Felaket günlerinde aşk

LEVON KULA 

Amerikalı yazar Maral Boyadjian’ın ilk romanı ‘As The Poppies Bloomed’ Ağustos ayında ‘Gelincikler Açarken’ adıyla Aras Yayıncılık tarafından yayımlandı. 1913-1915 yıllarında, Sasun’un Salor adındaki hayali köyünde geçen romanın merkezinde, birbirlerine büyük bir âşkla bağlı olan Daron ile Anno ve bu âşkın önündeki büyük bir engel ile bugün sonuçlarını hepimizin bildiği soykırım felaketi var.

Hikâyeyi daha detaylı incelemeden önce, romanın olay örgüsünün nasıl oluşturulduğunu anlamamıza yardımcı olacak bir bilgiyi paylaşacağım. Kitabın sonunda yer alan ‘Yazarın Notu’ bölümünde Boyadjian, lise çağındaki kızının Ermeni Soykırımı’ndan bihaber arkadaşları olduğunu öğrenerek dehşete kapıldığını ve bu tarihi anlatmayı kendine görev edindiğini yazmış. Boyadjian ve ailesinin Amerika Birleşik Devletleri’nde, özellikle de ‘Ermeni diasporasının kalesi’ sayılan Los Angeles’ta yaşadığını hesaba kattığımızda, Ermeni Soykırımı’nın varlığından dahi bihaber milyonlarca insan olduğu gerçeğinin can acıtan keskinliği daha da artıyor. Son on beş yılda sayıları giderek artmakla beraber, bu iç karartıcı tarihi, gençlerin ilgisini çekebilecek şekilde anlatan İngilizce roman bulmak hayli zor.

Hedef kitlesine ulaşmak için akıllıca âşk temasını seçen Boyadjian, Ermeni tarihinin 19. yüzyıl sonundaki ve 20. yüzyıldaki dönemeçlerinin iyi bir planını çıkarıyor. 1894-96 katliamları, Meşrutiyet’in ilanı, Birinci Dünya Savaşı gibi olayların yanı sıra, II. Abdülhamit’i, Jöntürkleri ve Ermeni fedaileri de kurgusuna katan yazarın, Kürt aşiretlere romanda verdiği rol ise hayli büyük. Boyadjian, hikâyenin omurgasını oluşturan olayların baş aktörleri olarak karşımıza Kürtleri çıkarırken, Ermenilerin Anadolu’da yüzyıllarca Kürt aşiretlerinin baskısı ve boyunduruğu altında yaşamış olduklarının ve onların 1915’teki kritik rollerinin altını çiziyor. Kitabın uzunca bir bölümü ise, baş kahramanın fedai olan abisinin katıldığı Van direnişine ayrılmış. Boyadjian burada yalnızca direnişten değil, Van’dan, oradaki Ermeni varlığından ve yabancıların direniş günlerindeki faaliyetlerinden de söz etmiş.

Engel ve felaket

Roman, engel ve felaket başlıkları altında iki bölüme ayrılabilir. Daron ile Anno’nun âşkının önündeki felaket 1915, engelse bir yanlış anlaşılmanın –her ne kadar yanlış anlaşılmanın kendisi de doğrudan bu tarihle alakalıysa da– devreye soktuğu şaşmaz örf ve adetlerdir. Çiftin kavuşamaması, aynı zamanda köy muhtarı olan Anno’nun babası Vartan’ın bu yanlış anlaşılma sonucunda, kızını, aile itibarını kendi ailesinin şanı ve onuruna uygun bulmadığı Daron’a vermeyi kesinkes reddetmesi yüzündendir. Ancak bu engel, okuyucunun da tahmin ettiği üzere aşılacaktır. Ne yazık ki, bu mutlu gelişme yaşandığında, ufukta Birinci Dünya Savaşı’nın kara bulutları belirmeye başlamıştır bile. Bu savaşın Ermeniler adına nasıl sonuçlanacağını bilen okur, aşılan engelin ardından yaklaşan felaketi de tahmin edebilmektedir. 

‘Gelincikler Açarken’in en iyi yanlarından biri, bütün tahmin edilebilirliğine rağmen son derece sürükleyici olmayı başarabilmesi. Romanın bir başka güçlü tarafı ise, Salor’un dağlar arasında, tecrit edilmiş, uzak bir köy olarak kurgulanması ile felaketinin sürekli ertelenmesi ve bunun da okuyucunun ‘ha oldu, ha olacak’ hissiyle okumasına sebep olması. Bütün bu olumlu nitelikler arasında can yakan tek kötü yanının ise, en başından mutsuz sonla biteceğini bilmek olduğunu söyleyebiliriz; ancak bunun vebali elbette yazarın değil, bir halkı ortadan kaldırma kararını alan ve bunu uygulayanların boynuna.

‘Gelincikler Açarken’de anlatılan âşk hikâyesi, Anno ve Daron’un birbirlerine duyduğu taptaze hisler, aralarındaki karşı konulmaz çekim son derece gerçekçi bir şekilde tasvir edilmiş. Zaman zaman mizah, zaman zaman gerilim öğeleri kullanılarak aktarılan bu ilişki romanın ana eksenini oluştursa da, gerek iki gencin aile bireyleri, gerek çevrelerindeki köylüler, hatta komşu köylerde yaşayan kimi Salorlularla iyi, kimi kötü geçinen Kürt aşiretlerin üyeleri de tatmin edici bir şekilde anlatılıyor. Kimi yan karakterlerse, birer tip olmanın çok ötesine geçerek hem yöredeki yaşantı hakkında daha etraflı bilgi almamızı sağlıyor, hem de hikâyeyi renklendiriyor.

Boyadjian’ın, 1915’ten sağ kurtulan ve dünyanın çeşitli yerlerine göç eden Ermenilerin gözünden dünyayı görmemizi sağladığı son bölümün anlatısı ise çok kuvvetli. Halep doğumlu yazarın böylesine gerçek gözlemlere sahip oluşuysa, o çok küçük yaştayken ABD’ye göç eden Sasunlu bir aileden gelmesi sayesinde mümkün olabilmiş –Boyadjian bu romanı yazmak için önceden hiç ayak basmadığı Van, Bitlis, Muş, Şenig ve Sasun’a 2011 ve 2014 yıllarında yolculuk etmiş. Anlatıda, memleket bildikleri yerlerde tanıklık ettiklerinin tarif edilemez acısıyla, kendilerini tamamen yabancı hissettikleri bir yerde yaşamak zorunda kalan insanların bir yanı garip kalmışlığına duyulan kahır, katliamların önüne geçiyor. Bunun sebebi ise, sanıyorum ki, Boyadjian’ın –Halep’e sığınan Ermenilerin açlığını ve perişanlığını kısaca anlatmakla beraber– kanlı sahnelere, işkencelere yer vermemesi, katliamları, ölüm yürüyüşlerini anlatmayı tercih etmemiş olması. Bu yönüyle roman tarihsel gerçekleri bir bir gösterme tuzağına düşmüyor ve hikâyesiyle okuru sarıp sarmalayarak okuma zevki veriyor.

Diaspora’da yaşamak

Kitabın günümüze ulaşan bu son bölümü, roman boyunca yaşanan acı tatlı olaylar sırasında gerilen duyguların salıverilmesini sağlayacak dramatik ve hüzünlü öğelerle bezeli. Olay örgüsünü açık etmemek adına ayrıntı vermeyeceğim, ancak diasporalı bir Ermeni ailenin günümüzdeki yaşantısının bir kesitini sunan bu son bölümde, ister Amerika’da ister dünyanın başka bir uzak köşesinde olsunlar, Ermenilerin Anadolu topraklarıyla oradaki yaşantılarıyla olan bağının nasıl derin ve köklü, nasıl sarsılmaz olduğunu bir kez daha duyumsuyor, yitip giden insanların ve onların yeşerttiği hayatın yokluğunun ne büyük bir kayıp olduğunu bir kez daha anlıyorsunuz. 

‘Gelincikler Açarken’ için ilk söylenebilecek sözü, sonda söyleyelim: Bu saf ve temiz hislerin romanı. Aras Yayıncılık’ın kitabın kapağında kullandığı, kıpkırmızı gelincikler ve âşıkların siluetinden oluşan illüstrasyon da sanki onların da bu kanıda olduğunu gösteriyor. İskeleti oluşturan olayların kötülüğüne rağmen, kışıyla, yazıyla, ekini, hasadı, harmanıyla, çobanları, sürüleri, atlarıyla, günlerce süren düğün derneğiyle ve bahar geldiğinde açan gelincikleri izleyen âşıklarıyla arka planında kırsal hayatı veren pastoral bir roman aynı zamanda. Ve en önemlisi, bu, geçmişe dönük öfke uyandırmayan, ancak içindeki enerjiye, sıcaklığa ve hareketliliğe rağmen nihayetinde keder veren bir roman. Boyadjian önemli bir iş yapmış ve Ermeni Soykırımı’na dair bir anlatıyı, soykırımın kendisinden neredeyse hiç bahsetmeden ama havada asılı gerginliklerin gebe olduğu olayların nerelere varabileceğini hissettirerek aktarabilmiş. 

Kitaptan

Tek bir çiçeği bile ezmekten kaçınarak eski bir kilimi çayıra yaydılar, kırmızı gelincikle arap sümbülünün tezatına hayret ettiler. Bşta tek kelime etmeyip sessizce çimlerin ve toprağın kokusunu içlerine çektiler. Önlerine çıkan meltemin ancak bu arazinin sahipleri gibi görünen binlerce arının kanat çırpışıyla esiyor olduğuna ikisi de yemin edebilirdi. Sose bile Anno’nun kucağında, önündeki dünyanın büyüklüğü ve ilk kez gördüğü renkleri karşısında sakinleşmişti.

Daron gözyaşlarını görmesin diye Anno kafasını çevirdi. Yaşlar acı vererek, onları oradan defetmek için şeytanın yolladığı göçebelerin korkusuyla, topraklarının güzelliği için akıyordu. 

Daron onun elini sıkarak, “Henüz başına gelmemş ve belki de asla gelmeyecek birşey için sakın ağlama,” dedi.

Cevap vermedi. Kilimin üzerine temiz bir bez parçası serip, engin gökyüzünün tadını çıkarması için Sose’yi sırt üstü yatırdı. Ayran testisini Daron’a uzattı. Günş batıya doğru ilerlese de ışığı tek başına duran bir fındık ağacının yapraklarının arasından süzülerek onlara vurmaya devam edecekti. Yerlerini buna göre seçmişlerdi.

Sose’nin gözleri yorulup kapandı. Anno Daron’a yaklaştı. Biraz o da uyusun istiyordu ama Daron gözlerini bir saniye olsun tepelerden ayırmıyordu. Gelecekleri Kürt beyleri ve aşiretlerinin ellerindeydi ve onlar akıllarına estiği zaman saldırıya geçebilirlerdi.

Madem uyumuyor, o halde bir şeyler yesin diye düşünüp torbaya uzandı.

“Anno, Amerika gibi yerler hiç aklından geçiyor mu?”

Anno kuşkuyla duraksadı.

“Yani, oraya gitmek, orada yaşamak...”

Anno bakakalmıştı. 

“Biliyorsun gidenler var. Başka köylerde... Öylece bırakıp gidiyorlar.”

“Ben...” Bocaladı. “Bırakıp giden kimseyi tanımıyoruz.”

“Evet, buradan giden olmadı. Ama annemin Nevyork diye bir yerde yaşayan bir akrabası var, orası da Amerika.”

Anno konuşmak, sadece erkekler mi gidiyor diye sormak, kadınlara ne olduğunu öğrenmek istiyordu. Temelli mi yoksa sırf çalışıp eve para göndermek için miydi? Buna karşılık ancak, “Günün birinde Van’ı görmeyi çok isterim,” diyebildi.

Daron gülümsedi. “Kedileri?”

“Evet.” Gözlerinin farklı renklerde olduğunu duymuştu ama bunun rivayet olup olmadığını merak ediyordu. 

Daron da Van’a hiç gitmemişti ama zaten Van yeteri kadar uzak değildi.

“Sose’yi ve ileride sahip olabileceğimiz kızlarımızı düşünüyorum da, büyüdüklerinde onlar da korkarak yaşamak zorunda kalacaklar. Van yeteri kadar uzak değil.”

Gelincikler Açarken
Maral Boyadjian
Çeviri: Melisa Arslanyan
Aras Yayıncılık
312 sayfa.