OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Üstünü çizdiklerimizden misiniz?

Şu içinde bulunduğumuz kriz, evvelkileri geride bırakarak Ermeni toplumunun en derin patrik seçememe krizi oldu sanırım. Bunun tarihsel arka planını, neden böyle olduğunu, devletin Ermeni toplumuna bakışının temel sebep olduğunu daha evvel tartıştık. Bu yazıda biraz geldiğimiz noktaya odaklanalım.

Aslında şu anda seçimlerin yapılmaması için hiçbir neden yok. Süreci yürütecek bir değabah ve Müteşebbis Heyet mevcut. Verilen dilekçeye resmi makamlardan bir cevap verilmesi bekleniyor. O cevabı beklerken ama ‘içimizden’ birileri, yani Bedros Şirinoğlu, değabahın ve Müteşebbis Heyet’in devlet tarafından “üstünün çizildiğini” söylüyor. Böyle bir şeyin kendisine yetkililer tarafından gerçekten söylenip söylenmediği tartışmasını şimdilik bir kenara bırakalım ve söylendiğini varsayalım. Herşeyden önce devletin buna hakkı yok. Tamam, ortada ne hak ne hukuk kaldı ama bunları söylemek yine de bizim boynumuzun borcu. Resmi makamlar, seçim iradesiyle ortaya çıkmış ve seçilmeleri önünde kanunen bir engel bulunmayan bireylerin üstünü, sırf kendilerinin hoşuna gitmedi diye keyfi olarak çizemez. Onu da geçtim, bu üstünü çizme meselesini rasyonel olarak anlamak da çok mümkün değil. Hem değabah hem Müteşebbis Heyet’in varlıkları zaten geçici, bir süre sonra sona erecek. Dolayısıyla, bir süre sonra zaten kendiliğinden ortadan kalkacak makam ve organların üstünü çizmek ne demek? Bu makam ve organlar, seçim süreci boyunca seçimin sağlıklı yapılabilmesi ve değabah söz konusu olduğunda seçime kadar patrikhanenin rutin işlerinin yürütülebilmesi için oluşturulmuşlar. Yani, kalıcı değiller ve temel meselelerde kalıcı kararlar alma güç ve yetkileri yok. Öyleyse, bunların “üstünü çizmek” nasıl açıklanabilir? Devlet olarak denetlersiniz, eğer seçimle ilgili bir usulsüzlükleri, yolsuzluklarını görürseniz müdahale edersiniz. Tabii devlet, bu işi doksan senedir yazılı bir mevzuata bağlamadığı için neye göre denetleyecek? Ama işte tamamen böyle keyfi uygulamalar yapabilmek için bir yasal mevzuata kasten bağlamıyorlar zaten. Tabii bir ihtimal daha var ki o da devletin bu seçimi yaptırmaya hiç niyetinin olmaması ki bu tarihsel politikalarıyla da uyumlu. Kendilerinin hoşuna gidecek bir değabahla, halk seçimi olmadan devam etmeyi istiyor olabilirler. Eğer böyleyse, buna da mümkün olduğu kadar direnmek gerekir.

Diyelim ki, devlet yetkilileri değabahı ve müteşebbis heyeti, böyle bir hakları olmamasına rağmen, veto ettiklerini yazılı olarak da bildirdiler. Böyle bir yazıya, gerekçe de eklemeleri de gerekir normal olarak. O durumda da, hemen yelkenleri suya indirmeden, herşeye rağmen hukukun tanıdığı imkanlara başvurulacak. Sonuçta bu bir demokrasi mücadelesi. Ayrıca, bunun insan hak ve özgürlüklerine, dini özgürlüklere müdahale olacağı çok açık. Bütün uluslararası raporlara girecek, ikili görüşmelerde gündeme gelecek, Türkiye’nin başını ağrıtan başka bir konu olacaktır.

Gelelim Bedros Şirinoğlu’na. Biliyorsunuz kendisinin öteden beri iddiası, Türkiye Ermeni toplumunun temsilcisi olduğu yönünde. Bir an için bu iddianın altının boş olduğunu unutalım ve Şirinoğlu’nun bu toplumun gerçek temsilcisi olduğunu varsayalım. Peki, bir toplumun devlet nezdindeki temsilcisi böyle mi davranır? Onun birincil görevi aşağıdan yani temsil ettiği toplumdan gelen talepleri devlete aktarmak, böylece tabanın demokratik taleplerinin gerçekleşmesi için çalışmaktır. Ama görünüşe göre Şirinoğlu, kendisine yukarıdan gelen talep ve direktifleri, eğer gerçekten geliyorsa, aşağıya iletmeyi birinci vazifesi olarak seçmiş. Bu durumda Ermeni toplumunun değil, daha ziyade devletin temsilcisi konumunda oluyor ki devletin de böyle fazladan bir temsilciye ihtiyacı yok. Bakanından müsteşarına, valisinden kaymakamına devleti temsil eden birçok makam var zaten. Aslında Şirinoğlu’nunki devlet temsilciliği de değil, yaptığı işin haberi yukarıdan alıp aşağıya vermekten ibaret olduğunu düşünecek olursak bir nevi ulak diyebiliriz. Halbuki, toplumun temsilcisi olan biri, topluma işlerin neden kendi istedikleri gibi olamayacağını anlatmaz, devlete işlerin neden tabandan gelen talepler yani demokrasi doğrultusunda gerçekleşmesi gerektiğini anlatmaya çalışır. Eğer, karşısında ketum bir devlet buluyorsa o zaman da o görevden ayrılır. Şirinoğlu, baştan beri bu tutumu takınsa temsilcilik iddiası, altının boşluğuna rağmen, belki şimdiki kadar tepki çekmezdi.

Ayrıca, kendisine tavsiyem, devlet yetkililerinden, seçim sürecine dair itirazları varsa patrikhaneye yazılı olarak bildirmelerini istemesidir. Yarın, birgün siyaset değişir, esen rüzgarlar yön değiştirir, aynı yetkililer, Şirinoğlu’na söylediklerini, söylemişlerse bile kabul etmezler. Kötü kişi gene Şirinoğlu olur, benden söylemesi.

Ortada dönen oyuna dair kanaatlerimi söyleyerek bitireyim. Dediğim gibi şimdi söyleyeceklerim tamamen benim tahminlerimden ibarettir, yanılıyor da olabilirim tabii. Bana öyle geliyor ki saati değabah seçiminin başına almak, dolayısıyla değabah seçimini tekrarlatmak istiyorlar (cümlede “gizli özne” olsa da gerçekte değil). Çünkü onlar açısından bütün işleri bozan Karekin Bekçiyan’ın değabah seçilmesi oldu. Burada da halkın devreye girmesi çok etkili oldu, dolayısıyla bir güç olarak halkın gene hazır olması gerekir. Bir kere işi tekrar değabah seçimine getirdikten sonra da ruhanileri, “Başkasını seçtiniz gördünüz kaos oldu, şimdi Ateşyan’ı seçeceksiniz” diyerek baskı altına alıp Ateşyan’ı değabah yapmak isteyecekler. Yani kendi sebep oldukları kaosun sorumluluğunu ruhanilere atacaklar, gözlerini korkutacaklar. Anlaşılan o ki, niyetleri Maşalyan’a da bir “sus payı” vermek ve potansiyel sorun çıkartacak biri olarak onu da projelerine bir şekilde eklemlemek. O böyle bir durumda ne yapar, bilemem tabi. Bir kere Ateşyan değabah seçilirse de, daha evvel patrik genel vekili adı altında yaptıklarını yeni sıfatıyla yapmaya devam edecek. Oldu mu genel vekil sana değabah? Ondan sonra da seçim falan olursa çok şaşarım.