Demirtaş’ın ‘Seher’i

KEREM GÖRKEM

Agos Gazetesi kitap ekini yüz yedinci defa çıkarıyor. Bu sayı iyi; zira kitap ekleri şurada dursun, ana akım yazılı medyada karalananların dahi pek fazla göze değ(e)mediği, içinde yaşadığımız şu vaziyette bunca yayının içini doldurabilmek, basıp okura sunabilmek büyük bir sevinç kaynağı. Öte yandan, kitap ekinin söz konusu sayısı, Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş’ın tutuklanmasının birinci yılına denk düşen günlerde raflara, gazeteliklere çıktı. Bu yazının, cezaevinde yazdığı ve ‘Seher’ başlığıyla yayımlanan öykü kitabı vesilesiyle, bir selam yerine geçmesini dilerim.

‘Seher’, Demirtaş’ın kaleme aldığı on iki metinden oluşan bir ilk kitap. ‘Metin’ derken temkinliyim çünkü sunulan metinlerin bir kısmı kurmaca olsa da büyük bir çoğunluğunda yazarın (bu kelimeyi kullanabilmek ne güzel!) hayatından hâlâ okunur halde olan izleri takip etmek mümkün. 

Nazo, Musti ve diğerleri

Hikâyelerini okuduğumuz karakterlerin bazılarına bir bakalım. Selahattin Demirtaş, Abdullah Zeydan, dişi kuş ve erkek kuş; Seher, hayallerini ve onu öldüren erkekler; Nazo, seyrettiği arabalar, Sevgi Hanım, biber gazı, polisler; Musti, kement ve tabure; Hüseyin, Cemal ve inşa ettikleri cezaevi… Kitaptaki birkaç öykünün/hatıranın içinden çekip alınmış isimler bunlar. Elbette kitabın içinden fazlası, dışarıda çok daha fazlası var. Seher’in, Nazo’nun, Hüseyin ile Cemal’in arkadaşlarını her birimiz tanıyor, biliyoruz şüphesiz. Fakat onlar kendi ölümsüzlüklerini icat etmekte bu kadar zorlanırken, biz bunun farkında mıyız?

Kitaba adını da veren ‘Seher’, ailenin erkeklerince namus için kurban sunulmuş, canı alınmış genç bir kadının hikayesini aktarıyor okura. Demirtaş kalemini, zihnini ve vicdanını Seher’e teslim edip olan biteni onun gözünden görmeyi deniyor. Böylece gün aşırı haber bültenlerinde, gazetelerin artık üçüncü sayfalarından başka başka sayfalarında da karşımıza çıkan kadın cinayetlerine, töreye, namus belasına dikkati çekmiş oluyor. 

İlk öykü ‘İçimizdeki Erkek’, yazarın kendisi ve koğuş arkadaşı olan Abdullah Zeydan’ı da yarı-gerçeküstü kurgunun içerisine sokup toplumsal cinsiyet ilişkilerini iki kuş üzerinden aktarmayı denediği bir metin. Kitabın ithafından, Seher ve İçimizdeki Erkek gibi metinlerden yükselen yoğun koku, okura Demirtaş’ın bu kitabı düşünürken onu besleyen en temel motivasyonlarından birinin bu coğrafyanın acı çeken kadınları için “bir şeyler yapabilme” arzusu olduğunu belli ediyor. Bunun için, edebiyatın, milletvekilliğinin insanın önüne sunduğu imkanlar ve açık tuttuğu kapılardan daha iyi bir yol olduğunu düşünmek elbette alıklık olacaktır. Demirtaş da bunun farkında tabii ama bir de bu kanalı deneyerek, siyasetinin üzerine kurduğu ya da tanık olduğu hikayeleri koymayı düşünerek kalemini oynattığı kanısındayım. Bu niyete, niyetten de öte yönteme sonuna dek muhalifim; fakat satırları geride bırakıp kitabın sonuna yaklaştıkça HDP eş genel başkanının ‘Seher’i bir yazar olarak değil, başka başka sıfatlarla kurduğuna ikna olduğumdan diyeceğimi saklıyorum.

“Bir müddet gittikten sonra aniden ormanlık bir yola saptı araba. Seher’in kalp atışları hızlandı. Ormanlık alanda biraz ilerledikten sonra durdular. ‘İnip biraz hava alalım, orman havası iyi gelir,’ dedi Hayri. ‘Hayır, ben inmek istemiyorum, hemen eve gitmem lazım,’ dedi Seher, ürkmüş bir halde. Hayri kolundan sıkarak dışarı çekti Seher’i. ‘İnmeyeceksen ne diye bindin arabaya lan!’ dedi bağırarak. Seher bu sesin Hayri’den mi yoksa diğerlerinden mi çıktığını anlamadı. Bu ses Hayri’nin sesi olamazdı. Diğer ikisi de arabadan inip geldiler yanlarına. Biri beline sarıldı Seher’in, diğeri saçlarını avuçladı. Hayri’nin de yardımıyla yere devirdiler. Biri ayaklarını, diğeri ellerini tuttu bileklerinden. Nefes alamıyordu, bağırmak istedi ama sesi çıkmıyordu boğazından. Dünya durmuştu, her şey durmuştu, bir tek Hayri hareket ediyordu.”

Demirtaş, bir insan olarak, avukat olarak, baba olarak, eş olarak, oğul olarak, vekil hem vatandaş olarak örmüş yazarlığının saydam duvarını. İyisiyle kötüsüyle, doğrusuyla yanlışıyla; fakat o saydamlığı hep koruyarak, cesaretle okura sunulmuş metinler bunlar. İçlerinde bir edebiyat tutkusu taşısalar bile, o tutkudan ibaret değiller. Demirtaş’ın başka bir gayesi var gibi geliyor bana. Ben o gayenî adını bir türlü koyamıyorum ama ‘Seher’i ve yazarını özüne dek anlayabildiğimi umuyorum.

Bir eleştirmen olarak kitabı yerden yere vuracak, umut dolu bir yazı kaleme alamayacakken; bir insan olarak gökyüzüne bakıyorum. Orada mavinin çeşitli tonlarını görüyorum. 

SeherSelahattin Demirtaş
Dipnot Yayınları
139 sayfa.