Sivil itaatsizlikle güçlenen mücadele deneyimi

CEM ALTIPARMAK

(...İzleyiciler arasındayken birden sanık sandalyesine oturtulmuştum. Karşıma geçmiş hektarlardan, yollardan, sudan ve havaalanından söz ediyordu. Yaşlılara, çobanlara ve çocuklara ayıracak birkaç sözü yoktu. Sanki insanlar onun için yoktu”. 

Hayır, bu cümleler Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tam da Akkuyu nükleer santrali davasının karar duruşmasından bir gün önce, çevre ve yaşam savunucularını âdeti olduğu üzere bir kez daha kriminalize eden konuşmasına tepki olarak söylenmedi. Bu cümleler, bundan tam 45 sene önce, Fransa’nın güneyindeki Larzac platosunda, zorlu doğa şartları altında, kadimden bu yana koyun yetiştiriciliği ile ayakta kalmaya çalışan Larzac çiftçilerinin ağzından döküldü. Buna yol açan ise çiftçilerin topraklarına, bir askeri proje için el koyulacağını duyuran Fransa Savunma Bakanı Michel Debre’ydi. Savunma Bakanı olmazdan önce Başbakanlık da yapan Debre, ‘ideal demokrasiyi’ şöyle tarif ediyordu: “Kamusal meselelere ilgi duyan ve bunların seyrine doğrudan katkı sunmak isteyen vatandaşların sayısı düşüktür ve iyi ki de bu böyledir. Hergün çok sayıda vatandaşın politikaları tartıştığı bir kent veya ulus yıkımın eşiğine gelmiş demektir. Demokrasi, vatandaşların her daim devlet meselelerine tutkuları ve duygularıyla bulaştığı bir rejim değildir”. Ne kadar da tanıdık ve bizden değildi mi?

Bu sözlerin üzerinden geçen 45 yıla karşın ne yazık ki demokrasiden ve halkın karar alma süreçlerine eşit ve adil katılımından ne anlamamız gerektiği, halen ciddi bir tartışma konusu olarak önümüzde duruyor. 

Dünya, geçen 50 yıllık süreçte daha iyi bir yer olmadı. Nükleer tehditler, etnik ve ekolojik kırımlar artarak sürdü. Mültecilik sıradanlaşırken, iktidar sahiplerinin gözünde hayatlarımızın hiçbir değerinin olmadığını gördük. İklim değişikliğinin acımasız sonuçlarıyla ağır bir şeklide yüzleşiyoruz. 

Larzac’ın öğrettiği

Yine de umutsuz değiliz. Akılları ve vicdanları sakatlayan bu küresel saldırı ve yok oluş sürecine karşı, yine küresel çapta yürütülen savunuculuk mücadelelerinin, insan ve doğa hakları mücadelesinin merkezine oturduğunu, sadece insanlar için değil, taşı, toprağı, kurdu kuşuyla tüm ekosistem için yaşamsal bir varoluş mücadelesine dönüştüğü gerçeğini aklımızda tutuyoruz. 

İşte bu kitap: ‘Larzac 1971-1981’, iniş ve çıkışlarına, moral bozuklukları, dönemsel başarı ve yenilgilerine karşın hiç pes etmeden devam eden ve nihayetinde kazanılan bir yaşam mücadelesinin 10 yıllık olağanüstü güzellikteki hikayesiyle, bize 45 yıl öncesinden ışık tutuyor. 

Bu hikayeyi bu kadar güzel yapan şeylerden bir tanesi, Larzac çiftçilerinin haklı olmanın farkındalığından aldıkları güç ise, diğeri, bu gücü sivil itaatsizlik ve şiddetsiz eylem yöntemleriyle harmanlamayı becerebilmiş olmalarıdır. Yoksa, geleneksel olarak muhafazakar ve apolitik olan küçük bir çiftçi grubunun, kendisini ezip geçebilecek güç ve niyetteki iktidarın yoluna çıkabilmesini ve sonunda mücadelesini Fransız toplumunun en nüfuslu kesimlerine kabul ettirip, kazanmasını başka nasıl açıklayabiliriz. Larzac çiftçilerinin mücadelesi, aynı zamanda “istilacıya” ve antidemokratik kararlara karşı savunmaya geçmeyi ve üretim araçları ile yaşam alanlarının korunması için ortaya konulan şiddetsiz direnişi temsil ediyor. Bir alanın ve özgürlüklerin savunulmasını toplumsal mücadele ile ilişkilendiriyor. Çiftçilerin şiddetsizlikle ilişkisini yine onların ağazından aktaralım,”...Başta şiddetsizlik bizim için karşımızdaki insanların da haysiyetini  gözeten bir eylemlilik arayışından ibaretti. Yani kısacası başkalarına şiddet uygulamak istemiyorduk...Kısa süre sonra mücadelede kazandığımız  deneyimler ve geliştirdiğimiz ilişkiler sayesinde sivil itaatsizlik eylemleri yapmaya, yenilerini bulmaya çalıştık ve yasal çerçevenin dışına çıkmayı göze aldık...Sonra orduya karşı koyabilmenin zaten ancak şiddetsizlik stratejisiyle mümkün olduğunu fark ettik. Aksi takdirde bizi hemen ve şiddetle ezerlerdi...”

Almanya’nın ilk şiddetsiz eylem  gruplarının kurucularından biri olarak bilinen Wolfgang Hertle’nin siyaset bilimi doktora tezi olarak doğan ve Kaos Yayınları tarafından basılan bu kitap,  vicdani reddini açıklaması ve akabinde yaşanan hukuki süreçler neticesinde, Türkiye’nin ‘Vicdani Ret’ kavramı ile tanışmasına aracılık eden, 1997 yılı İnsan Hakları Ödülü sahibi  Osman Murat  Ülke’nin etkileyici çevirisi ile adeta yeniden hayat buluyor. 

Larzac 1971-1981Wolfgang Hertle
Çeviri: Osman Murat Ülke
Kaos Yayınları
436 sayfa.