbol dışı olayların siyaset atmosferinde nereye denk düştüğüne değinmeye çalışmış idim. Zira maç sonrası binlerce Konya taraftarı sahaya girmiş, maç sırasında da yine Konya tribünlerinden sahaya bıçak atılmıştı. Bütün bu olaylarla ilgili olarak Konya cephesinden gelen açıklama ise  “Taraftarlarımız Beşiktaş tribünlerinde Nuriye Gülmen ve Semih Özakça için açılan pankartı görüp tahrik olmuşlardır”  şeklinde idi.

İçinde bulunduğumuz hafta da bu meselenin yansımaları devam etti. Sahaya bıçak atan Konyaspor taraftarı gözaltına alınıp serbest bırakılırken söz konusu pankartı açtığı belirlenen Beşiktaş taraftarları hakkında takibat başlatıldı ve pankartı açanlardan Volkan Çalışkan tutuklandı. İş bununla da kalmadı. 16 Ağustos Çarşamba itibariyle basında yer alan haberlere göre şu oldu:

“Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı, ‘terör örgütü propagandası’ suçlamasıyla yürüttüğü soruşturma kapsamında tutuklama istemli yakalama kararı verilmesi için 10 Ağustos’ta Sulh Ceza Hakimliği’ne başvurdu. Hakimlik talebi kabul ederek 17 kişi hakkında yakalama kararı çıkardı.” (Hürriyet)

Aynı habere göre bu çerçevede bir kişi (Didem Doğan) gözaltına alındı, bir kişi ise  arandığını öğrenince Emniyet’e gitti. (Cemil Doğan)

Yani pankartla ilgili herkes için yakalama kararı çıkartılmış. Peki pankartta ne yazıyordu ki devlet böylesine seferber olmuştu? Fotoğraflardan gördüğüm kadarıyla bir pankartta “Nuriye ve Semih” hemen altındaki pankartta da “Yaşasın” yazıyordu. Özetle Nuriye ve Semih yaşasın, demişler. Böylesi bir talep nasıl oluyor da suç oluyor, bunu anlamaya çalışıyoruz günlerdir.

Yetmezmiş gibi tam da bu günlerde bir de şunu yaşadık. Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’nın taleplerini görünür kılmak için eylemler yapılıyor. Ve bu eylemlere katılanlar her seferinde topluca gözaltına alınıyor. Son kez şu oldu: Gezi direnişi sırasında polisin attığı gaz fişeğinin başına isabet etmesi sonrası komaya giren ve hayatını kaybeden Berkin Elvan’ın annesi Gülsüm Elvan da gözaltına alındı. Ve kırık koluna ters kelepçe takıldı.

Olayları özetlemekte bile zorlanıyor insan. Bu insanlar neden gözaltına alınıyor, bu konuda ses çıkarmak neden suç? 90’ların bile neden bu kadar uzağındayız?

90’lar demişken. O dönemde devlet tarafından işlenen faili meçhul cinayet davaları ile ilgili çalışmalar yürüten Hakikat Adalet Hafıza Merkezi’nin direktörü, gazeteci Murat Çelikkan, kesinleşen cezasını çekmek üzere hapishaneye girdi bu hafta başında. Çelikkan Özgür Gündem gazetesi üzerindeki baskı ve davalar yoğunlaştığı dönemde gazeteye destek olmak için başlatılan 1 günlük nöbetçi genel yayın yönetmenliği kampanyasına katılmıştı, diğer onlarca gazeteci ile birlikte. Ancak Çelikkan hakkında verilen hapis cezası ertelenmedi. Ve Türkiye’nin insan hakları mücadelesine çok kıymetli katkılarda bulunmuş bir gazeteci daha hapishaneye girmiş oldu özetle. Hakikat Adalet Hafıza Merkezi’nin değerlendirmesine göre “Ceza alan 18 nöbetçi yayın yönetmeninin cezaları 2 yıl ertelenirken,  katılımcılardan yalnızca Murat Çelikkan’ın cezası ‘duruşmadaki davranışları ile yeteri kadar pişmanlık göstermemiş olması’sebebiyle ertelenmemiş”ti.

Ama Hükümet’e sorarsanız hapiste gazeteci yoktur. Çelikkan’ın hapse girmesi içinde bulunduğumuz rejimin basın özgürlüğü açısından ne halde olduğunu kanıtı değil sadece. Hükümet’in bir zamanlar kıyaslama yapmayı çok sevdiği ve artık geride kaldığını ilan ettiği 90’lar konusunda nerede olduğumuzun da kanıtı. Gerçi artık o kıyaslamalar da geride kaldı ya. Şimdilerde konu HDP’den sonra CHP lideri de hapse atılacak mı, atılmayacak mı?

Bunun düpedüz ipucunu verdi Cumhurbaşkanı Erdoğan geçtiğimiz günlerde. CHP milletvekili Enis Berberoğlu MİT tırları davasında tutuklu, bilindiği gibi. Erdoğan  dedi ki içeriden aldığı bilgilere göre Berberoğlu bir takım açıklamalarda bulunabilirmiş ve CHP lideri de hapse girebilirmiş. Berberoğlu hiç böyle bir şey ima etmediğini söyledi söylemesine ama akıllarda şu kaldı. “İçeriden” Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ne tür bilgiler ya da dedikodular gidiyordu acaba? Hukuki açıdan hiçbir normalimiz kalmadı ama artık böyle şeylere de mi tanık olacağız? Cezaevlerinden Saray’a giden bir istihbarat hattı mı kurulacak?

Büyükada’daki tutuklamalar meselesi de olanca hukuksuzluğuyla duruyor ortada. İnsan hakları savunucuları öylesine akıl almaz suçlamalarla içeri atılmış durumda ki bir zamanlar Hükümet’e yakın olmuş ya da hala bir şekilde Hükümet ile dirsek teması içinde olmuş yorumcular da artık bu konudaki tuhaflıkları, saçmalıkları sıralamaya başladılar. Ama bir yandan da iktidarın asıl sözcüsü konumunda olan basın organları bu mesele ile uğraşmayı sürdürüyor, adli makamlardan gelen her türlü detayı kendi kurdukları senaryolara göre işlemeye ve hak savunucularını karalamaya devam ediyor. Son olarak hak savunucularından birinin whatsupp hesabından hareketle bazı gazeteciler karalanmaya çalışıldı. Bu karalama kampanyası karşısında her türlü tekzip ve yasal süreç mekanizmalara başlatılıyor ancak kampanyalar da durmak bilmiyor.

Alışmamalıyız bütün bu olanlara. Ve ne kadar zor olsa da umudu kaybetmemeliyiz.