OHANNES KILIÇDAĞI

Ohannes Kılıçdağı

MUHALEFET ŞERHİ

Yunanistan şeriat uyguluyormuş, mütekabiliyet isteriz!

Çalkantılı gündemde pek dikkat çekmedi ama geçtiğimiz haftalarda hem Agos hem de, daha ziyade Batı Trakya’daki Türk/Müslüman toplumunu ilgilendiren haberlere yer veren www.azinlikca.net sitesi, o toplumun hukuki durumuyla ilgili ilginç haberler yaptı. Bu haberlerin ilginçliği, sadece Yunanistan’ı değil Türkiye’yi ve burada yaşayan, Lozan’a göre azınlık olarak tanımlanmış grupları da ilgilendirmesiydi. En azından teorik düzeyde. (Azınlıkça’nın konuyla ilgili bir haberinin linki)

Kısaca söylemek gerekirse, Yunanistan devleti Batı Trakya’daki Türk/Müslüman toplumunun medeni hukukla ilgili meselelerinin o toplumun örf ve âdetlerine göre, ki bu da pratikte İslam Hukuku demek oluyor, çözülmesine izin veriyor; izin vermekten de öte, bunu zorunlu tutuyormuş. İki hafta önceki Agos’ta yayımlanan, Uygar Gültekin’in haberine göre, Yunanistan Başbakanı Çipras, bu gibi işlemlerde İslam Hukuku’nu zorunlu olmaktan çıkaracak bir yasa tasarısı üzerinde çalıştıklarını söylemiş. Demek ki, o toplumun medeni işlerinde İslam Hukuku’nun uygulanması yasal bir zorunluluk. İlk anda kafa karıştıran bir durum. Öyle ya, Yunanistan, özellikle Kilise’nin de siyasette gözardı edilemeyecek bir aktör olduğu da düşünülecek olursa, neden buna izin veriyor ve hatta bunu talep ediyor? Yoksa, Yunanistan Osmanlı’dan miras millet sistemini mi devam ettiriyor? Yoksa bu zorunluluğun Lozan Antlaşması’yla bir ilgisi mi var? Buraya tekrar dönelim ama önce, orada yaşanan soruna daha yakından bakalım.

Medeni işlerde İslam Hukuku’nun uygulanması Batı Trakya toplumunda, özellikle kadınların birey olarak medeni hukuktan doğan hakları söz konusu olduğunda sorun oluyormuş. Şöyle ki, miras kaynaklı başka tür davalar da olsa, birçok örnek durumda erkekler, İslam Hukuku hükümlerine dayanarak kadınların mirastan aldığı payı azaltmaya çalışıyorlar, kadınlar da buna karşılık mahkeme yoluna gidiyorlarmış. Yunanistan Yargıtayı, Müslüman/Türklerin miras paylaşımında noterlerin ve yerel mahkemelerin yani laik organların yetkisini ortadan kaldırarak, İslam Hukuku’na göre karar verilmesini isteyerek, ülke içindeki son noktayı koymuş ama kimi davalar AİHM’e taşınmış. Oradan gelecek karar bekleniyormuş.

Peki, Yunanistan resmî makamları neden bu yolu tercih ediyor? Bu yorumlarım, Yunanistan’daki mevzuatı ve işleyişi daha iyi bilenler tarafından teyide muhtaçtır ama Azınlıkça’nın haberinde de Rodop Çok Hâkimli Asliye Hukuk Mahkemesi’nin kararına atıfla söylendiği gibi, Yunanistan’ın yaptığı, aslında, Lozan’ı uygulamaktan ibaret. Şöyle ki, Lozan’ın 42. maddesi Türkiye’deki Müslüman olmayan topluluklara aile hukukuyla ilgili işlerini kendi örf ve âdetlerine göre düzenleme hakkı veriyor. 45. madde de Yunanistan’ı da aynı yaklaşımı Müslümanlara göstermeye yükümlü kılıyor. İşin ilginç yanı şu ki, 42. madde Osmanlı millet sistemini çağrıştıran bir madde. Hani, biri çıkıp “Ne yani, Yunanistan şimdiye kadar bu alanda millet sistemini mi uygulamış?” diye sorsa, yabana atılamaz bir soru olur bence.

Bu, hukuki açıdan, Medeni Hukuk, İnsan Hakları Hukuku, Uluslararası Hukuk, kişi ve grup haklarının etkileşimi ve çelişmesi gibi konuları içeren, çetrefilli bir mesele. Buna bir de tarihî ve siyasi boyutları da eklemek lazım. Yani, bunları konuşurken tarihi, millet sistemini de belli ölçüde bilmek lazım. Ayrıca, Yunanistan’ın tuttuğu yol en doğrusu mudur, o da tartışılır; bence değil ama bu yazının boyutlarını aşacak bu tartışmalar bir yana, benim dikkat çekmek istediğim başka bir nokta var. Malum, devlet erkânımızın, Türkiye’deki ‘Lozan azınlıkları’ söz konusu olduğunda öteden beri ağzında düşürmediği bir söz var: mütekabiliyet. Kendi hamurundaki devletçiliği ulusalcılıkla pek güzel meczeden Erdoğan ve AKP şürekâsı da bu ilkeyi benimsediler. Heybeliada Ruhban Okulu’nun tekrar açılması için, bu mütekabiliyet gereğince Atina’da cami şartını ileri sürüyorlar. (Atina’da cami olsun tabii, bence bir sakıncası yok, ama Ruhban Okulu’nun karşılığı neye, hangi mantığa göre Atina’da cami oluyor? Başkent diye mi Atina’da ısrar ediliyor? Sembolik güç gösterisi mi? Ben Erdoğan’ın yerinde olsam, oralarda var mı bilmiyorum ama Tassos veya Halkidiki’ye cami isterim. Varsa da daha büyüğünü yapsınlar. Malum, dinî bayramlarda ‘Müslüman”’Türkler, Türkiye’den oralara akıyor, hiç olmazsa ferah ferah bayram namazını kılarlar.) Peki, madem Türkiye devleti öteden beri mütekabiliyete meraklı, Yunanistan’ın 2017’de ‘hâlâ’ uyguladığı 42. madde Türkiye’de ne olmuş? Ne olacak, şimdi yalnız şarkılarda bir anı olmuş. Ya da bir varmış bir yokmuş, masal olmuş... Daha 1926 yılında yeni Medeni Kanun yürürlüğe girince Ermeni, Rum ve Museviler, artık marifet el çabukluğunda mı yoksa sopa da mı bilinmez, bu maddeden ‘feragat’ ettirilmişler. Feragat de ayrı bir masal ya, ona şimdi yerimiz yok. Sene 2017, Yunanistan İslam şeriatı uyguluyor; Türkiye, Şirin’iyle Ateş’iyle ele ele vermiş Türkiye Ermeni toplumunun patrik seçiminin önünü açmıyor. İstese iki saatte yapacağı iş. Yunanistan’daki Türk/Müslüman topluluğunun da sorunları var kuşkusuz, ama oradaki yerel dinî makamların Müslümanlar tarafından seçilemeden devlet tarafından atanmasına karşı çıkan Türkiye, burada koca patriği seçtirmiyor.

Yanlış anlaşılmasın, bir devletin kendi vatandaşlarına muamelesinde veya insan hak ve özgürlükleri söz konusu olduğunda mütekabiliyet ilkesine hep karşı oldum, hâlâ da karşıyım. Türkiye’deki Ermenilere ‘ne verilip verilmeyeceğini’ kararlaştırırken Yunan devletinin ne yapıp yapmadığına bakmak, hepten saçma. Benim anlatmaya çalıştığım, mütekabiliyeti ilke edindiğini söyleyen devlet erkânının bu konudaki tutarsızlığı ve samimiyetsizliği. Mütekabiliyet bile, onların gözünde aslında bir ilke falan değil, ülkedeki Hıristiyanları ve Musevileri azaltmak, baskı altına almak için pragmatik bir araç olagelmiş sadece. Bu grupları azaltmaya yarıyorsa mütekabiliyet uygulanır, yok, onların yararına bir sonuç verecekse uygulanmaz. Kural ve ilke tanımazlıktan başka ilkeleri yok aslında.