Pişmanlık ve kefaret üzerine

BÜRKEM CEVHER

Annem ben doğduktan bir hafta sonra ölmüş. Yüzünü hiç görmedim, resmini bile... Beş yaşındaydım, bir gün bizim peder bey kaldığımız odadan sigara almaya çıktı. Çekti gitti, bu da onu son görüşüm oldu... Yetimhanede büyüdüm, sekiz yaşına geldiğimde beni sert bir ailenin sorumluluğuna verdiler. On defa kaçtım... Hayatımı çok düşünürüm. Kendi kendime derim ki, ‘Bütün bunlardan sonra ne olmasını bekliyorsun?’ Elbette bunca şeyin ortasında arada sırada güzelliklere de denk geliyorum işte, malum, ama bunlar hem çok az, hem de çok nadir oluyor, üstelik de genellikle başladığım gibi kalıyorum. Elde var sıfır.” 

Bernard Malamud’un ikinci romanı ‘Çırak’ henüz satışa sunulmadan önce, kitabın yayıncısı olan Kafka Yayınevi kitapta yer alan yukarıdaki paragrafı yayınladı. Bir insanın daha doğumundan bir hafta sonra annesini kaybetmesiyle eldeki sıfırı bir yapamayacağını öylesine güzel anlatıyordu ki Malamud, bu paragraf kitabı bir anda okuma listemin en üstüne yerleştirdi. Okuduktan sonra da uzun süre üzerinde düşündüğüm, hakkında yazı yazabilmem için bir süre geçmesi gereken ender kitaplardan biri oldu roman. 

Morris ve ailesi  

1920’lerde geçen ‘Çırak’ta Morris Bober ve ailesi Brooklyn’de bir bakkal dükkânı işletmekte, kıt kanaat geçinmektedirler. Ekonominin her geçen gün kötüye gittiği günlerde aynı sokakta açılan büyük bir market, işlerine daha da zarar vermeye başlar. Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir akşam Morris dükkânında gasp edilir ve başına aldığı bir darbe yüzünden bir süre çalışamaz. İtalyan bir göçmen olan Frank Alpine’ın çıkagelmesi ile Morris hem bir çırak kazanacak hem de işleri biraz olsun toparlanacaktır. Ancak Frank’in Yahudiler’e karşı önyargıları vardır, bir süre sonra da Morris’in kızı Helen’e aşık olur Frank. 

Morris’in karısı İda ise Frank sayesinde biraz daha fazla para kazandıklarını kabul etse de Frank’in, kızının çevresinde olmasından hoşlanmaz. Kızının kendileri gibi Yahudi olan hukuk fakültesi öğrencisi Nat Pearl ile evlenmesini ve daha iyi bir geleceği olmasını ister. Helen ise aslında üniversitede edebiyat okumak istemekte ancak ailesine destek olmak için çalışmak zorundadır. Helen hem rahat bir hayatı olmasını hem de sevdiği biri ile evlenmek istemektedir. Sonunda o da Frank’e aşık olacak fakat bu aşk hem Frank’i hem de Helen’i değiştirecektir. 

Kitap “İnsan değişir mi? Kendi kaderini değiştirebilir, daha iyi biri haline gelebilir mi?” soruları etrafında şekilleniyor. Frank’in Helen’e olan aşkı onun daha iyi bir olma isteğini kamçılar ama kasadan para çalmakta da beis görmez. Yaptığını bir yandan olumlarken bir yandan da bir gün parayı Morris’e geri ödeyeceğini düşünerek kasadan aldığı her doları kaydeder. Frank’in iyi insan olmak ve para çalma fırsatını değerlendirmek arasındaki ikilemlerini okurlar da hisseder. Yaptığı onca ahlaksızlığa rağmen okurun sempatisini kazanır Frank. Okura hiç kimsenin mutlak kötü olamayacağını hissettirir yazar. Bir yandan Frank’e öfkelenirken diğer yandan da Frank’in Helen’in sevgisini kazanmasını, ikisinin de mutlu olmasını isteriz. 

Kitap 1920’lerin Amerika’sındaki Yahudi karşıtlığına dikkat çekerken ‘zengin Yahudi’ anlayışını da eleştiriyor. Göçmen olarak vermek zorunda kaldığı yaşam savaşına, tüm yoksulluğuna ve karşılaştıkları haksızlıklara karşın dürüstlüğünden ödün vermeyen bir adamın hikâyesine tanıklık ettiğimiz romanda karakterlerin iç sorgulamalarına ve dönüşümlerine de ortak oluyoruz. 

Helen daha iyi bir hayat isterken buna kavuşabilmek için hiçbir şey yapamaz. Ne zengin biri ile evlenmeyi kabul eder ne de üniversite okuyabileceği ve kendi şansını yaratabileceği olanaklara sahiptir. Morris tüm hayatını çalışarak geçirmiştir ama hâlâ fakirdir, ailesine rahat bir yaşam sağlayamamıştır. Frank, daha iyi bir insan olmak ister ama karşısına çıkan bütün fırsatları kaçırır. İstediği gibi bir hayata kavuşabilmek için kefaret ödemesi, acı çekmesi gerektiğini düşünür. İda ise kızının daha iyi bir hayatı olmasını ister ama elinden hiçbir şey gelmez. 

‘Çırak’ın neredeyse her sayfasında, bakımsız ve kasvetli bakkal dükkânının havası okuyucuyu da içine çekiyor; buna karşılık roman okurlarına her an önemli bir şeyler olacakmış duygusunu da sürekli hissettiriyor. Kitap hem yazarın kullandığı basit dille rahat okunuyor hem de okuyucunun bir sonraki bölümde ne olacağı merakını sürekli uyanık tutuyor. Malamud ‘Çırak’ta oldukça gerçekçi bir tablo çizerken okuyucuyu karakterlerin her biri ile ayrı ayrı empati kurmaya teşvik ediyor.

Seda Çıngay Mellor’un ustaca çevirisine değinmeden geçemeyiz. Mellor, özellikle Morris ve İda’nın bozuk İngilizcelerini dilimize öyle güzel çevirmiş ki, metnin orijinalini ister istemez merak ediyor okurlar. ‘Çırak’ bu yaz okuduğum en güzel kitaplardan biriydi; modern bir klasik okumak isteyen herkese tavsiye ederim. 

ÇırakBernard Malamud
Çeviri: Seda Çıngay Mellor
Kafka Yayınevi
351 sayfa.