VİCKEN CHETERİAN

Vicken Cheterian

Ortadoğu savaşlarında Ermeniler: ‘Olumlu tarafsızlık’tan ‘imkansız tarafsızlığa’

'70'lerde Lübnan’da, 2010'larda ise Suriye’de Ermeni toplum liderleri tarafsızlıklarını açıkladı. Fakat netice epey farklı oldu.

Sabahın erken saatlerinde okula gitmek üzere motosikletimi sürerken, Kalaşnikof tüfeği kendisinden büyük olan bir çocuk beni Barbir-Müze kavşağı yakınlarında durdurdu. 1984 baharıydı. Beyrut’u ikiye bölen Şubat isyanından birkaç ay sonraydı. Okula gidebilmek için her sabah ve her akşam savaş cephesini geçmem gerekiyordu. Genç er kimliğimi istedi, ‘Ermeni Ortodoks’ yazan dini aidiyetimin yazıldığı yere gelince anlamadı ve tekrar sordu: ‘Sen nesin?’ Ben de cevap verdim: ‘Ermeni Ortodoks.’ Ve yine anlamayıp sordu: ‘Nesin sen?’. Ben de cevap verdim: ‘Ermeniyim.’ Genç milis, ‘Ermeni’nin Müslüman mı Hristiyan mı olduğunu anlamamanın verdiği utançla gidebileceğimi söyledi. 

Kalaşnikof’lu genç, ‘Ermeni’nin ne demek olduğunu bilseydi, Lübnan savaş kontrol noktalarından geçmek için bunun mümkün olan en iyi kimlik olduğunu da bilirdi. Savaşın patlak verdiği 1975 yılında üç Ermeni siyasi partisi (Ermeni Devrimci Federasyonu ya da Taşnak Partisi, Sosyal Demokrat Hınçak Partisi ve liberal Ramgavar ) ortak olarak ‘olumlu tarafsızlık’ açıkladılar, yani şiddete dahil olmayacaklardı. Fakat Lübnan’daki çatışma çözümü ve birlik çabalarına politik olarak dahil olacaklardı. Bu tarafsızlık Lübnan’ın kaderine yönelik ilgisizlikten değil, geçmişin siyasi başarısızlıklarına yönelik acı deneyimlerden kaynaklanıyordu. Lübnan’da 1958 yılında çıkan çatışmada Ermeniler Lübnan’ın geri kalanı kadar bölünmüş durumdaydı ve farklı taraflarda savaştılar: Taşnaklar Başkan Camille Chamoun’la, Hınçaklar ve Ermeni komünistler de Kemal Cambolat’la müttefikti. Taşnak Partisi Burç Hamud civarında etkinken Hınçaklar Hadjin ve Khalil Badawi caddeleri civarını kontrol ediyordu. Sonuç üç düzine gencin savaşırken ölmesi ve sonrasında ortaya çıkan intikam suikastları oldu. 

1958’den çıkarılan ders

1960’larda ve 1970’lerin başında Ermeni toplum liderleri, 1958’in travmatik şiddeti ve bölünmelerin üstesinden gelebilmek için bir seri toplantı düzenlediler. Özellikle 1969 Kahire Anlaşması sonrası Lübnan’da Filistin silahlı varlığına izin verilmesiyle birlikte Lübnan’da durum ağırlaşınca, Ermeni liderler yeni bir şiddet dalgası riskini öngördü ve bir iç savaş çıkması durumunda cemaatlerinin güvenliğini sağlamak için hep beraber bir siyaset geliştirdiler. Bu yüzden, Lübnan Savaşı’nda Ermeni tarafsızlığı ilgisizlikle değil, geçmişten ders almak için verilen bilinçli çabaların tezahürüydü. 

Lübnan’da savaşan fraksiyonlar Ermeni tarafsızlığına her zaman müsamaha göstermedi. 1979 Eylül’ünde Falanjistlere ve Ulusal Liberal (Ahrar) partilere üye Hristiyan militanlar, Burç Hamud’daki bölgeleri birleşmiş Hristiyan egemenliği altına almak amacıyla bu bölgedeki Ermeni pozisyonlara saldırdı. Bu, Beşir Cemayil’in Lübnan Güçleri’ne dahil bütün Hristiyan bölgeleri ve silahlı grupları kendi çatışı altına almak ve muhtemelen Lübnan içinde yarı otonom Hristiyan bir birlik kurmak için verdiği çabaların bir ürünüydü. Ermeni öz savunma birliklerinin direnişi bu çabayı başarısızlığa uğrattı ve Ermeniler Lübnan Güçleri’nin paramiliter şemsiyesinin altına girmedi. 1986’da, Batı Beyrut, Müslüman köktenciliğinin doğuşuna şahitlik ederken, Batılıları, sendikal aktivistleri ve Batı Beyrut’taki Hristiyanları hedef alan bir dizi saldırı düzenlendi. Bu bağlamda, bir dizi Ermeni suikaste uğradı; bu da büyük bir göç dalgasına neden oldu.  

70’ler ve kardeş katli

1970’ler, ASALA (Ermenistan’ın Kurtuluşu İçin Ermeni Gizli Ordusu) ve ‘Ermeni Soykırımı Adalet Komandoları’ gibi silahlı Ermeni grupların ortaya çıkışına sahne oldu. Ermeni gençliği, 1915 Ermeni Soykırımı konusundaki adalet savaşında Filistin gerilla kültürünü taklit ediyordu. ASALA, kurucusu Filistin Kurtuluş Cephesi’nin eski bir üyesi olduğu için FKÖ’nün direkt bir sonucuydu; ama Adalet Komandoları, geçmişi 19. yüzyıla kadar giden, Osmanlı İmparatorluğu içindeki Ermeni gerilla hareketi olan Taşnak Partisi’ne yakındı. İki grup Ermeni davasının reklamını yapma konusunda önemli rol oynadılar, fakat savaşırken kardeş katili olarak sönüp gittiler. 

Yine de, bu ve diğer olaylara rağmen Ermeni partilerin tarafsızlığı, cemaati şiddetin hedefi olarak kayıplarını arttırmaktan kurtardı. 

Suriye’de ‘olumlu tarafsızlık’ işlemedi

Suriye çatışması patladığında, Ermeni cemaat liderleri, Lübnan’da 1975’de söylenen ‘olumlu tarafsızlık’ sloganını benimsedi. Fakat, Suriye’deki koşullar Lübnan’dakilerinden epey farklıydı. Suriye Hükümeti de, muhalefet de Ermeni tarafsızlığı fikrini benimsemedi.  

Suriye 1946’da bağımsız olduğunda 2,9 milyonluk nüfusu vardı ve 100 binden fazlası Ermeniydi. Sadece Halep’in 325 binlik nüfusunun 60 bin 200’ü Ermeni’ydi. Yine de, Beşar El Esad iktidara geldiğinde, Suriye’nin toplam nüfusu 16.4 milyonken Ermeni nüfusu da 60-70 bine düşmüştü. (2011’de Suriye toplam nüfusu 20,8 milyona yükseldi). Ermeniler özellikle 1960’larda ve 1970’lerde, Baas rejiminin baskıcı politikaları yüzünden kitlesel olarak Suriye’yi terk etti. Cemaat sadece demografik önemini kaybetmekle kalmadı, ayrıca en aktif bireyleri de (özellikle 1975’ten önce) Lübnan’a, Arap  körfezine ya da Batı’ya göç etti; geride Suriye Baas rejimine ayak uydurabilecek bir cemaat bıraktılar.  

2011’de popüler hareket başladığında, Suriyeli Ermeniler arasındaki eğitimli kesim, erken eylemlerdeki reformist sloganlara (özgürlük, olağanüstü hale son) sempatiyle yaklaştılar; fakat cemaatin ezici çoğunluğu eylemlere karşıydı. Genel argüman şuydu: Suriye Esad’ın altında istikrarlı bir şekilde kalabilir, ya da herhangi bir değişiklik kanlı bir iç savaşın çıkmasına neden olur. “Lübnan’da, Irak’ta olanları görmedin mi?’ dediler.   

Kim bu muhalifler?

Esad rejimi de ‘tarafsızlığa’ müsamaha gösteremezdi. Suriyeli Ermeni cemaati rejimin figürlerini ve onlarla nasıl diyalog kuracaklarını biliyorlardı; fakat Suriye 2011’e kadar kapalı bir sistem olduğu için muhalefet hakkında pek bir şey bilmiyorlardı. Muhalefetin kaotik yapısı, siyasi figürlerinin yurtdışında olması, askeri yapılarının çok yönlü ve değişken olması, muhalefetle ilişki tesis edilmesi görevini zor bir hale getiriyordu. Askeri ve siyasi Suriye muhalefetinin çoğunlukla Türkiye’de olduğu gerçeği de, Suriyeli Kürtler ve Süryanilerde olduğu gibi Ermenilerde de şüphe uyandırıyordu.  

2013’te muhalefet savaşçıları Cisr El Şukur’un kuzeyindeki Yakubiye Köyü’ne girdiklerinde köyün Ermeni nüfusu evlerini terk etti; sonrasında o evler yağmalandı ve işgal edildi. En beteri daha gelmemişti. Mart 2014’te El Nusra ve müttefiklerine ait silahlı güçler, Türkiye ordusunun desteğiyle düzenlenen ‘El Enfal’ isimli bir operasyonla Kesab kasabasına saldırdı ve savunmalarını aştı. 2 bin sakin kaçmayı başardı. Geri kalanların çoğu yaşlı insanlardı, Türkiye’ye, oradan da Lübnan ve Lazkiye’ye götürüldüler. Silahlı adamlar turistik kasabayı yağmalayarak Ermeni kiliselerine saldırdılar. Selefi ve cihatçı ideolojiye sahip olan Suriyeli muhalif savaşçılar, ele geçirdikleri bölgelerdeki Ermeni varlığına tahammül edemediler. 

Geriye ne kalacak?

Ermeni muhafazakarlığının başka bir nedeni de var: bu cemaatlerin çoğu Ermeni nüfusunun büyük bir kısmını yok eden Osmanlı tehcirlerinin ve katliamlarının bir sonucu. Bu mülteciler ve öksüzler, yeni cemaatler, yeni okullar ve kiliseler kurdular; ki bunlar da yeni bir vahşet dalgasıyla tehdit edilince ABD’ye, Kanada’ta, Avustralya’ya, kadim vatanlarından daha uzağa göçmek zorunda kaldılar. Savaş birince ve uçuşan tozlar yere inince, Halep’in bir zamanlar müreffeh olan Ermeni cemaatinden geriye ne kalacak?  

Lübnan ve Suriye savaşlarında Ermenilerin pozisyonu aynı kalsa da sonuçlar çok farklı oldu. Sadece Suriye Baasçılığının Lübnan siyasi kültüründen farklı olmasıyla ilgili değil bu, aynı zamanda muhalif hareketlerle ilgili bir nesil farklılığı da var: 60’larda ve 70’lerde, Filistinli gerillalar için, benzer bir kaderin kurbanı olan Ermeniler müttefikti. FKÖ savaşçıları asla Ermeni cemaatlere saldırmadı. Radikal İslamcıların tasavvurunda ise Ermeniler kafir, yabancı, siyasette hiçbir söz söyleme hakkı olmayan bir grup. Elbette ki tasavvurları tarihle örtüşmüyor ve cahilliğin bir sonucu. Ama bu da anlatılacak başka bir ilginç hikaye.