‘Zeytindağı’ndan ‘Ateş ve Güneş’e

BİLGEHAN UÇAK

Şimdi ben size bir şey anlatayım, bizim Bilgi Üniversitesi’nde sonbaharın kehribar yaprakları toplanmaz. Ve, Santral kampüsü, hele de bu mevsimde, bir başka güzeldir. Geçen sene bugünlerdi, sevgili hocam Ayhan Aktar’ın ‘Siyaset ve Biyografi’ dersinde Falih Rıfkı’nın ‘Zeytindağı’ kitabını tartışıyoruz. Ayhan Hoca’nın her dersine yeni bir kitap okunarak gelinir. Ama bu kez, 1932 baskısını bize PDF formatında gönderdi, kitabın son edisyonu okunmayacak. Arada bariz farklar varmış çünkü. Neyse, ben hem 2016 baskısını aldım hem de hocanın gönderdiğini, karşılaştırmalı okuyorum.

‘Sol politikacılık’ 

Yüksek lisans günlüğümde, o dersi şöyle anlatmışım: “Falih Rıfkı, 1932 baskısında epey laf ettiği Halide Edib memlekete dönünce kitapta ciddi bir temizlik yapmış! ‘Yahudi edebiyatı yapıyor’ dediği cümlesindeki ‘Yahudi’ kelimesini ‘bozgun’ ile değiştiriyor. Gene 1932’de, Cemal Paşa’nın arkasından bütün coğrafyayı yönetmek arzusunda olduğunu iddia ederken, sonraki baskılarda bu paragraflar hep atılmış. ‘Sol politikacılık’ yazıyor bir yerde, sonra hop diye ‘sol’u atıveriyor. Anlam bambaşka bir yöne kayıyor.”

Bunları Falih Rıfkı yapmış ama yayınevi de boş durmamış.

Gene günlükten alıntılıyorum: “Yayınevi de dağlara taşlara yapmış tabii. Sinâ Çölü’nden bahsedilen bir bölümde, ‘Sinâ’nın’ deneceği yerde yepyeni bir kahraman metne eklenerek ‘Sinan’ın’ denmiş! Bunun gibi daha neler neler var. Medine’nin ‘pis’ köyleri, ‘harap’ olarak ‘düzeltilmiş’!”

Ders arasında gazeteciliğim tuttu, yayınevini aradım. Doğrudan yayınevinin sahibi Dursun Bey’e bağladılar beni, adamın konudan hiç haberi yok, üstelik bu son baskılar için de epey özenmiş, özel bir editör tutmuş… Oysa, sonuç, facia!

Bizim Cüneyt [Tandoğan] de kafayı bu olaya taktı, Osmanlıca da biliyor, başladı ‘Ateş ve Güneş’ de dahil, eski yazım üstünden edisyonları incelemeye. Falih Rıfkı hayattayken sürekli değiştirmiş kitabı, yetmemiş öldükten sonra da yayınevi değiştirmeye devam etmiş, bunların hepsini tek tek saptadı. İlk basım ile ölmeden önceki son basım arasında yer yer uçurumlar var.

Ben konuştuktan sonra Dursun Bey ikimizi davet etti. “Arkadaşlar” dedi, “düzeltin, getirin, yayımlayalım.” Cüneyt, düzeltti, yetmedi, ‘Ateş ve Güneş’i de aynı elekten geçirdi ve ortaya ‘Karşılaştırmalı Eleştirel Basım’ çıktı. Selim Deringil, bu “eleştirel basım” için bir de önsöz kaleme aldı. Erol Köroğlu ise arka kapakta şöyle diyor: “[Cüneyt] Tandoğan’ın ortaya çıkardığı bu ilginç yayın, Atay’ın eserlerini sadece tarih tanıklık açısından değil, hatırlama ve hatırlananı yazmanın metinsel değeri üzerinden de yeniden düşünmemizi sağlayacak.”

Cüneyt’in medyun-u şükran olduğu, “bu çalışmanın ortaya çıkması için en büyük teşvik ve rehber” kabul ettiği Ayhan Aktar’ın arka kapak yazısı ile bitireyim.

“I. Dünya Savaşı tarihi ortalama okur açısından hâlâ ‘kapalı kutu’ sayılır. Savaşın rezilliğini, verilen kayıpları bir ‘ruh’ ile açıklamak isteyenler çok. 1918’de cepheden dönen Falih Rıfkı, tren istasyonundaki askerlere ‘Benim Ahmed’i gördünüz mü?’ diye soran köylü kadınını ve kendi çaresizliğini şöyle anlatır: ‘Ahmed’i ne için harcayabildiğimizi bir söyleyebilsek, onunla ne kazandığımızı bir anaya anlatabilsek, onu övündürecek bir haber verebilsek… Fakat biz Ahmed’i kumarda kaybettik!’ Falih Rıfkı’nın anıları sadece yüz yıl öncesini değil; içine yaşadığımız günleri de anlamak için çok yararlı…”

Bir cümle daha. Ayhan Hoca’nın öğrencisi olmak, iyi bir okuyucusu olmanın ötesinde, insanı mutlu eden, aynı zamanda farklı bakışaçıları geliştirmesini sağlayan, büyük bir şans.

Falih Rıfkı Atay’ın Ateş ve Güneş Kitabı ÜzerineZehra Güneş
Pozitif Yayıncılık
557 sayfa.